Ve Günler Yürümeye Başladı – Eduardo Galeano

180

Ayakkabı
1919’da, devrimci Rosa Luxemburg Berlin’de katledildi. Katiller onu dipçik darbeleriyle öldürüp bir kanalın sularına attılar. O esnada ayakkabısının teki yere düşmüştü. Bir el ayakkabıyı çamurun içinden aldı.
Rosa ne özgürlük adına adaletin, ne de adalet adına özgürlüğün feda edildiği bir dünya istiyordu. Bir el her gün, tıpkı o ayakkabı tekine yaptığı gibi, bu bayrağı da çamurun içinden çıkarıyor.

Seyyar Bellek
İsa’dan önce 47 yılının üçüncü gününde Antik Çağ’ın en ünlü kütüphanesi cayır cayır yandı. Romalı lejyonlar Mısır’ı istila ettiler ve Julius Sezar’ın Kleopatra’nın erkek kardeşiyle giriştiği çarpışmalardan birinde, alevler İskenderiye Kütüphanesi’ndeki binlerce papirüs rulonun büyük bir kısmını kül etti.
Birkaç bin yıl sonra Kuzey Amerikalı lejyonlar Irak’ı istila ettiler ve George W. Bush’un kendi icat ettiği düşmana karşı düzenlediği haçlı seferinde Bağdat Kütüphanesi’nin binlerce kitabı yanıp kül oldu.
Tüm insanlık tarihinde kitapları savaşlardan ve yangınlardan korumaya yönelik şu projenin bir benzeri daha olmadı: seyyar kütüphane, Onuncu Yüzyılın sonlarında Pers ülkesinin büyük veziri Abdül Kasım İsmail’in bulduğu bir fikirdi.
Bu ileri görüşlü adam, yorulma nedir bilmez gezgin, kütüphanesini yanında taşıyordu. İki kilometre uzunluğunda bir kervan oluşturan dört yüz deve, sırtlarında yüz on yedi bin kitap taşıyordu. Develer aynı zamanda eser kataloğu vazifesi de görüyorlardı: her deve grubu Pers alfabesinin otuz iki harfinden biriyle başlayan kitap isimlerini taşıyordu.

Kaynak: Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık

Bir takvim formatında yazılan Ve Günler Yürümeye Başladı, 1 Ocak’tan 31 Aralık’a her gün için yakın tarihte ya da eski çağlarda o gün yaşanan özel bir hikâye anlatıyor. Eduardo Galeano, Aynalar’da olduğu gibi kadın, erkek, iktidar, yerliler, ırkçılık, emperyalizm, kültürler, daldan dala atlayarak; değinilmedik konu, ulaşılmadık coğrafya, çoğaltılmadık ses bırakmıyor.
Sürekli daha ileriye taşımaya çalıştığı minimalist stili ise zirvede. Fazladan tek bir sözcük bile kullanmak istemiyor, her şeyin özüne inmeye çalışıyor: konunun, insanın, sözcüğün, tarihin… Söylemek istediğini mümkün olan en kısa biçimde aktarmak; herhalde Galeano edebiyatının en güzel özeti budur.
Hüzünlü sayfaların ağırlığı kaçınılmaz olsa da geleceğe yönelik umudu her satırda hissettirerek “dünyanın vicdanı” yakıştırmasını Eduardo Galeano’nun ne kadar hak ettiğini, bu kitap bir kez daha teyit ediyor.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz