Kitle ve İktidar: Dünya Dinlerinde Kitlelerin Evcilleştirilmesi – Elias Canetti

Evrensellik iddialarına sahip dünya dinleri, çok kısa zamanda çekiciliklerinin odağını değiştirirler. Başlangıçta amaçları ulaşılabilecek herkese ulaşmak ve kazanılabilecek herkesi kazanmaktır. Öngördükleri kitle evrenseldir; tek tek her ruh hesaba katılır ve her ruh onların olacaktır.

Sürdürmek zorunda oldukları mücadele, kurumları zaten mevcut olan hasımlarına karşı giderek bir tür gizli saygı duymalarına yol açar. Mevcut durumlarını korumanın ne kadar zor olduğunu görürler; dayanışma ve kalıcılık sunan kurumlar onlara giderek daha önemli görünür. Hasımlarının çabalarından etkilenerek kendi kurumlarını ortaya koymak için büyük çabalar gösterirler ve eğer başarılı olurlarsa bu kurum zamanla önem bakımından büyür. Kendilerine özgü bir ömrü olan ölmüş kurumların ağırlığı giderek başlangıçtaki çekiciliğin şiddetini azaltır. Mevcut inananları doldurmak için kiliseler inşa edilir ve gerçekten gereksinim olduğunda bunlar ancak gönülsüzce ve ihtiyatlı bir biçimde genişletilir. İnananları ayrı bölümlerde toplamaya yönelik güçlü bir eğilim de vardır. Çoğaldıklarında, karşı konması gereken bir dağılma tehlikesi her daim var olur.
Kitleye güvensizlik duygusu, bütün tarihi dünya dinlerinin, deyim yerindeyse kanında vardır. Bağlayıcı gelenekleri, onlara kendilerinin ne denli ani ve beklenmedik bir biçimde büyüdüklerini öğretir. Kendi kitlesel din değiştirme öyküleri onlara mucizevi gelir; gerçekten öyledir de. Kiliselerin çekindiği ve zulmettiği sapkın hareketlerde aynı türden bir mucize kendilerine karşı döner, vücutlarında bu şekilde açılan yaralar acı verir ve unutulamaz. Gerek ilk günlerindeki hızlı büyümeleri gerekse hiç de daha yavaş olmayan gerilemeleri kitleye duydukları kuşkuyu canlı tutar.
Buna rağmen istedikleri şey itaatkâr bir sürüdür. İnananları koyun olarak değerlendirmek ve boyun eğdikleri için onları övmek âdettendir. Kiliseler kitlenin hızlı büyümeye yönelik temel eğiliminden bütünüyle feragat ederler. İnananlar arasında, makul sınırlar içinde belirli bir yoğunlukta, kesin bir yönü olan, geçici bir eşitlik kurmacasıyla tatmin olurlar; ama bunu asla sert bir biçimde dayatmazlar. Hedeflerini çok uzaklara, yaşadığı sürece hiçbir insanın ulaşamayacağı, pek çok çabayla ve boyun eğmeyle kazanmak zorunda olduğu öteki dünyaya yerleştirirler. Yön giderek en önemli şey haline gelir; hedef ne kadar uzak olursa, hedefin kalıcılığına duyulan ümit o kadar fazla olur. Görünüşte vazgeçilmez olan büyüme ilkesi oldukça farklı bir şeyle, tekrarla yer değiştirmiştir.
İnananlar belirlenmiş yer ve zamanlarda bir araya gelirler ve her zaman aynı olan etkinlikler aracılığıyla, tehlike yaratmadan üzerlerinde iz bırakan ve giderek alıştıkları, ılımlı bir kitle duygusu içine sokulurlar.Bir’lik[1] duyguları onlara dozlar halinde verilir, kilisenin devamlılığı da bu dozun doğruluğuna bağlıdır.
İnsanlar, kilise ve mabetlerindeki bu aynen tekrarlanan, sınırlı deneyime nerede alışırlarsa alışsınlar, artık onsuz edememişlerdir. Buna, besine ve varoluşları için gereksinimleri olan her şeye olduğu gibi gereksinimleri vardır. Ne kültlerinin ani bastırılması ne de devletin yasasıyla yasaklanması semeresiz kalmaz. Büyük bir dikkatle ayarlanmış kitle-ekonomilerinin herhangi bir biçimde bozulması nihai olarak açık kitlenin patlak vermesine yol açacak, bu da bilinen bütün temel özelliklere sahip olacaktır. Açık kitle hızla yayılacak ve kurmaca eşitliğin yerine gerçek eşitliği koyacaktır; yeni ve çok daha ateşli yoğunluklar bulacaktır; o an için, koşullandığı o uzak, ulaşılması neredeyse olanaksız hedeften vazgeçecek ve hedefini buraya, bu somut hayatın mevcut ortamı içine yerleştirecektir.
Ani olarak yasaklanan dinlerin hepsi intikamlarını bir tür dünyevileşmeyle alırlar. İnançlarının niteliği büyük ve beklenmedik bir gaddarlık patlaması içinde bütünüyle değişir. Onlar hâlâ eski inanç ve kanaatlerini koruduklarını sanırlar, tek niyetleri de bunu sürdürmektir. Oysa gerçekte, birdenbire oldukça farklı insanlar olmuşlardır. Artık oluşturmuş bulunduktan açık kitlenin kendisine özgü hızla büyüme duygusuyla doludurlar ve ne pahasına olursa olsun bunun parçası olarak kalmak isterler.
Sık sık belirtildiği gibi, bir tiyatrodaki panik, kitlenin dağılması anlamına gelir. Gösteri dolayısıyla insanlar birbirlerine ne kadar yakınlaşmışsa ve tiyatronun mimarisi ne kadar kapalıysa, dağılma o kadar şiddetli olur.
Gösterinin tek başına gerçek bir kitle yaratmaya yetmemesi de mümkündür. İzleyiciler gösteriye kendilerini kaptırdıkları için değil, ama yalnızca orada bulunmaları dolayısıyla bir araya gelmiş olabilirler. Oyunun başaramadığını ateş başarır. Ateş insanlar için, hayvanlar için olduğu kadar tehlikelidir; ateş kitlenin en kuvvetli ve en eski sembolüdür. İzleyicilerin arasındaki kitle duygusu ne kadar az olursa olsun, yangının farkına varmak bu duyguyu zirveye ulaştırır. Ortak bir aşikâr tehlike, ortak bir korku yaratır. İzleyiciler kısa bir süre için gerçek bir kitle haline gelir. İnsanlar tiyatroda olmasalar, tehlike karşısındaki bir hayvan sürüsü gibi birlikte kaçabilir ve kaçışlarının şiddetini özdeş hareketlerinin eşzamanlılığıyla artırabilirlerdi. Bu türden bir etkin kitle-korkusu, sürüler halinde yaşayan ve ortak güvenlikleri hızlarına bağlı olan bütün hayvanların yaygın kolektif deneyimidir.
Öte yandan, kitle tiyatroda kaçınılmaz olarak son derece şiddet dolu bir biçimde dağılır. Her bir çıkış kapısından aynı anda yalnızca bir ya da iki insan çıkabilir ve böylelikle kaçış enerjisi diğerlerini geri itme enerjisine döner. Koltuk sıralarının arasından ancak bir insan geçebilir ve her bir koltuk diğerlerinden özenle ayrılmıştır. Her insanın bir yeri vardır, tek başına oturur ya da ayakta durur. Herkes en yakın kapıya farklı bir uzaklıktadır. Normal bir tiyatro insanları yerlerine mıhlamak, yalnızca ellerini ve seslerini kullanmalarına izin vermek niyetiyle düzenlenmiştir; bacaklarını hareket ettirmeleri olabildiğince kısıtlanmıştır.
Yangının apansızın verdiği kaçma emri derhal herhangi bir ortak hareketin imkânsızlığıyla karşılaşır. Her insan geçmesi gereken kapıyı görür; orada kendini yalnız başına görür, diğerlerinden kesin bir biçimde ayrılmıştır. Bu tablonun çerçevesi kısa süre içinde o insana hâkim olur. Böylelikle bir kitle, bir dakika önce en gelişmiş noktasındayken, şiddet saçarak dağılmak zorundadır; bu dönüşüm kendini şiddet içeren bireysel eylemde gösterir; herkes her yönde omuz atar, vurur ve tekmeler.
Her bir insan “kendi yaşamı için” ne kadar vahşice savaşırsa, etrafını saran bütün diğerlerine karşı savaştığı da o kadar açıkça ortaya çıkar. Diğerleri sandalyeler, parmaklıklar, kapalı kapılar gibi önüne dikilirler; ancak farkları canlı ve düşman nitelikli olmalarıdır. Kendileri için uygun bir biçimde ya da daha doğrusu, tıpkı kendilerine yapıldığı gibi, onu şu ya da bu yana iterler. Ne kadınlar ne çocuklar ne de yaşlılar gözetilir: hiçbiri erkeklerden ayırt edilmez. Birey artık kendisini “kitle” olarak görmese de kitleyle tamamıyla kuşatılmış durumdadır. Panik, kitlenin kitle içinde dağılmasıdır. Birey kitleden ayrılıp kaçmak ister; çünkü kitle, bir bütün olarak tehlike altındadır. Ancak birey fiziksel olarak hâlâ kitlenin içine saplanıp kaldığı için, ona saldırmak zorundadır. Kendini ona bırakması artık mahvolması anlamına gelir, çünkü kitlenin kendisi mahvolma tehdidi altındadır. Böyle bir anda kendi özgüllüğünü ne kadar vurgulasa azdır. İtip kakarak, itip kakmaya yol açar; ne kadar darbe vurursa kendisi de bir o kadar yer ve kendisini o kadar kendisi hisseder. Kendi şahsının sınırları tekrar netlik kazanır.
Yangın niteliği edinen kitleyle bir kişinin ne denli zorlu bir mücadeleye giriştiğini gözlemlemek çok tuhaftır. Kitle, alevlerin beklenmedik görüntüsü ya da “yangın” diye bağrılmasıyla ortaya çıkmıştır ve tıpkı alevlerin yaptığı gibi kendisinden kaçmaya çalışan insanla oynamaktadır. İttiği insanlar onun için yanan nesneler gibidir; dokunuşları düşmancadır ve vücudunun her yerindedir; bu da insanı dehşete düşürür. Yangının düşmanca niteliği, yoluna çıkan herkese bulaşır. Yangının yayılıp giderek, bir insanı tamamen sarıp sarmalayana kadar ilerlemesi o insanı her yönden tehdit eden kitleye çok benzer. Kitlenin içindeki birçok hareket, bir kolun, yumruğun ya da bacağın öne fırlaması birdenbire her bir yandan sarabilecek alevler gibidir. Bir orman ya da bozkırın felaketi olan türden bir yangın gerçekten de düşman bir kitledir ve bunun korkusu her insanda uyandırılabilir. Bir kitle simgesi olarak yangın insanın bütün duygular dünyasına sirayet etmiş ve onun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Paniklerde çok sık gözlemlenen ve açıkçası son derece anlamsız olan, insanların üzerine basıp çiğneme şeklindeki eşduyumsal hareket yangının üstüne basıp söndürmekten başka bir şey değildir.
Panik nedeniyle dağılmayı önlemenin tek yolu, orijinal[2] birleşik kitle-korkusu durumunu sürdürmektir. Tehdit altındaki bir kilisede bunu başarmanın bir yolu vardır: insanlar, mucize yoluyla yangını söndürme gücünü elinde tutan ortak Tanrı’ya ortak bir korku içinde dua ederler.

Elias Canetti
Kitle ve İktidar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz