Bababağı Cüzamhanesi’nden Dünyaya Kapı Açan El: Furuğ Ferruhzad – Derya Önder

“Kimse hiç kimse gibi değil” Furuğ Ferruhzad

1935-1967 yılları arasında yaşamış olan Furuğ Ferruhzad, modern İran Şiiri’nin en önemli figürlerinden birisidir. Gerek sıradışı yaşamıyla bir kadın olarak gerek modern şiirin öncülerinden birisi olması açısından etkileri günümüzde hâlâ eder. 32 yıllık yaşamına sadece şiiri değil, nerdeyse sanatın tüm alanlarına yönelik bir ilgiyi sığdırmış; resimle, tiyatroyla, sinemayla ilgilenmiş; oyunculuk, yönetmenlik yapmıştır. Yaşadığı dönemin İran’ında siyasi anlamda olup bitenlere ilgisiz kalmamış, hem kişiliğiyle hem de yaşamsal faaliyetleriyle eleştirilerini ortaya koymuş, eserlerine yansıtmıştır. Klasik şiirle modern şiirin kesişme noktasına denk düşen bir dönemde yaşaması; ilişkili olduğu çevrelerin dönemin en önemli şairleri olması ve şüphesiz hem sinemacı hem önemli bir öykü yazarı olan İbrahim Gülistan’la tanışması onun varlık ve şiir dünyasının şekillenmesinde ciddi katkılar sağlamıştır. Furuğ’un yaşadığı dönem Pehlevi dönemidir. Meşrutiyet döneminin ardından ordu destekli bir askeri darbeyle 1926’da kendisini şah, oğlu Muhammed Rıza’yı da veliahdı ilan eden Pehlevi hanedanı Rıza Şah’ın adıyla anılan bu dönem kesintilere uğrasa da 1979 İslam Devrimi’ne kadar sürer. 1908’den itibaren uluslararası düzeyde ithal ettiği ürünlere karşılık petrol üretme rolünü üstlenen İran’ın küresel kapitalizme dahil olma ve batıyla yakın ilişkilere girme süreci de böylece başlamış olur. Petrol temelli bir ekonomiye bağlılık ülke ekonomisini olumlu düzeyde etkileyecek sınıfsal bir oluşumun önünü kestiği gibi demokratik kurumların oluşmasını da engeller. Bu siyasi çizgi bir yanıyla da “Batı modernliği” ve “İslam geleneği” olarak bölünmeye yol açar.1 Rıza Şah’ın saltanat sürdüğü 1921-1941 yılları petrol sanayisinin yükselişiyle beraber nüfus artışına, hızlı bir kentleşmeye, modern bir ulus-devlet oluşumuna zemin hazırlar. Modernist roman, tiyatro, şiir ve sinemanın yükselişi de bu döneme denk düşer. Muhammed Ali Cemalzade’nin yazdığı 1921’de Berlin’de yayımlanan ilk modern Farsça roman (Bir Varmış Bir Yokmuş, 1921), Nima Yuşic’in yazdığı, klasik vezin kalıplarını kırmaya yönelik bir yapıya sahip olan Efsane adlı şiir kitabı (1922), Ovans Ogansyan’ın çektiği, 1931’de gösterimi yapılan ilk uzun (sessiz) film “Abi ve Rabi” ve Ardeşir İrani’nin çektiği ilk uzun sesli film “Lor Kızı”, ilk ve izinden gidilecek örnekler olarak önemli yer tutar. Dönemin yazar ve sanatçıları hem kırmaya çalıştıkları yapılar hem de siyasi gelişmelere yönelik tepki ve tutumlarıyla “entelektüeller” olarak da görülürler. Pehlevi döneminin ilk on yılında, Sadık Hidayet Kör Baykuş adlı romanıyla, modernist romanı olarak inşa ederken, bir yandan da güçlü ironisiyle modern tasarımların altında yatan şiddeti ifşa eder.2 Farsça yazılan şiirin akışını değiştiren Nima Yuşic, şiirleri ve oluşturduğu teorilerle kendisinden sonra gelecek şairleri ciddi biçimde etkileyecek ve özgürlükçü muhalif yapısıyla Mehdi Ahavan Sales, Ahmed Şamlu, Furuğ Ferruhzad, Sohrab Sepehri ve İsmail Hoyi gibi şairlerin ana güzergâhını da belirleyecektir. Furuğ Ferruhzad da 1950’lerde böyle bir iklimin havasını soluyarak şiir yazmaya başlar ve bütün bu olup bitenlerin ekseninde bir birey olarak döneme damgasını vurur. Kalabalık bir ailede, albay bir baba ile ev hanımı bir annenin üçüncü çocuğu olarak 5 Ocak 1935’te Tahran’da doğar. Ekonomik anlamda yoksul bir aile olmamasına rağmen, albay babanın ev ortamına yansıtmaktan çekinmediği disiplin, Furuğ dahil, evin bütün çocuklarının kişilik yapısında ve hayata bakışlarında etkili olacaktır. Örneğin daha küçük yaşlarda çocuklar kendi harçlıklarını çıkarmaları için eski gazetelerden kese kâğıdı yapmayı öğrenirler. Babanın isteği aslında onların para kazanması değil, çalışmaya alışmalarını, yaşamlarını kendileri idame ettirebilecek şekilde bir yapıya şimdiden sahip olmalarını sağlamaktır. Ferruhzadların evi kitabın aşina olunduğu bir evdir. Bir tür askeri disipline rağmen Albay Ferruhzad okumaya düşkün, çocuklarının da bu yönde eğilimleri olmasını isteyen bir adamdır. Furuğ’un kâğıda kaleme, okumaya olan düşkünlüğünün başlangıç noktası bu zaman dilimlerine rahatlıkla bağlanabilir. Kardeşlerinden daha yaramaz, çoğu kez kendisine söylenenlerin aksini yapmaya her zaman daha meyillidir. Anne Ferruhzad’ın ilk ağızdan anlattıklarına göre evin içinde her türlü yaramazlığın başı olduğu gibi, kardeşlerini de bu yönde kışkırtmaktan, küçük çaplı afacanlıkları organize etmekten çekinmez: Kendisinden bir yaş büyük olan Puran, daha küçük olan Feridun,3 Emir Mesud ve Gloria. Ama her zaman kendisini en yakın hissettiği kardeşleri Puran ve Feridun olmuştur.

blank

Evlerinin balkonundan mahalledeki erkek çocuklarla yarış edercesine bahçeye işeyecek kadar da kendisini diğer cinsle eşit görür, daha o yaşlarda bile. Ferruhzad ailesinin ortanca çocuğu olan Furuğ’un diğer kardeşlerinden farklı olarak yazıya, şiire olan eğilimi de o zamanlarda belirgindir. Kendi kendine gizli gizli şiirler karalar. Elbette baba Ferruhzad için bu kabul edilebilir bir durum değildir. Çocuklarını çok seven ama bu sevgiyi onlara dokunarak, yakın ilgi göstererek yansıtamayan bütün ebeveynler gibi, onun da çocuklarıyla arasında korkuyla çekinmenin sınırları arasında yükselen bir duvar vardır. Anne Ferruhzad her zaman daha şefkatli, sevgi dolu olmasına rağmen, babanın aşılamayan gölgesinde çocuklardan taraf olsa da akışın yönünü değiştirecek bir güce sahip değildir. Zaten ilerleyen dönemlerde Albay Ferruhzad’ın eski eşi konumuna düşecek, annenin uzağında kalan çocuklar için bu olay hem bir kırılma noktası olacak hem de babaya yönelik ayrı bir soğukluk üretecektir. İçinde bambaşka duyguların boy gösterdiğinin, farklı şeyler yapma, uğraşlar edinme arzusunun çoktan farkına varan Furuğ için bu dönemde ev, hızla ve hangi şekilde olursa olsun kurtulunması gereken bir yer konumundadır. Uzak akrabalardan birisi olan ve Furuğ’la arasında oldukça yaş farkı bulunan Perviz Şapur’un onunla evlenme isteği, Furuğ’a, kanat açıp uçmak istediği bu ev kalesinden kurtulmanın bir yolu gibi görünür. Yaş farkından dolayı annesi karşı çıksa ve babası da bu evliliğe çok sıcak bakmasa bile, Furuğ’un “ben âşık oldum evlenmek istiyorum, rıza göstermezseniz kaçarım” şeklindeki ayak diremeleri ailenin de çaresiz bir şekilde bu işe tamam demesiyle sonuçlanır. Furuğ o zaman 16 yaşındadır. 1954 yılında Furuğ ve Perviz evlenirler. Perviz’in işlerinden dolayı bundan sonra yaşayacakları yer Ahvaz olacaktır. İlk zamanlar evden kurtulmuş olmanın sevinciyle gerçeklik fark edilemese de, bir yılın sonunda dünyaya getirdiği ve yaşamı boyunca çoğu kez hiç göremeyeceği ya da uzaktan izlemek zorunda kalacağı oğlu Kamyar’ın doğumuyla; belki biraz da çocukluktan yetişkinliğe doğru hızla ilerlerken, aile evindekinden çok daha farklı bir mutsuzluğa ve huzursuzluğa sürüklenir. Perviz Şapur, bir insan olarak iyi bir adam olsa ve çevresinde saygın bir kişilik olarak tanınsa da, iki ruhun karşılıklı rüzgârında yaprak kımıldamamaktır. Furuğ’un kararlı yapısını iyi bilen Perviz, onun ayrılık isteğine belki karşı koymaz ama bu arzunun bir bedeli olarak ona verebileceği en büyük cezayı verir ve oğlunu ondan ayırır. Üstelik Şapur’un ailesi bu konuda çok daha katı ve geleneksel bir yaklaşıma sahiptir, Furuğ’un onu görmesine bile izin verilmez. Furuğ çoğu kez okul çıkışlarına giderek oğlunu uzaktan izler. Furuğ’un yaşamındaki en önemli kırılma noktalarından birisi de oğlundan ayrı düşmesidir. Bu noktada şair Furuğ, anne Furuğ’u alt etmiş; ve şüphesiz bu durum, çevresindeki pek çok kişi tarafından anlaşılmamış, ona eleştirel bir gözle bakılmasına neden olmuştur. Furuğ dokuzuncu sınıfa kadar okuduktan sonra, on beş yaşındayken Kemal’ül-mülk Teknik Okulu’nda terzilik ve resim dersleri alır, bir yandan da şiir yazmaktadır.

İlk şiiri 4 “Günah”,

Günah işledim lezzet dolu bir günah
Titreyen esrik bir tenin yanında
tanrım ne bileyim ne yaptım ben
o karanlık susku dolu zulada

O karanlık susku dolu zulada

baktım gözlerine gizemleriyle dolu
gözlerinin çaresiz isteklerinden
kalbim göğsümde çırpınıp durdu

O karanlık susku dolu zulada

yanında darmadağın oturdum
dudaklarıma heves döktü dudakları
deli kalbimin üzüncünden kurtuldum

Aşkın öyküsünü okudum kulaklarına:

seni istiyorum ey benim cânânem!
Ey bağrı can bağışlayan, seni
seni ey aşkım benim divânem!

Kırmızı şarap camda oynadı

gözlerinde heves yalazlandı
yumuşak yatakta benim bedenim
göğsünde onun sarhoşça kıvrandı

Günah işledim lezzet dolu bir günah

alevli yangılı bir kucakta
günah işledim kinci, sıcak
ve demirsi iki kol ortasında

Bir kadının aşka ve kendi hissettiklerine bakışının bu otosansürsüz yansıması elbette çok büyük tepkilere yol açar. Bu şiirin yayımlanması ile ilgili görüştüğü ilk kişi şair Feridun Moşiri’dir. Moşiri, Furuğ’u ilk gördüğü ânı şöyle anlatır:

“Furuğ Ferruhzad’ın derginin ofisine geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. O günlerde Abadan’dan Tahran’a yeni dönmüştü. Kendisini biraz yabancı hissediyordu. Saçları dağılmıştı ve elleri mürekkepliydi. Sanki ellerinde bir dolmakalem parçalanmış ve mürekkebi bulaşmıştı. Beni arıyordu ve “Moşiri nerede?” diye sordu. Yol gösterdiler. Odama geldi, selam verdi ve olduğu yerde durdu. Buyur ettim, oturdu. Onun için çay getirmelerini söyledim, konuşmaya başladı. Yanında üç tane şiir getirmişti. İlk kez yayımlanması için onlardan birisini seçtim. […] O şiir “Günah” şiiriydi. Benim için çok şaşırtıcıydı. Karşımda oturan kişi bir genç kızdan çok yetişkin bir kadını andırıyordu.”

Gelebilecek tüm tepkilere rağmen, şiirin dış yüzeyine kaplayan erotizmin altında yatan şiir nüvesini fark eden Moşiri, mürekkep bulaşmış parmaklarıyla karşısında duran bu genç şairin şiirini Ruşenfikr dergisinde yayımlamaya karar verir. Furuğ için zor zamanların başlangıcı da olan bu ilk şiir, aynı zamanda yaşamında şiirin perçinlenişi demektir. Perviz Şapur’dan ayrıldıktan sonra 1955 yılında kırk dört şiir içeren ilk kitabı Esir yayımlanır. Aynı yıl kısa süreli psikolojik rahatsızlıklar yaşar. Kendisini daha iyi hissedebilmek ve bu ortamdan uzaklaşabilmek için dokuz aylığına ilk kez yurtdışına çıkar ve Almanya’daki kardeşi Feridun’un yanına gider. Sene 1956’dır. Yirmi beş şiirden oluşan ikinci şiir kitabı Duvar da bu yıl yayımlanır. Orada kaldığı süre boyunca Almancaya ve Alman şiirine ilgi duyar. Almanca bilgisi bu şiirleri tam olarak anlamasına ve çevirmesine yetmese de Feridun’un Almanca bilgisi ile kendisinin şiir bilgisini birleştirerek, sevdiği Alman şairlerin şiirlerinden bir güldeste oluşturmak ister. Feridun da bu konuda elinden geleni yapacaktır. Ama Furuğ’un ani bir kararla Tahran’a dönüşüyle bu çalışma yarım kalır. Furuğ, İran’a döndüğünde kardeşi Feridun’a “tozlu topraklı olsa da benim yerim Tahran sokakları” diye yazmıştır.

Furuğ’un Kişilik Yapısı Hem bedenen hem de ruhen özgür olmanın peşinde olan Furuğ, her şeye ilgi duyuyor ama kendi üretimlerini oluştururken bunu herhangi bir akımın ya da düşüncenin tesiri altında kalmadan yapıyordu. İnsanın ilerleyen bir varlık olduğuna inanıyordu. Bu yüzden de ideolojiler benzeri, insanı hep aynı yönde, aynı şekilde düşünmeye iten kalıplardan uzak durmaya çalışıyordu. Belki de onu sürekli hareket ettiren şey, kendi hayatındaki kapanmayacağını düşündüğü bazı boşlukların farkındalığıydı. Yaşadığı toplumla sürekli çatışma halinde olmak onu sıkıntılı durumlara itse de, varlık alanına kimsenin müdahale etmesine izin vermeyişi, ona özgürleşmenin yolunu açmış oldu. Furuğ’un şiire ve sanatçıya bakışında, aşırıya kaçmaksızın kendi değerlerine, geleneğine sahip çıkmak ama bu değerlerin ve geleneklerin değişmesi gerektiği durumlarda da ayak dirememek düşüncesi vardı. Bu nedenle gözü ve kalbi her zaman dış dünyaya açıktı. Ona göre, temel değerler denilebilecek kavramlar uğruna mücadele etmek gerekiyordu, belli noktaların politik arzuları doğrultusunda değil. Hem şiirlerinde hem de sinemayla ilgili çalışmalarında rahatlıkla görülebileceği gibi, belki bugünkü anlamda politik diyebileceğimiz bir yapıyı taşımıyordu ama insan olmanın getirdiği tüm hak ve özgürlüklerin kullanılmasına karşı çıkanların, insanların farklı yaşama arzularına ket vurmak isteyenlerin her zaman karşısında oldu. Furuğ’a göre bir şair, yaşamını ve şiirlerini birbirinden ayıramazdı. Kendisinin de pek çok şiirinde bu izleri ortaya koyduğu gibi, onun ebedi sevgilisi şiirdi. Kısa süren bu hayatın bütününe bakıldığında da her noktasına nüfuz etmiş, ona kararlar aldırmış, yön tayin etmiş olan şeyin şiir olduğu görülür. Eğer yaşamın ona sunduğu şeyleri olduğu gibi kabul eden, kaderci bir yapıya sahip olsaydı evliliğini sürdürür, oğlundan ayrı kalmaz, gerilimi ve çatışmayı bir parçasıymış gibi sürekli taşıması gerekmez, sıradan birisi olarak belki de çok daha uzun bir “sıradan” yaşam sürebilirdi. Ama tercihleri konusunda tereddüt ya da pişmanlık yaşamaktansa, olası tüm bedellerine rağmen inandığı bir yaşamı seçti. Yazdığı şiirlere yönelik gelen ağır eleştiriler, eşinden ayrılması, oğlundan uzak kalışı, ilerleyen dönemlerde İbrahim Gülistan’la yaşadığı ilişkinin yarattığı psikolojik baskılar, kısa süreli klinik günleri bu bedellerden bazılarıydı. Her şeyin fazlasıyla yoğun yaşandığı ve aynı yoğunlukla şiire aktarıldığı noktada Furuğ’un zaman zaman bu ağırlığı taşıyamadığını, kimi zaman durgun bir dönem geçirdiğini kimi zaman ise psikolojik destek aldığını biliyoruz. Bu iniş çıkışları yaşamın doğasına ait görerek yerli yerine koyabilen bu yapı, her şeye rağmen üretmeye ara vermedi. Şiir yazan bir özne olarak o döneme kadar görülenin aksine, kadın kimliğini gizlemeyi, onu şiirinin dışında tutmayı reddetti. Yanı sıra daha önce de söz ettiğimiz gibi, benliğinin henüz el değmemiş yerlerine büyük bir cesaretle dokunmayı bildi ve bundan hoşnutluk duydu. Çünkü bu, kendisini gerçekleştirmesinin yegâne yoluydu.

Furuğ’un kişisel seyirinde göze çarpan en önemli şeylerden birisi de iç dünyasına kapandığı zamanlar etrafına yüksek duvarlar örse de, farklı sanat dallarından pek çok sanatçıyla kurduğu düzenli ilişkilerdir. Öyle ki tıpkı eski dönemlerde Avrupa’da görülen salon toplantıları gibi, Furuğ da kendi evinde düzenli olarak her Cuma, arkadaşlarını ve dostlarını bir araya getiriyordu. Aralarında sinemacılar, şairler, ressamlar, oyuncuların olduğu bu topluluk daha çok birbirini tanıyan insanlar ve yakın dostlardan oluşuyordu. Bu toplantılara en sık katılım gösterenler arasında Yedullah Royayi, Feridun Rahnema, Ahmed Rıza Ahmedi, Sohrab Sepehri, Feride Ferjam gibi isimler ve Furuğ’un kız kardeşleri yer alıyordu. İlk üç kitabı boyunca şiirlerinde karşılaştığımız Furuğ, çok daha duygusal, kırılgan, taşıdığı acıları şiirine çok daha fazla yansıtan bir yapıdadır. Ne var ki kitabın adının da bu anlamda manidar olduğu gibi, 1964 yılında yayımlanan Yeniden Doğuş isimli dördüncü kitabı neredeyse Furuğ’un hayatını ikiye bölen çizgiyi oluşturur. Yeniden Doğuş’un yayımlanmasıyla beraber, kendi şiirine ve yaşamına dönüp farklı şekilde bakabilmiş, önceki kitaplarını inkâr etmemiş ama onların ötesine geçtiğinin kendisi de farkına varmıştır. Furuğ’la ilgili yapılan eleştirilerden birisi de onun yeterince politik olmadığıdır. Ancak Furuğ her zaman yaşadığı dünyayla, koşullarla, ülkesinde olup bitenlerle ilgilenmiştir. Özellikle de son iki kitabı (Yeniden Doğuş, İnanalım Soğuk Bir Mevsimin Başlangıcına) hem bu ilginin doğrudan yansımalarını içerir hem de Furuğ’un birey olarak çağdaş insanın, toplumun sorunlarına daha farklı bir gözle bakmaya başladığı zamanlara denk düşer. Örneğin, 1963 yılında Unesco’nun Furuğ hakkında 30 dakikalık bir film yapmasının ardından, İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci onunla röportaj yapmak üzere Tahran’a geldiğinde, görüşme sırasında Furuğ, o döneme denk gelen bazı haksız siyasi mahkûmiyetlerin önlenmesi için Bertolucci’yi de durumdan haberdar eder ve ondan destek ister. Bu destek işe yarar ve bu uzun süreli mahkûmiyetlerin önüne geçilmiş olur. Bu olay da Furuğ’un yaşadığı dünyada olup bitenlere karşı hiçbir zaman kayıtsız kalmadığının göstergelerinden birisidir. Benzer şekilde arabasıyla üniversite civarından geçerken polisle çatışmaya giren birkaç öğrenciyi arabasına alarak onların kaçmasına yardımcı olmuş, hatta bir gece gözaltında kalmıştır. Bu noktada Furuğ’la ilgili gözden kaçırılan en önemli şeylerden birisi de, bu beş kitabın, sinema eserlerinin sığdığı; buraya kadar ve sonrasında bahsedeceğimiz tüm trajik kayıpların gerçekleştiği bu hayatın hepi topu 32 yıl sürmüş olmasıdır. Son kitabı İnanalım Soğuk Bir Mevsimin Başlangıcına’nın ölümünden sonra yayımlanmasıyla Furuğ’un şiir külliyatı tamamlanır.


1 İran: Ketlenmiş Halk, Hamid Debaşi, çev. Emine Ayhan, 1. Baskı, Metis Kitap, İstanbul 2008.
2 Age.
3 Furuğ’dan 3 yaş küçük olan Feridun müzikle uğraşıyor ve radyoda program yapıyordu. Politik görüşleri nedeniyle, yaşadığı Almanya’da 1992 yılında bir cinayete kurban gitti.
4 Yeryüzü Ayetleri, Furuğ Ferruhzad, Farsçadan çev. Makbule Aras, 2. Baskı, Can Yayınları, İstanbul, 2012, s. 37.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz