Musa Anter: Şimdi bir Kürt aydınının sosyalist olmayıp da kapitalist olma­sı düşünülür mü?

O zaman MÎT müsteşarı Ergün Gökdeniz vardı. Bu, sonra Mardin Valisi oldu. Bir rapor ha zırlamış. Bunu o dönemdeki hükümete iletiyor. Celal Bayar, Adnan Menderes, 2.Kurmay Başkanı, Cevdet Sunay, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu bu raporu inceliyorlar. Bu an­lattıklarımın hepsi gerçek. Bunlar mahkeme tutanaklarına geç­ti. Yön dergisi bu raporları yayınladı. Rapor şunu diyordu: Eğer bütün entellektüel Kürtlerden bin kişiyi yok edersek, Kürt sorunu en aşağı 30-40 yıl geriye gider. Yalnız biz bu bin kişiyi öylelerinden seçmeliyiz ki, büyük tepkilerle karşılaşmayalım. Birincisi, bunlar herhangi bir yasal partiye üye olmasın, ikincisi, ailece nüfuzlu, aşiret sahibi olmasın. Biz bunlara komünist diyelim. Sözünü ettiğim MÎT raporu hükümetçe ele alınır ve ilk etapta elli kişinin tutuklanmasına karar verilir, böylece zamanla bin kişiyi tamamlayacaklardır.

Mevlüt İlgin: Musa bey, politik yaşamınızın ilk dönelerinden başlayalım isterseniz.

Anter: Efendim, ben daha ilkokuldayken Suriye’de Havar ismiyle bir Kürt gazetesi çıkıyordu. Cigerxwîn, Kamuran Bedirxan, Celal Bedirxan bu derginin yazarlarıydı. Daha ben ilkokuldayken bu dergiyi okuyordum. Bu dergiyi okuyarak büyüdüm. 1937 yılında Adana’da lisede okuduğum yıllar­da Dersim olayları oldu. Dersim’de yapılan, bir soykırımdı. Her gün gazeteler Kürtleri aşağılayan yazılar yazıyorlardı. Seyit Rıza, biliyorsunuz, Dersim isyanının lideriydi. Seyit Rıza’nın bir de Bese diye bir hanımı vardı ki, o da silah elde, dağda savaşıyordu. O günkü gazeteler ondan da söz ederlerdi. Dediğim gibi, o zaman lisede okuyordum. Dersim’deki katli­amlara çok üzülüyordum. Sınıf arkadaşlarım bunun farkına varmışlardı. Sürekli beni rahatsız ediyorlardı Birgün on-on beş kişi bir araya gelmiş Bese’ye hep bir ağızdan küfrediyor­lardı. Ne yapacağımı şaşırdım. O an Atatürk’ün annesinin ismi aklıma geldi ve ben de annesine küfrettim, ikinci gün polisler aldılar götürdüler beni: Atatürk’e hakaret etmiştim, içerde bir ay kaldım. Sonra okul müdürüm uğraştı ve beni kurtardı, ilk tevkifim böyle oldu.

Sonra liseyi bitirip üniversite okumak üzere İstanbul’a gel­dim. Altı kişi bir araya gelip “Xılazbuna Kurdistan” adlı bir cemiyet kurduk, yıl 1941. Yusuf Azizoğlu, Mustafa Remzi Kucak, Ziya Şerefxanoğlu, Tahir Bucak varlardı. Zaten be­nim dışımdakilerin hepsi ölmüş, isterlerse beni de öldürsünler. Bir gün Yusuf Azizoğlu’nun evinde toplandık. Bir bay­rak yaptık. Yusuf beyin bir tabancası vardı, onu da bayrağın üstüne bıraktık. Sonra bu bayrak üzerine yemin ettik. Ben hala bu yemine bağlıyım.

Sonra araştırmaya başladık; bizden önce İstanbul’da kimle bulunmuş? Neler yapmışlar? Burada daha önce Kürt Teal i Cemiyeti kurulmuş “Hektar” çıkmış. “Roja Kurd” çıkmış Ve daha birçok dergi…

—Musa bey şu ünlü “kırk dokuzlar” olayından söz edebilir misiniz?

Anter: Şimdi hadise şu: O zaman MÎT müsteşarı Ergün Gökdeniz vardı. Bu, sonra Mardin Valisi oldu. Bir rapor ha zırlamış. Bunu o dönemdeki hükümete iletiyor. Celal Bayar, Adnan Menderes, 2.Kurmay Başkanı, Cevdet Sunay, Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü Zorlu bu raporu inceliyorlar. Bu an­lattıklarımın hepsi gerçek. Bunlar mahkeme tutanaklarına geç­ti. Yön dergisi bu raporları yayınladı. Rapor şunu diyordu: Eğer bütün entellektüel Kürtlerden bin kişiyi yok edersek, Kürt sorunu en aşağı 30-40 yıl geriye gider. Yalnız biz bu bin kişiyi öylelerinden seçmeliyiz ki, büyük tepkilerle karşılaşmayalım. Birincisi, bunlar herhangi bir yasal partiye üye olmasın, ikincisi, ailece nüfuzlu, aşiret sahibi olmasın. Biz bunlara komünist diyelim. Sözünü ettiğim MÎT raporu hükümetçe ele alınır ve ilk etapta elli kişinin tutuklanmasına karar verilir, böylece zamanla bin kişiyi tamamlayacaklardır.

—Bunlar neyle suçlanıyorlardı?

Anter: Kürtçülük, bölücülük, Sovyetler Birliği’nin de­steğiyle bağımsız bir Kürdistan kurmak. Harbiye’de bir plat­form vardı. Askerlerin kışlık talim yeriymiş. Burada üstü açık kırk tane hücre yaptılar.

—Niye “kırk dokuz” dediler. O bir kişiye ne oldu?

Anter: Emin Batur adında Nusaybin’li bir arkadaşımız hücresinde kan kusarak öldü. Onun için “kırk dokuz” diyorlar. Bu “kırkdokuzlar” olayını tüm dünya basını yazdı. Beş buçuk ay bu hücrelerde tutulduk.

— O dönemden sizin tutuklanmanıza muhalefetin tepkisi ne oldu?

Anter: Muhalefet tutuklanmamıza sert tepki gösterdi. Hat­ta ismet İnönü olayla ilgili aynen şunları söyledi: “Hükümetin ortazamanvari işkence usulleriyle hücrelerde Doğulu vatan­daşları öldürmeye yeltenmesi yanına kalmayacaktır. Ben ve bütün Doğulular onların yanındayız.”

—   İsmet İnönü gerçekten Kürt müydü?

Anter: Tabii, tabii Kürttü.

—Biliyorsunuz YTP’de pek çok Kürt vardı. Hatta Genel Başkanı sizin de arkadaşınız olan Azizoğlu’ydu. Bu partiyle ilişkiniz oldu mu?

Anter: Ben bu partiye girmedim. Ama yöneticileri içinde çok sayıda ahbabım vardı.

—   Peki TİP’e girişiniz nasıl oldu?

Anter: Başka hangi partiye girebilirdim ki? Benim zama­nımda bir avuç devlet vardı. 1917 devriminden sonra sömür­geler kurtulmaya başladı. Bugün 160-170 devlet var. Bu dev­letlerin kurtulması sosyalizm sayesinde oldu. İsrail hariç! Şimdi bir Kürt aydınının sosyalist olmayıp da kapitalist olma­sı düşünülür mü?

—Peki Türk ve Kürt sosyalistlerinin birliğine ne diyorsu­nuz?

Anter: Samimi söylüyorum, idealim şu ki, isterdim ki, komünist olsun sosyalist olsun federatif, güzel, birlikte bir devlet kuralım. Ama eğer bu olmayacaksa, realite ağır basar. Ama şunu da ekleyeyim, günümüz dünyası bütünleşmeye doğru gidiyor. O yüzden ayrı ayrı olmaya gerek yok. Ben böyle düşünüyorum. Eğer onlar da bu samimiyeti gösterirlerse pekala beraber oluruz. Ama “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” “Türkiye Türklerindir” derlerse olmaz. O zaman ayrılık çıkar.

—TİP’teki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Anter:TlP’i biz bir nevi okul yapmıştık. Hergün ders vardı.

Değişik kesimlerden insanlar gelip ders veriyorlardı. Ben de her perşembe günü ikiyle beş arasında Kürt sorununu anlatıyordum. Bazen Behice Boran, Sadun Aren, Mehmet Aybar da bu sohbetlere katılıyorlardı. Ve pekçok yararlı buluyorlar­dı. Ben ve arkadaşlarım CHP ve DP’ye girmek istemiyorduk. Hepsi Kürt düşmanıydı. Biz nasıl bu partilere girerdik? Ben şahsen gençliğimden beri Komünist Partisi mensubuydum.

—Evet Türkiye Komünist Partisi. TKP’ye en yakın olan parti de TİP’ti. Ne zaman TKP’ye girdiniz?

Anter: Hala Komünist Partisi yasak olduğu için size anlat­amam. Kimlerle girdim? Nasıl girdim? Bu sorular şimdilik kalsın. Ama ilerde inşallah komünist partisi kurulur da, o za­man her şeyi anlatırım.

—Son yıllarda Kürt sorunu çok geniş çevrelerce tartışıl­maya başlandı. Öte yandan Kürtlere yönelik baskı da giderek artıyor. Şimdi, Kürt sorunu ne durumda sizce?

Anter: Bugüne kadar devletin izlediği Kürt politikası çok cahilce oldu, “Kürt yok” diyor. Hala o yolda gitmeye çalışıy­or. Bu olmaz. Kürtlerin varlığını kabul etmekten başka çare yok. Kürdü kabul etmek Türklerin aleyhine değil, yararınadır. Ben bugün yetmiş yaşındayım. Birgün bir yüzbaşı gelip kapı­mı kırdı ve çizmeleriyle yatağımın üstüne çıktı.

Sordu bana: “Adın ne?”

“Musa” dedim.

“Soyadın yok mu?”

“Anter” dedim.

“Haa şu meşhur namussuz Musa Anter”

Ben de ona dedim ki: “Meşhurluğu kabul ediyorum ama, namussuzluğu asla “Sen namussuzsun demek istedim.

Kürtlerin kaybedeceği hiçbir şeyleri yoktur. Bundan da daha kötü bir durumda olamazlar. Televizyonda izliyoruz: Fi­listinliler ölüyor. Mardin’de, Nusaybin’de, Siirt’te biz askere taş atarsak, İsrail askerlerinin Filistinlilere yaptıklarından çok daha beteri başımıza gelir. Kimseyi sağ bırakmazlar. Ben şunu söylüyorum: Türkiye’de Kürtlerin hakları verilmedikçe ne insan haklan olur, ne de demokrasi. Bir memleketin yansı erirse, o memlekette demokrasi olur mu? Güney Afrika’nın beyaz cumhuriyeti gibi olur. Türklere hürriyet olacak da, Kürtlere olmayacak. Kürtler konuşmayacak, yazmayacak. Böyle şey olmaz.

—Şimdi Kürt sorununa sizin anlattıklarınızın da çerçeve­sinde 1960’lardan beri genellikle sosyalistler tarafından olumlu yaklaşım vardı. Onlar da soruna yaklaşırken “sosya­lizm çöker”‘ mantığıyla yaklaşıyorlardı. Bugün Kürt sorunu insani bir sorun düzeyine yükselmişse ve bu sorun çözülmeden sağlıklı bir demokrasi kurulamaz, diyorsak, o zaman şunu diyebilir miyiz; “Kürt sorununun çözümünü istemeyen bırakın sosyalist olmayı, demokrat bile olamaz.”

Anter: Bakın Erdal İnönü ne diyor? “Avrupa düzeyinde bir demokrasi kurulmalıdır.” Peki Avrupa anlamında bir de­mokraside insan haklan var. Kürt nedir? Kürt bir insandır. Dili var. insan hakları beyannamesi, insan kendi diliyle öğre­nim yapar diyor, insan hakları beyannamesinin TBMM’de ele alındığı yıllarda Coşkun Kırca şunları diyordu “Arkadaşlar siz ne yapıyorsunuz? Biz insan hakları beyannamesini kabul edebilir miyiz? Beyannameye göre, herhangi bir devlet kendi toprakları üzerinde her insana kendi anadilinde tevkif müzek­keresi tebliğ eder. Şimdi biz kalkıp Kürtçe tevkif müzekkeresi mi hazırlayalım?”

Lozan Anlaşmasının 38. maddesi ne diyor: “Bilimum Türk tebaası hususi işlerinde, toplantılarda, ticaret sahasında her yerde istediği dili kullanır ve hükümet buna kayıt koyamaz.” Peki sen ne yapıyorsun? Kürtçeyi yasaklıyorsun. Halbuki bu anlaşmanın altında Türk devletinin imzası var. Buna rağmen Kürtçe’yi yasaklıyorsun. Geçenlerde İnönü Hakkari’ye git­tiğinde bir Kürt O’na, “Efendim, Bulgaristan Türkleri geldi, akrabalarının yanlarına gitmelerine izin verildi. Neden Irak’tan gelen akrabalarımızın yanımıza yerleşmelerine izin verilmiyor?”, diye sordu, İnönü, “O başka, bu başka” diyor. Peki nerede kaldı insan hakları? Bazen bu dağdakiler için ne düşünüyorsun diye soruyorlar. Daha önce de açıkladım, insan­lığın, kanunun olmadığı yerde, insan haklarından söz edilme­diği bir yerde başka ne yapılabilir ki?

Tekrar söylüyorum: Bizim anladığımız anlamda bir demok­rasinin kurulması için Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor. Tersi durumda Türkler için bir felaket olur. Zaten Kürtlerin kaybedeceği bir şey yoktur. Her şeylerini kaybetmişler, iran’da, Suriye’de, Irak’ta ve Türkiye’de, her dört parçada da hiçbir insani hakka sahip değiliz.

05 | 04 | 1988
Röportaj: Adımlar Dergisi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz