“UYUMAK, DÜNYADAN ÇEKİP ALMAKTIR KENDİNİ!” MERHAMETLİ CELLAT – BORGES

MERHAMETLİ CELLAT

Dostoyevski’nin romanını okuyanlar, bir anlamda, kendilerini Raskolnikov’un yerine koyarlar ve “işlediği cinayeti” kendi özgür istemiyle işlemediğini, önleyemediği bir dizi olayın onu cinayeti işlemeye zorladığını bilirler. Öldüren adam katil değil, çalan adam hırsız değil, yalan söyleyen adam sahtekâr değildir, hüküm giyenler bunu bilirler (daha doğrusu hissederler); bu anlamda adaletsiz olmayan ceza yoktur.

Francesca’yı cehenneme gönderen de Dante (bu herkesçe bilinir), günahının öyküsünü sonsuz acıma duygusuyla dinleyen de yine Dante. Bu uyuşmazlık nasıl düzeltilebilir, nasıl haklı gösterilebilir? Bana olası dört varsayım var gibi geliyor.

Birincisi teknik bir varsayım. Dante kitabının genel kurgusuna karar verdikten sonra eğer günahkâr ruhların itiraflarını daha çekici bir dille anlatmazsa kitabın bir adlar kataloğuna ya da bir topografya betimlemesine dönüşebileceğini düşünüyor. Bu nedenle Cehennem’in her dairesine ilginç bir öykü anlatacak ve çok eskilere gitmeyen bir günahkârı konuk ediyor. (Dante’nin cehennemindeki konuklarını sıkıcı bulan Lamartine Komedya’yı Gazette Florentine’e benzetiyor). Dante’nin bu amacı göz önüne alındığında itirafların dokunaklı olması doğal, üstelik böyle olmasında bir sakınca da yok, çünkü yazar anlatıcıyı Cehennem’e kapatmakla günahkarlara arka çıkmak, onlarla işbirliği içinde olmak gibi suçlamalardan kurtarmış oluyor kendini. Bu varsayım (Croce Dante’nin böylece tanrıbilimi konu alan kısır bir romana şiirsel bir dünya kattığını öne sürüyor) belki de gerçeğe en yakın olanı, ama aşağılık ve sefil bir yanı var ki usumuzda yarattığımız Dante ile hiç uyuşmuyor. Ayrıca Komedya gibi bu denli çapraşık bir kitaba böylesine basit bir yorum getirilemez.

İkinci varsayım, Jung’un öğretilerinden yola çıkarak,  yazında yaratılanla da düşleri bir tutuyor. Bugün bizim düşümüzdeki Dante Francesca’nın çektiği acıları ve ona duyduğu merhameti düşünde görüyor. Schopenhauer düşlerde gördüklerimizin ve duyduklarımızın, her ne kadar kökleri benliğimizde olsa da, bizi şaşırtabileceklerini söylüyor, o zaman Dante de düşünde gördüklerini her ne kadar imgeleminde yaratmış olsa da gördüklerinden acı duyabilir. Bu bağlamda Francesca’nın yalnızca ozanın yansıması olduğunu söyleyebiliriz; aslında cehennemde geziye çıkan Dante de yazar Dante’nin yansıması. Ancak korkanın bu varsayımın da yanıltıcı bir yanı var, çünkü kitaplara ve düşlere ortak bir köken yakıştırmak bir şey, kitaplarda anlatılan düşler arasında bağlantı olmamasını ve sorumsuzluğu hoşgörmek bambaşka bir şey.

Üçüncü varsayımın da birinci varsayımda olduğu gibi teknik bir niteliği var. Dante Komedya’da yolculuğu boyunca Tanrı’nın bilinmeyen kararlarını dile getirmek zorunda kalıyor. Yanıltıcı olabilecek usunun ışığından başka bir esin kaynağı olmadan Kıyamet Günü’nde verilecek kararları kestirmeye kalkışıyor.

Bir anlamda bu varsayımı önceden belirleyen klasik bir düş-sahne oyunu benzetmesi. Örneğin, Gongora Varia imaginacion adlı sonesinde (“Düş, oyunun yaratıcısı esen rüzgar üzerinde kurulu tiyatrosunda  güzelim bedenlere gölgeler giydirir); bir başka örnek, Quevedo’nun Sueno de la muerte’si (Ruh serbest kalınca kendini başıboş hissetti, dıştan gelen duygulardan arınmış, böylece bana şöyle bir oyun oynadı: içimden gelen karanlık güçler, beni fantezilerimin hem izleyicisi hem de oyuncusu yaptı”); Joseph Addison ise Spectator’un 487. sayısında şöyle diyor: “Ruh düş gördüğünde hem oyun, hem oyuncular hem de izleyicilerdir.” Yüzyıllar önce, panteist Ömer Hayyam bir kıta yazmış; McCanhy’nin kelimesi kelimesine çevirisi şöyle: “Artık bildik hiç kimseden saklanmıyorsun; yaratılmış her şeyde varsın. Bu güzellikleri keyfin için gerçekleştiriyorsun, aynı anda hem gösterisin hem de izleyici.”

Celestine’i, yazınsal da olsa, mahkum ediyor ve astrolojide “Ölümsüz Işık” tezini savunan Sigier de Brabante’i bağışlıyor. Sonra da karıştırdığı bu işi örtbas etmek için Tanrı’nın Cehennem’de adaletli davrandığını söylüyor ve anlayış ve acıma duygusu gibi erdemleri kendine saklıyor. Francesca’yı yitiriyor ve Francesca’nın yasını tutuyor. Benedetto Croce şöyle diyor: “Dante, bir tanrıbilimci, inançlı, erdemli bir insan olarak günahkârları mahkum ediyor ama duygusal olarak ne mahkum ediyor ne de bağışlıyor”

Dördüncü varsayım daha bir karışık. Anlaşılabilmesi için önce tartışmasını yapmak gerekiyor. Tartışmayı açmak için iki tümce önerelim ve bunlar üzerinde düşünelim. Birincisi: Katiller ölüm cezasını hak ederler. Öbürü: Raskolnikov ölüm cezasını hak etmiştir. Bu iki önerinin eşanlamlı olmadıkları açık. Usa aykırı gibi görünebilir ama eşanlamlı olmamalarının nedeni katillerin somut olmaları, Raskolnikov’un ise soyut ya da gerçekten var olmaması değil, bunun tam tersi. Katiller kavramı bir genelleme; Raskolnikov ise, öyküsünü okuyanlar için gerçek bir insan. Gerçek yaşamda tam anlamıyla katiller diye şey yoktur; anlatılarda beceriksizce aynı gruba sokulan bireyler vardır. (Roscelin ve Ockham’lı William’ın adcı savlan da sonuçta bu savı destekliyor). Bir başka deyişle Dostoyevski’nin romanını okuyanlar, bir anlamda, kendilerini Raskolnikov’un yerine koyarlar ve “işlediği cinayeti” kendi özgür istemiyle işlemediğini, önleyemediği bir dizi olayın onu cinayeti işlemeye zorladığını bilirler. Öldüren adam katil değil, çalan adam hırsız değil, yalan söyleyen adam sahtekâr değildir, hüküm giyenler bunu bilirler (daha doğrusu hissederler); bu anlamda adaletsiz olmayan ceza yoktur.

Romandaki katil ölüm cezasını hak etmiş olabilir, ama geçmişi ve belki de -Ah, Laplace Markisi!- evren tarihinin etkisinde cinayeti işleyen zavallı, hayır. Madame de Stael bu düşünceleri şöyle özetlemiş: Tout comprendre c’est tout pardonner. Dante Francesca’nın suçundan öyle derin bir acımayla söz ediyor ki hepimiz Francesca’nın bu suçu işlemesinin önüne geçilemez olduğunu duyumsuyoruz. Ozan da aynı duygular içinde olmalı ki Arafta (XVI, 70), eğer eylemlerimizi yıldızlar yönlendiriyorsa, irademiz elimizden alınmış demektir, böyle olunca da iyiliği ödüllendirmek ve kötülüğü cezalandırmak adaletsizlik olur diyerek tanrıbilimcinin üzüntüsünü dile getiriyor. Dante anlıyor ama bağışlamıyor; çözümü olmayan paradoks da zaten bu. Bana kalırsa Dante çözümü mantığın ötesinde bulmuş. İnsanların davranışlarının, bu davranışların getireceği sonsuzluğun, mutluluğun ya da yıkımın gerekli olduğunu hissetmiş (anlamamış). Spinoza’nın öğretilerini izleyenler ve Stoacılar ahlaksal yasalar öngörmüşler. Bu bağlamda Calvin’i ve kimilerine cehennemi kimilerine ise cenneti takdir eden deeretum Dei absolutum’umunu hatırlamakta yarar var. Sale’nin Alkoran’ının önsözünde lslam tarikatlarından birinin bu düşünceyi savunduğunu okumuştum.

Dördüncü varsayım, görüldüğü gibi soruna çözüm getirmiyor. Güçlü bir şekilde sorunu dile getirmekle yetiniyor. Diğer varsayımlar mantıksal varsayımlardı; mantıksal olmayan bu sonuncusu bana en doğru olanı gibi geliyor. 3 De monarchia, 1,14; Araf, XVIII, 73; Cennet, V, 19. XXXI. Kantodaki büyük sözler ise çok daha anlamlı: Elindeki yollan yöntemini kullandın, kölelikten özgürlüğe ulaştırdın beni (Cennet, 85).

Jorge Luis Borges
Dantevari Denemeler / Shakespeare’in Belleği

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz