Cesarete övgü / 1
Nikaragua’da dövüşmüş olan Kolombiyalı Gabriel Caro, bana, yanı başındaki bir İsviçrelinin, bir makineli ateşiyle delik deşik olarak düştüğünü, ama adını kimsenin bilmediğini anlatmıştı. Güney cephesinde olmuştu bu, San Juan Irmağı’nın birkaç gece kuzeyinde, Somoza diktatörlüğünün yenilgiye uğramasından kısa bir süre önce. İsviçrelinin adını bilen yoktu; ta uzaklardan gelip Nikaragua uğruna, devrim uğruna, ayın fethi uğruna ölen o sarışın milisle ilgili olarak hiç kimse bir şey bilmiyordu. Bu İsviçreli düşerken kimsenin anlamadığı bir şeyler bağırmıştı.
“Bin yaşa Bakunin!” diye bağırarak ölmüştü.
Gabriel’in bu anlattıklarını dinlerken belleğimde bir ışık yanıyor.
Yıllar önce Montevideo’da, Carlos Bonavita bana, Uruguay ovalarında yapılan Goşo Savaşları sırasında savaş haberleri kaleme alan bir akrabasıyla ilgili bir olay anlatmıştı: Bu akraba bir çatışmanın geçtiği -hangi çatışma olduğunu bilemiyorum- ırmak kıyısındaki ölüleri saymaktaydı. Ölenlerin hangi taraftan olduğunu başlarındaki banttan anlıyordu. Birden, bir ölüyü sırtüstü çevirince donup kaldı. Bu, gencecik bir askerdi, gözleri hüzün dolu bir melek. Kandan kıpkırmızı kesilmiş kara saçlarına bağladığı beyaz bantta, “Anayurdum ve kadınım için,” yazılıydı. Kurşun, “kadınım” sözcüğünü delip geçmişti.
Cesarete övgü / 2
Bir insanın bir manga asker tarafından kurşuna dizildiğini görüp görmediğini sordum ona. Evet, görmüştü.
El Chino, bir albayın kurşuna dizilmesini görmüştü, 1960 yılının sonunda, La Çabana Kışlası’nda. Batista diktatörlüğüne sayısız cellat hizmet vermişti: acının ve ölümün emrinde, çirkin canavarlar. O albay işte bunların en kötülerinden, en hainlerinden biriydi.
Havana’daki bir otel odasında, bir arkadaş topluluğuyla birlikteydim. El Chino’nun anlattığına göre albay, gözünün bağlanmasını istememiş; son arzusu da sigara içmek olmamış: Bu adam kendi idam törenini kendisi yönetmeyi istemişti.
İlkin, “Hazır ol!” diye bağırmış, sonra, “Nişan al!” Tam, “Ateş!” diye bağıracağı sırada askerlerden birinin tüfeği tutukluk yapmıştı. Albay töreni derhal durdurmuştu. Onu öldürecek olan çift sıra askere, “Sakin olun!” demişti. Askerler öyle yakınındaydı ki elini uzatsa onlara dokunabilirdi.
“Sakin olun!” dedi. “Heyecanlanmayın!”
Sonra onlara gene silahlarını doğrultup nişan almalarını buyurdu. Her şey yoluna girdiği zaman da ateş emrini verdi. Ve düştü.
El Chino bize albayın ölümünü anlattığında kimseden ses çıkmadı. Kalabalıktık, ama hepimiz suskun kaldık.
Yatağın üzerine kedi gibi kıvrılıp uzanmış, kırmızı giysili bir kız da vardı. Adı aklımda kalmamış. Bacaklarını anımsıyorum. o da bir şey demedi.
Ortada iki-üç şişe rom dolaştı, sonra herkes gidip yattı. Kız da gitti. Ama eşikten El Chino’ya bakıp gülümsedi ve, “Teşekkür ederim,” dedi. “Ayrıntıları bilmiyordum. Anlattığınız için sağ olun.”
Sonradan öğrendik ki o albay, kızın babasıymış.
Onurlu bir ölüm her zaman iyi bir hikâye malzemesidir, bir alçağın onurlu ölümü bile olsa. Bu hikâyeyi yazmak istedimse de yazamadım, sonra zaman geçti ve ben olayı unuttum.
Kız derseniz, bir daha onunla ilgili hiçbir şey duymadım.
Cesarete övgü / 3
Sergio Vuskoviç, bana José Tohâ’nın son günlerini anlatıyor:
“İntihar etti,” demişti General Pinochet.
Resmî basından bir gazeteci, “Hükümet kimsenin ölümsüzlüğünü garanti edemez,” diye yazmıştı.
General Leigh, “Sinirleri yüzünden zayıf düşmüştü,” diye açıklamada bulunmuştu.
Şili’nin generalleri, Tohâ’dan nefret ediyorlardı. Tohâ, Allende hükümetinde savunma bakanlığı yapmıştı ve generallerin sırlarını biliyordu.
Bir toplama kampında tutsaktı, güneyin de güneyine düşen Dawson Adası’nda.
Tutsaklar burada zorla çalıştırılıyordu. Yağmur altında, karda çamurda taş taşıyarak duvar örüyor, boru döşüyor, direkler dikip tel örgüler geriyorlardı.
Bir sekseni aşkın boyuyla Tohâ ancak elli kilo ağırlığındaydı. Sorguya çekilirken sık sık bayılıyordu. Sandalyesine bağlanmış, gözleri de örtülü olarak sorguya çekiyorlardı onu. Ayıldığı zaman Tohâ konuşacak gücü kalmadığı halde gene de fısıldıyordu:
“Dinle, subay.”
Sonra gene fısıldıyordu:
“Bin yaşasın bu dünyanın yoksulları!”
Günün birinde, kışlada günler günü kıpırdayamadan yattıktan sonra ayağa kalktı. Bu onun son ayağa kalkışı olacaktı.
Hava her zamanki gibi son derece soğuktu, ama güneş parlıyordu. Biri Tohâ’ya bir fincan mis gibi sıcak kahve getirdi; Gardel adındaki kara adam da onun için ıslıkla bir tango söyledi, Tohâ’nın pek sevdiği o eski tangolardan biri.
Bacakları titriyor, attığı her adımla dizleri çözülüyordu, gene de Tohâ o tangoyu duyunca kalkıp dans etmeye başladı. Bir tavan süpürgesiyle dans etti. İkisi birbirinden sıska. Tohâ süpürgenin sapını o ince, soylu yüzüne bastırmış, gözlerini hazla yummuştu. Derken bir dönüşte yere yığılıp kaldı, kırık dökük, bir daha da kalkamadı.
O nu bir daha gören olmadı.
Cesarete övgü / 4
Küçük hesaplı Sağ ile püriten Sol, çabalarının pek çoğunu, Salvador Allende intihar etti mi, etmedi mi, diye tartışarak harcadılar.
Ailende, Başkanlık Sarayı’ndan ancak ölüsünün çıkacağına yemin etmişti. Latin Amerika’da gelenektir bu, hepsi böyle derler. Sonra da, bir hükümet darbesi olur olmaz, ilk uçakla ülkeden kaçarlar.
Saatler süren ateş ve bombardımandan sonra Allende hâlâ içeride, yıkıntıların arasında savaşmaktaydı. Derken, kendisiyle birlikte direnmeyi sürdüren en yakın dava arkadaşlarını yanına çağırdı.
“Siz aşağıya inin. Ben şimdi geliyorum.”
Arkadaşları ona inanıp gittiler. Yanan sarayda Allende yalnız kaldı.
Tetiği kimin parmağının çektiği pek mi önemli?
Eduardo Galeano
Kucaklaşmanın Kitabı