Hitlerin Son 13 Günü: Adolf Hitler Nasıl Öldü? – Savaş Özpınar

Sığınağın içindeki Adolf Hitler, sonuna kadar ümidini yitirmemiştir. O, Alman zaferine inanmaya devam ederken, Ruslar Berlin’i çepeçevre kuşatıyorlardı. Sovyet askerleri başkentin dörtte üçünü işgal ettikleri anlarda, Hitler hâlâ Wenck’i imdada çağırıyordu.

Wenck gelecek, düşmanı kendi ülkesine kadar kovalayacaktı. Ortada yalnız Adolf Hitler’in hayalleri kalmıştı. Oysa gerçek, apaçık ortadaydı. Ama o, yine de yenildiğini kabul etmiyordu.
Bu sırada bir mesaj geldi. Wenck ordusunun artık mevcut olmadığı bildiriliyordu.
Führer susmuştu. Odasına çekildi. O uzaklaşırken, General Krebs, Bormann, Goebbels arkasından bakmışlardı. Führer’in boğazı sanki tıkalı gibiydi.
28 Nisan’da, gece yarısından az önce Hitler, Eva Braun’un eniştesi Fegelein’i kurşuna dizmişti. Adamın tek suçu, yaşamak istemesiydi. Sığınaktan çıkıp gitmek istemişti.
Bunun üzerinden üç çeyrek saat geçti. Saat gece yarısından sonrayı gösteriyor; 29 Nisan başlıyor ve Hitler, Eva Braun ile nikâhlanıyordu.
Bundan sonra geçen zaman zarfında Führer, sekreterlerden biri olan Bayan Zunge’ye vasiyetnamesini dikte ettirmiştir: “Önümüzdeki asırlarda, şehirlerimizin harabeleri, kurbanımızın gerçek mesulleri olan uluslararası Yahudiliğe karşı nefreti muhafaza ve iade edecek.”
Kendisi, beyan ettiğine göre, savaş istememişti.
Bu sırada içeriye dostları giriyor, nikâh tebriklerinde bulunuyorlardı. Bu anlarda Hitler dikte ettiği metni kesiyor, duruyordu. İşte o şimdi evli bir adamdı. Arka arkaya şampanyalar açıldı. Führer’in özel hizmetinde görevli olan Linge şöyle anlatmıştır: “Her gelen Eva’yı tebrik etti. Şampanya kadehleri arasında Eva, durumdaki vehameti unutur gibi olmuştu. Hitler’e gelince, o hayli donuk görünüyordu. Zihnen orada değildi. Ayrılacakları zaman Hitler şöyle konuştu: “Nastional Sosyalizm öldü. Partiyi kaybettik. Şimdi geriye yapılacak tek iş kalıyor: Haysiyetmizle ölmeliyiz!’”
Hitler’in sesi sakindi…
Sığınağın bütün sakinleri, Hitler’in 28 Nisan’ı 29 Nisan’a bağlayan o gece öleceğine ihtimal verdiler. Ama Hitler 29 Nisan sabahı sağdı, ayaktaydı.
Daha sonraları, Berlin’de Fransız hükümeti istihbarat şefi Michel Beauquey ve Berlin’deki Fransız mahkemesi başkanı Victor Ziegelmeyer “30 Nisan’daki Kayıp Adam” adlı bir eser yayınlamışlardır. Bu kitapta yazarlar, sığınakta oturan Hitler yakınlarının 29 Nisan gününü bekleyişle geçirdiklerini belirtmektedirler. Oysa, bu yeraltı hapishanesindeki hayat akışında hiçbir değişiklik olmamıştı. Küçük memurlar yedekleri hazırlıyor, makinede yazı yazıyor, bütün işleri kontrol ediyorlardı.
29 Nisan akşamı Hitler, sığınakta bulunan bütün kadınları yanına çağırdı. Bunlar oda hizmetçileri, aşçılar ve sekreterlerdi. Onları yemek salonunda toplamıştı. Kadınlarla görüşmesi yanında birkaç subay bulunduğu halde 30 Nisan günü saat 14:00 sıralarında oldu.
Acaba onlardan taziye mi bekleniyordu? Her birinin elini birer birer sıktı. İngiliz istihbaratçısı Prof. Trevor Roper’e göre Hitler o anda çok dalgındı. Gözleri biraz dışarı fırlamış gibiydi. Gözlerinin içinde damlalar titreşiyordu. Tüm bu detayları sağ kalanlar anlatmıştı.
Odada bulunanlardan bazıları ona bir şeyler söylemek istedi ama o cevap vermedi ya da anlaşılmaz bir şeyler söyledi. Sonra hepsi çekildi ve Hitler yalnız kaldı.
Hizmetkârı Linge şöyle demiştir: “Son gecesini ayakta geçirdi. Sığınak içinde, odası ile konferans salonu ve benim odam arasında gitti geldi.”
Yine Linge’nin anlattığına göre sabah saat altıda Hitler, Bormann’ın sekreteri Krüger’i çağırdı ve “Zehri Blondi üstünde deneyin.” emrini verdi. Blondi, onun sevgili Alman çoban köpeğiydi. Kruger, içinde siyanür kapsülü bulunan bir et parçasını köpeğe verdi. Köpek eti yedi ve sonra kaskatı gerildi; ölmüştü. Ancak başka tanıklar Blondi’nin 29 Nisan öğleden sonra diğer iki köpekle birlikte öldürüldüğünü söylüyorlar.
Hitler, odasına döndü.
30 Nisan sabahı Hitler saat ona doğru göründü; yepyeni bir üniforma giymişti. Elbisesinin üstündeki altın parti rozeti parlıyor, demir haç nişanı ile 1914-1918 yıllarının madalyası bulunuyordu.
Oturdu, öğle yemeğinde karısı Eva Braun’la birlikte bir şeyler yedi. Yemekten sonra Führer dairesinden çıktı; vedalaşacaktı. Linge: “Mesai arkadaşlarının en yüksek rütbelisinden en mütevazı hizmetkâra kadar hepimiz oradaydık. Führer, Borman ve Göebbels ile kısa bir süre konuştu.” diyor.
Lenge’ye göre az sonra Borman, orada bulunan bir tanık tarafından öldürülecektir. Goebbels, karısı ve çocukları ile birlikte intihar edecektir. Linge şöyle devam ediyor:
“Hitler, bayan Göbbels’in önünde durdu. Onu, kocası ve kendisi ölmeden önce altı çocuğunu öldürmeye karar verdiği için tebrik etti. Göğsündeki parti rozetini çıkardı, kadının elbisesinin üstüne iğneledi, sonra ona iki kolu ile sarıldı ve kucaklaştı. O anda herkes, heyecanların en büyüğünü duymuştu. Bana: ‘Elveda Linge.’ dedi. “Dünyada beni, sizden iyi tanıyan belki yoktur. 1935’ten beri bir gölge gibi yanımda çalıştınız. Sizin yaşamanızı isterim. Ama, benim hakkımda neler söyleyecekler! Beni en şerli adam gibi gösterecekler, öyle anlatacaklar. Savaştan galip çıkanlar, insafsız olacaklar; o hatırayı şerefsiz hale getirebilmek için her şeye başvuracaklar. Ama bu kasırga geçecektir. Birkaç kuşak sonra bana hak verilecek…’”
Linge, ölüme giden efendisini son bir defa sağ elini kaldırarak selâmladı. Sonra Eva Braun yaklaştı Linge’nin yanına: “Elveda Linge! Bütün geçmiş hizmetlerinize teşekkürler ederim. “ dedi.
Kadının benzi uçuklaşmış, hatta sararmıştı. Şöyle devam etti:
“Sizden bir lütufta daha bulunmanızı rica edeceğim. Buradan çıktığınızda, şayet kız kardeşimle görüşebilirseniz, kocasının kurşuna dizildiğini sakın söylemeyin ona… Kocasını Ruslar’ın öldürdüğünü söyleyiniz.”
Linge söz verdi. Hitler ve eşi dairelerinde çekildiler. Bundan sonrasını yine oda hizmetçisi Linge şöyle anlatmıştır:
“Onların odasına iki tabanca bırakmıştım. Tabancaları kendim şarjörledim. Böyle yapmam için bizzat Führer’den emir almıştım. Tabancalardan biri 7.65’lik bir Walter’di. Bu modeli polisler kullanır. Öteki tabanca 6.35 kalibrelikti ve Eva Braun tarafından kullanılacaktı. Yahut da büyük tabanca iyi işlemezse, küçük yedek olarak kullanılacaktı. Zamanı geldi. Birden bir silâh sesi duyduk. O anda saat 15.35’i gösteriyordu. Bundan sonra silâh sesi duymadık. On beş dakika bekledim. Emin olduktan sonra odaya girdim. Führer, divanın üstünde oturmuş vaziyetteydi. Sağ şakağına 7.65’lik tabanca ile bir kurşun sıkmıştı. Bu kurşun, daha sonraları rivayet edildiği gibi ağzına sıkılmış değildir. Tabanca yere, ayakları önüne düşmüştü. Akan kan, halı üstünde küçük bir dere meydana getirmişti. Onun yanında uzun kanape üstünde Eva Braun yatıyordu. O, zehir almayı tercih etmişti.”
Ancak eski bir Sovyet subayı olan Rus yazar Lew Bezymenski’nin eserinde iddia ettiğine göre, olay böyle cereyan etmemiştir. Bezymenski, bir Sovyet gizli istihbarat servisi subayıdır. Berlin’e ilk girenler arasındadır. Bu yazar, Hitler’in ölümü ile ilgili eserinde birçok belge yayınlamakta ve olayların hem stratejik, hem politik izahatını, düşünce ve duygularına göre yapmaktadır.
Bezymenski’ye göre olay şöyle gerçekleşmiştir: Hitler asla tabanca kullanmamıştır. O da, Eva Braun da siyanur ampulleriyle intihar etmişlerdir. Gerçi tabanca patlamamış değildir; fakat bu tabancayı Hitler değil, oda hizmetçisi Linge kullanmıştır. Linge, efendisinden aldığı emir üzerine bir süre odaya sonra girmiş, Hitler ile Eva Braun’u zehirlenmiş ve ölmüş bir halde görmüş, yine evvelce efendisinden aldığı emire uyarak, onun şakağına kurşunu sıkmıştır.
Bunları anlattıktan sonra Bezymenski’nin ima ettiği hüküm şudur: Hitler kendi şakağına kurşun sıkacak derecede bir iradeye sahip değildi ama bir şövalye gibi ölmek istiyordu. Zehiri tercih ettiğinin bilinmesine râzı değildi.
Sovyetler’in askerî adlî tabipleri tarafından yapılan otopsi sonuçlarını belirten zabıtlar da, Hitler ve Eva Braun’un cesetlerinden acı bir badem kokusu duyduklarını belirtmektedir. Bunun delâlet ettiği mânâ, ikisinin de siyanür aldığıdır. Şu ihtimal de akla getirilmiş, fakat reddedilmiştir: “Acaba Hitler önce zehri aldı, sonra tabanca mı kullandı? “
Uzmanlar bunu kabul etmiyorlar. Çünkü siyanürün tesiri dehşet verici ve süratlidir. Derhal öldürmektedir.
Şimdi yine, oda hizmetçisi Linge ile şoför Kempka’nın ifadelerine bakalım: Şoför Kempka sığınağa geldiğinde olanı biteni görüyor. Görüyor ki Axmann, cesetlere bakakalmış, düşünmektedir. Axmann, Hitler Gençliği şefidir. Şoför sonra Linge ile doktor Stumpfegger’i görüyor. Doktor sığınakta görevlidir. Linge ile doktor, Führer’in naaşını bir örtüye sarmışlardır. Yaralı ve kanlı başı saklıyor, görünmesini istemiyorlardı. İkisi cesedi kaldırıp taşıdılar. Bir de Bormann var. O da Eva Braun’un naaşını kollarına almış taşıyor. Eva’nın üstünde siyah elbise var. Ayağında, bir gün önce evlilik töreninde giydiği karaca derisinden ayakkabılar var. Linge: “Sığınağın zırhlı kapısına çıkan kırk basamağı yavaş yavaş bitirdim.” demektedir. O anda şoför Kempka, Eva Braun’un Bormann’dan nefret ettiğini hatırlamıştır. Oysa, işte şimdi Bormann, Eva’yı kollarında taşımaktadır! Şoför ansızın müdahale ediyor; yaver Gueusehe’ye: “Sen Führer’le meşgul ol, ben Eva’ya bakayım.” diyor.
Doktor Stumpfegger ile Linge, sığınağın zırlı kapısını aşarak Şanselöri’nin bahçesine vardıkları zaman, cehennem kapısından girdiklerini sanıyorlar. Onlara göre bir bombalama hiçbir zaman bu şiddette olmamıştır. Bu bir demir ve ateş tufanıdır. Stumpfegger ile Linge, Adolf Hitler’in cesedini zırhlı kapının üç metre ilerisine bıraktıktan sonra, hemen geri dönüyor, kendilerini sığınağın içine atıyorlar.
Guensche ile Kempka’ya gelince; onlar da Eva’nın cesedini Hitler’inkinin yanına koyuyorlar. Kempka ile yanındakiler, hemen benzin bidonlarını iki ceset üstüne boşaltıveriyorlar. Bu arada Linge bir kâğıt parçasını benzine buluyor ve üstlerine benzin dökülmüş cesetlere atıyor. İki-üç metre boyunda muazzam alevler yükselmeye başlıyor. Cesetler yanmakta, Nâzi ileri gelenleri da Nazi selamı vererek dimdik selâmlamaktadırlar. Sonra sığınağa çekiliyorlar. Bunlardan biri, az sonra cesetlerin yanmaya devam ettiğini gördüğünü söylemiştir. Bu görgü şahidi bir S.S olan Erich Mansfield adında bir muhafızdır. Hatta, ara sıra sığınaktan adamlar çıkmakta ve ateşin devamı için cesetler üstüne benzin dökmektedirler. Muhafız, nöbeti sona erince yerini alacak olan S.S. Karnau ile birlikte gidip cesetlerin yanışını seyretmiştir. Söylediğine göre, Hitler’in vücudunun alt kısmı tamamen yanmıştı. Bir saat sonra Mansfield cesetleri yeniden görmüştür. “Yine yanıyorlardı, fakat hiç alev yok gibiydi.” diyor.
Cesetleri ateşe vermesinden sonra Bormann’ın sekreteri Kruger gelir, oda hizmetçisi Linge’yi bulur. Linge buna kendisinin cesetleri tutuşturmasından “Bir saat sonra” diyor ama daha çok zaman geçtiği muhakkak. Krüger, patronu Bormann’a: “Cesetlerin yanışı başarılı olmadı.” diyor ve şunları ekliyor: “Hitler’in yalnızca başı yok olmuş. Dökülen benzini örtü ile toprak emmiş!”
Bu durum karşısında Hitler ile Eva’nın naaşlarını toprağa gömmeyi Linge kararlaştırıyor, emrediyor. Bu konuda Linge, Gleit komando üyelerinden birine şöyle diyor: “Cesetlerin yanında bombaların açtığı büyük bir çukur var. Onu kullanın, oraya gömün.”
Bu hususta Mansfeld ve Karnau’da konuşmuşlardır. Mansfeld, 30 Nisan günü gece yarısından az önce, kuledeki nöbetine girmişti. Rus bombaları hiç durmadan yağıyordu. Gök kıpkızıldı. Bu kızıllığın sebebi, şehirde çıkan yangınlardı. Mansfeld, o arada bir bomba çukurunun dolduğunu, cesetlerin de ortadan yok olduğunu farkeder. Bunun üzerine çukurun bir mezar haline sokulduğuna hükmeder. Zira bombaların açtığı çukurlar dikdörtgen şeklinde muntazam çukurlar değildir. Ayrıca o bombalar, toprağı bu kadar muntazam şekilde bir tarafa yığamazdı. Karnau’ya gelince, arkadaşlarından birinin kendisine şöyle dediğini naklediyor: “Subayların hiçbiri Führer’in cesedi ile ilgilenmiyor, hiçbiri ne olduğunu merak etmiyor. Nerede olduğunu ben biliyorum. Bununla da övünüyorum.”
Hitler’in ölümünün üstünden yıllar geçti ve Sovyet Rusya’da Stalin ölünceye kadar bu esrar böylece kaldı. Stalin öldükten sonra diller biraz olsun çözüldü.
1965 yılının başlarında, Almanya’da yayınlanan ünlü Der Spiegel dergisi yazarlarından Erich Kuby, Sovyet Asker Klimenko’yu konuşturmuştu. Yarbay Klimenko, 1945’te Hitler ve etrafındakileri aramaya memur edilen komando birliğinin kumandanıdır. Klimenko, Hitler’in cesedini bulmuştur. Şanselöri’ye, Klimenko ve birliğinin girişleri 4 Mayıs 1945 günüdür. Verilen bilgiye, tutulan zabıtlara göre Hitler 30 Nisan 1945’te sığınağında ölmüştür. Yakılan, ancak kötü yanmış olan Hitler’in cesedi daha sonra bir bombanın açtığı çukuru mezar haline getirilerek içine konmuştur. Sovyet Birlikleri tarafından az zaman sonra Şanselöri önündeki bu çukur bulunmuştur. Sovyet askerî adli tabipleri ceset üzerinde otopsi yapmışlar ve otopsi neticesinde cesedin Hitler’e ait olduğunu belirtilmiştir.
Stalin öldükten, diller çözüldükten sonra bile Sovyet Rusya’da her gerçeğin ifade edilmesi uygun olmuyordu. Meselâ, eski asker yeni yazar Bezymenski, eserinde Hitler’in öldüğünü ispatlıyor da, o zamana kadar bu gerçeğin niçin saklı tutulduğunu ve Stalin, Zukov ve Tuğgeneral Berzarin’in hangi sebeple “Hitler sağdır” dediklerini belirtmiyor.
Ruslar, sahte Çar Dimitri hikâyesini herkesten iyi bilirler. Çar Dimitri’nin kendisi olduğunu iddia eden bir sahtekar Rus tarihine geçmiştir. Bezymenski, bunu düşünüyor olmalıdır. Düşünmüş çünkü nasıl olsa bir gün bir adam çıkacak “Hitler benim!” diyecekti. Böyle bir sahtecilik Rus makamları elindeki belgelerle anında önlenir. Anlaşılan Stalin, Zukov, Berzanin, bu sebeple, o belge ve delilleri saklı tutmuşlar ve ayrıca Hitler’in sağ olduğunu söylemişlerdir. Ancak, Bezymenski’nin ileri sürdüğü bu saklama sebebi, bir okuyucu için asla makbul bir sebep değildir.
Hitler’e ait belge ve deliller gözden geçirilirken üzerinde fazla durulmamış bir olaya da işaret etmek yerinde olur.
Bir taraftan Hitler’in 30 Nisan 1945’te öldüğü, Sovyet Birlikleri’nin 2 Mayıs’ta girdikleri Berlin’de, Şanselöri’de, sığınağın üç metre ilerisindeki mezar şekline sokulmuş bir çukurdan Hitler ile Eva Braun’un cesetlerinin çıkarıldığı zabıtlarla tasdik edilmiş bulunurken, bir yandan da 1946 Ocak ayında bir başka olay cereyan etmiştir. Bu olayı anlatan bir Fransız subayıdır. Fransız Subayı Rathenau, bu olayı yakın tarih yazarı Alain Denaux’ya anlatmıştır. Olay önemli görünmektedir şöyledir ve şöyledir: Tarih 17 Ocak 1946. Berlin’de kontrol heyeti var. Bu heyette Fransızlar da bulunuyor. Sovyet işgal makamlarından Fransızlar’ın bu heyetteki kurmay karargâhına telefon ediliyor. İstenilen şu: Öğle vakti, saat on iki de, Berlin’de, Reich Şanselörisi önünde buluşmak üzere bir Fransız temsilcisi subayının gönderilmesi.
Bu gibi dâvetlere kurmay heyetleri sık sık muhatap olmakta ve herhangi bir subay gönderilmektedir. Bu defa Fransız karargâhından teğmen Rathneau memur ediliyor. Ruslar, Fransız teğmeni, şanselörinin bahçelerinde dolaştırıyorlar. Adam buna biraz hayret ediyor. Fransızı karşılayan Rus subayı Amerikalılarla İngilizler’in de dâvet edildiklerini belirtiyor Rathneau’ya. Bu sebeple yarım saat bekleniyor ama gelen olmuyor. Bunun üzerine Sovyet subayı, Fransız subayını şanselöriye yalnız olarak götürüyor. Bu arada, bu görevin gizli olduğunu da belirtiyor. Öyle ki, Rathneau meraklanmaya başlamıştır. Devamını şöyle anlatıyor:
“Parkı geçtikten sonra, Şanselöri sığınağı kapısı önüne geldik. Bu kapının yarısı topraktan aşağıdadır. Sığınağın kapısı açıktı. Solda, duvara paralel durumda çukurlar vardı. Bu çukurlar doldurulmuştu. Doldurma çalışmasını, ellerinde kürek ve kazmalar olan Alman esirler yapıyordu. Bunlara, Almanca konuşan bir Soyvet teğmeni emir veriyordu. Kapatılmış iki çukur yerden yükselen siyahlıklara tam karşı noktaları teşkil ediyorlardı. Bu siyahlıklar yer içinde yakılmış yağlı bir maddenin izleri olmalıydı. Bu izleri alevler bırakmıştı. Orada hazır bulunanlar içinde birçok Sovyet subay ve hekimi ile Alman esirler vardı. Esirlerden bir tanesi apoletleri sökülmüş bir subaydı. Adı Lucke olarak tanıtıldı. Lucke, Hitler’in eski muhafız birliğine mensuptu. Bir diğer esir sivil kıyafetliydi. Bunun da adı da Doktor Zunge’ydi. Onun yanında kumandan Pfluz adında bir S.S. subayı vardı. Bu da Hitler Şanselörisi’ne yöneticilerden biriymiş. Saat 13.15’te çalışmalar yeniden başladı. Lucke geri kalanlara bazı izahatlar veriyor, bazı noktaları gösteriyordu. Yirmi dakika sonra, askerlerin elinden âletleri alındı. Bundan sonrasını, toprağı elleriyle kazarak yapacaklardı. Yerin bir metre on santimetre altından itibaren, kararmış ölüler gözükmeye başladı. Bu ölüler toprağın rutubetini içmişlerdi. Kapının beş-altı metre ötesindeki çukurdan önce bir ceset çıkarıldı. Vücut yanmış ve kıvrılarak kapanmıştı. Hekimler bu kıvrılmış cesedi incelediler. Bir fotoğrafçı resimler çekti. Bu, bir kadın cesediydi. Bundan sonra ikinci cesetle meşgul olundu. Bunun yeri, kapıya daha yakındı. Bu vücut içine kapanmış, kıvrılmış değildi. Dümdüz yatıyordu. Ayrıca kalıntılar görünür şekilde ve ileri derecede parçalamış, ayrılmıştı. Bazı kemikler çıplaktı, etsizdi, sarı ve turuncu renkteydi. Ağız yarı açık duruyordu, fakat içi toprak doluydu. Kafatasının üst kısmı yoktu. Hekimler, bu vücudun bir erkeğe ait olduğunu beyan ettiler. Doktor Znuge adındaki dişçi, cesede yaklaştı. Ağzı topraklardan temizledi. Sonra cebinden bir karton çıkardı, dişlerin resmi ile, önünde duran cesedin çenesini kıyasladı. Zunge’nin yüz hatları ve yüz hareketlerine bakılırsa, inceleme olumlu sonuç vermişti. Bunun üzerine Yarbay Rykov, en ufak bir şüpheye mahal olmaksızın, şu anda Hitler’in cesedi karşısında bulunduğumuzu söyledi. Kadının cesedine gelince, bunun da Eva Braun’a ait olduğuna hükmedildi; fakat dişçi kesin bir şey söyleyememişti. Çünkü kendisinde Eva Braun’un diş ölçüleri yoktu. Ayrıca o anda hiçbir belgeye sahip değildi.”
Bundan sonra vücutların filmi çekilmeye başlanır ve bir Rus subayı, Fransız teğmeni Rathneau’yu oradan alıp götürür. Rus subayı, Fransız subayına gayet nâzik bir dil ve incelikle: “Herhalde, gününü boşuna geçirmiş sayılmayacağını” belirtir.
Bu hâdise hayli düşündürücüdür. Fransız teğmeni Rathneau’nun anlattıkları ve ölümünden sonra da evinde belgeler arasında çıkan bu olaya dair yazılar, Hitler’in öldüğünü, cesedinin topraktan çıkarıldığını ifade ediyor ama Ruslar’ın sonradan ortaya koydukları zabıtlara pek uymuyor.
Ruslar, cesetlerin Mayıs 1945’te bulunup çıkarıldığını belirtiyorlar. Rathneau, kendisinin 17 Ocak 1946’da çağırıldığını, kendisine Hitler’in cesedi olarak tanımlanan bir ceset gösterildiğini anlatıyor.
Ayrıca, Rathneau’dan rapor almış olan Fransız makamları bu konuda o günden bu yana hiçbir açıklama yapma zorunluğunu duymamışlardır. Tuhaf bir olay da, İngilizler ile Amerikalılar’ın o gün dâvet edildikleri halde gelmeyişleri.
Eldeki bilgilere göre, Amerikan, İngiliz ve Fransız istihbarat teşkilâtları incelemeleri bitirmiş bulunuyor, hepsi de Hitler’in öldüğüne hükmediyorlardı zaten. Bunu, Moskova da bildirmişti.
Belki de 1946 Ocak ayında Ruslar, Hitler’in öldüğünü delilleri ile ortaya koymuyorlardı ama dünya kamuoyuna açıklanma eğilimi gösteren “Hitler sağdır” uydurmasının da inandırıcı bir hâl almasını istiyorlardı. Zira böyle bir kanaat Almanları tekrar tehlikeli bir hâle sokardı. Belki de bunun için Fransızlardan bir temsilci çağırıp böyle bir senaryoyu uygulamışlardır.
Bir de şu sorunun cevabını arayalım: “Kimdir bu Doktor Junge?” Bu cevabı ne yapsak bulamayacağız. Çünkü Hitler’in doktorları arasında, Doktor Junge adında biri yoktur. Hitler’in dişçisi Blaschke adında biridir. Asistanı ise Doktor Bruck’dur. Hitler’in dişleri ile meşgul olmuş üç doktor daha vardır ve bunlar arasında Jung adında bir kimse mevcut değildir.
Fransız teğmeni Rathneau’ya gelince, böyle bir asker vardır ve hatta yakın tarih yazarı Alain Decaux’ya, daha önce de belirttiğimiz gibi bunları anlatmıştır. Decaux, bu askere son derece itimat etmektedir. Henri Rathneau adındaki Fransız subayı, 1944’te Paris’e giren Leclere tanklarına kumanda eden teğmenlerden biridir ve ülkesinde bir savaş ve direniş kahramanı olarak tanınmaktadır.
Öncelikle, Sovyetler’in Hitler’i yaşıyor göstermek suretiyle başvurdukları aldatma ve yanıltma oyununun bir dereceye kadar anlamak mümkün.
Stalin 1945 yılında Faşizm ile savaşa devam etme taraflısıydı ve müttefiklerin de kendisini izlemelerini istiyordu. Hitler’i sağ göstermek suretiyle, tehlikenin henüz geçmediğini anlatmış oluyor, alarm düdüklerinin ötmeye devam etmesini istiyordu.
Stalin, “Hitler sağdır” deyince, her Sovyet vatandaşı da ister istemez “Hitler sağdır” derdi. Ayrıca Ruslar, Hitler’in öldüğünü yakinen bilen Doktor Kunz, Eritz Echmann ve Kâte Heusemann gibi kişileri Rusya’ya sevketmiş, orada on yıl tutmuşlardır.
Fakat gün geldi, Sovyetler kendi iddialarına esir düştü. O iddia kapanı onları kıstırmıştı. Bir türlü “Hitler öldü” haberi çıkmıyor, buna karşılık çeşitli rivâyetler, onu sağ ve kaçmış olarak anlatmak istiyordu.
Ruslar, Hitler’in öldüğünü saklamayı düşündükleri zaman içinde, belki de böyle rivâyetlerin güç tekzip edilir bir hal doğurabileceğini önceden kestirmiş ve her ihtimale karşı “çok gizli” kaydıyla, Fransızlara bir senaryo tertip ederek, topraktan Hitler’in ölüsünü çıkardıklarını tescil ettirmek istemişlerdir. Teğmen Rathenau’nun gördükleri de belki bu oyundur ve muhtemeldir ki, kim olduğu bilinmeyen Doktor Junge’nin “Bu Hitler’dir” demesine rağmen, topraktan çıkarılan ceset Hitler’in cesedi değildir. Çünkü, şimdi yayınladıkları zabıt belgelerine göre Ruslar, Hitler’i 4 Mayıs 1945’te çukurdan çıkardıklarını, hatta sonra da otopsiyi müteakip yaktıklarını ifade etmektedirler.

Savaş Özpınar
Hitlerin Son 13 Günü

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz