Yolda Seçme Öyküler: Hançer – Yaşar Kemal

238

yasar kemalTepedeki kızgın güneş, gölgesini ayaklarının dibine koyu bir yuvarlak olarak düşürüyor, her bastıkça ayakları bileklerine kadar yolun kızgın tozları içine gömülüyordu. Üstü başı toz içinde kalmış, boynundan yüzünden süzülen terler tozla karışıp çamur olmuştu. Başına bağladığı mendilin bir ucunu dişleri arasına almış çiğniyor, eliyle de iki yanına işaretler yapıyor, kendi kendine konuşuyordu. Öne doğru yumulmuş, tozları dört bir yanına fışkırtarak hızla yürürken birden durdu. Ağzındaki mendil ucunu hırsla ısırdı. Tükürecek oldu, ağzı kurumuş, dili damağına yapışmıştı.
“Ben,” dedi, “gösteririm ona. Ben hırsızlık yapacak adam mıyım be? İşin ucunda ölüm var.”

Daha hızlı yürümeye başladı. Ayaklarını yakan tozun farkında bile değildi. Sonra, nedense, yoldan çıkıp tarlalara saptı. Ekin sapları ayaklarının altında çatırdıyordu. Uzakta gürültüyle bir harman makinası çalışıyor, ırgatların küfürleri duyuluyordu. Harman makinasının, farkında olmadan, önünden geçti gitti.
Gözleri kısılmış, küçücük yüzü biraz daha küçülüp kararmıştı. Alnının kırışıklıklarını da çamur doldurmuştu. Yürüdüğü toprak yarılmış, yarıklar örümcek ağı gibi dal dal her tarafa yayılmıştı. Ayağının biri bir yarığa girip burkuldu. Müthiş acıdı. Acıdan olduğu yere çöküverdi. Toprak etini kızgın demir gibi dağladı. Sıcağın acısı… Toprağın acısı… Birden hopladı… Bir zaman şaşkın bakındı. Sonra yerden bir tutarn kuru ekin sapı alıp çiğnemeye başladı. Çiğnedikçe sap ağzını kurutuyor, buruyordu. Ağzındakini tükürdü. Sonra bir tutam daha aldı.
Bir de yorulmuştu ki… Sallanıyor, yanına yönüne yalpa vuruyordu.
Zınk diye durdu. Afalladı. Ne oluyor, nereye gidiyordu? Hemencecik aklına geldi: “Namussuz, alçak,” dedi kinle, “sana yaparsam yaparım. Bil ki, ulan, bu işin ucunda ölüm var. Ben hırsızlık yapacak adam mıyım? Bunca yıl Çukurovadayım, namusumla çalıştım.”
Sonra gene daldı. Güneş tepesini kaynatıyordu.
O gün, ikindiye kadar, karşıki yoldan geçenler, tarlaların ortasında, güneşin alnında, dümdüz, pırıltılı bir hasır gibi alabildiğine uzanmış ovada biraz öne doğru eğilmiş adamı kıpırdamadan dururken gördüler.
Adamın gözleri kapalı… Bir ceviz ağacının altında üç yaşında, dişleri bembeyaz, gülen, emekleyen bir çocuk… Çocuk sevinçle anasının boynuna atılır. Çocuk ter içindedir. Yüzünden gözünden terler süzülür. Çocuğun gömleği yırtılmış, çocuk ağlar… Nedense hep ağlar. Sonra genç kadın tarladan döner. Dudakları yarılmış. Yaşlı ana, ak saçlı… Belini tuta tuta bir şeyler söyler… Kurumuş elleri ananın… Kurumuş eller… Eller, Çukurovanın binbir pırıltıyla dönen sıcağının içinden uzanır.
Var gücüyle dişlerini sıktı. “Namussuz… Sana gösteririm… Ben hırsızlık yapmışım ha! Gece yarısı Muharrem Ağanın pamuğunu çalmışım, öyle mi? Beni attırır mısın işten?”
Garbi yeli efil efil esmeye başladı. Gölgesi doğuya doğru bir adam boyu uzamıştı. Ta güneyde, Akdenizin üstünden parça parça ak bulutlar yükseliyordu.

Biraz kımıldadı. Sonra bir adım atıp durdu. Sonra hızla yürümeye başladı. Tarlalardan tozlu yola saptı. Önünden biri gidiyordu. Gözlerini kısıp baktı. Karanlık da yavaş yavaş çöktüğü için, önden gideni bir türlü seçemiyordu.
Adımlarını açtı. Önden gidene yetişip: “Hişt lan!..” dedi.
Öteki döndü.
Beriki sevindi: “Ali lan… Sen misin?” Ali durdu.
“Bu işi iyi yapmadın Hüseyin,” dedi.
Hüseyin: “Ben,” dedi, “ekinin inadına yaptım o işi.”
Ali: “Senin arkandan bir attı tuttu… Demediğini komadı. Hırsız, dedi. Namussuz, dedi. Irgat milletinin şerefini bu adamlardır beş paralık eden, dedi. Ne bileyim ben… dedi oğlu dedi. Sen bu işi yapıp rezil olmamalıydın.”
Hüseyin: “Sövdü mü?” dedi.
Ali:
“Bırak benim yakamı. Ben bilmem orasını.”
“Nasıl bilmezsin?”
“Bilmem…”
“Sövmedi mi?”
“Bilmem… ”
“Daha ne dedi?”
“Bilmem… ”
“Ben onun karısıyla yattım dedi. Öyle mi?”
“Bilmem amma, o çok namussuz adam.”
“Yani yattım dedi!”
“O çok namussuz bir adam.”
“Demek yüz kişinin içinde böyle dedi?”
“Alçağın biridir o.”
“Vay anasını avradını. Böyle ha?”
Ali:
“Tüm Çukurovada ondan namussuz adam bulunmaz. Elci değil, ırgat celladı. Ağaların iti, ırgatların düşmanı… Senin bir çuval pamuğu onca ırgadın içinde Ağaya gösterip seni rezil kepaze etmeseydi olmaz mıydı? Herkese yapar kötülük, bir haklayan çıkmadı. Yapamaz bunu önünde görse erkek adam. Bir de…”
Hüseyin, Alinin kolundan tutup durdurdu. Kan çanağına dönmüş gözlerini delercesine gözlerinin içine dikti.
“De lan,” dedi, “karısıyla yattım dedi mi?”
Ali omuz silkti:
“Bilmem… ”
Hüseyinin elinde birden hançer parladı.
“De lan,” dedi. “De lan!”
Ali dudak büktü:
“Bu hançeri bana çekeceğine… ”
Hüseyin, Aliyi hınçla itip gerisin geri döndü.
Koşuyordu. Tarlalardan, çalılıklardan geçiyor, soluğu kesilip duruyor, sonra yeniden koşuyordu. Bacakları kan içinde kalmıştı.
Arada bir ayın üstünü bir bulut parçası kapatıyor, her bulut gelişte Hüseyinin yüreği hop ediyordu. Hüseyin, ağzı aşağı bir kara çalının karanlığına yatmış, elindeki hançerini sıkıyor, tirtir titriyor, olanca gücüyle geriniyordu.
Ay batıdaki dağlara doğru indi. Hüseyinin gözü karşı karanlık dağlarda, gökteki kocaman ayda. Ay bir türlü batmak bilmiyor.
Biraz ileride, harman yerindeki ırgatlar çoktandır uyumuşlar.
Irgatların ötesinde, harman yerinin sağında, elcinin cibinliği de esen yelle usul usul sallanıyor.
Ay dağların tepesine oturdu kaldı. Hüseyin hançerin kabzasını yakalamış… Uçacak gibi…
Ay iniyor…
Derken ay batıverdi. Hüseyinde bir telaş, bir titreme… Hüseyin sürüne sürüne cibinliğe doğru gidiyor. Soluk bile almıyor.
Usulcana cibinliğin yanına yattı. Cibinliğin içindeki rahat rahat horluyor. Sonra sayıklıyor.
Hüseyin cibinliğin karanlığına boylu boyunca uzanmış… Öteki horlayıp yatakta dönüyor… Hüseyinin hançeri tutan elinde, bileğinde bir sızı… Bilek düşecekmiş gibi… Yüreğinin sesi gürültülü. Hüseyin gürültüden ürktü.
Az ilerde kımıldayan bir gölge… Hüseyin hışımla hançeri toprağa çakıp fırladı.
Düşe kalka köye doğru koşuyordu.

Öykü: Hançer
Yaşar Kemal
Yolda Seçme Öyküler (YKY)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz