İnsanın yeni ruhsal-tinsel gereksinmelerinin belireceği umudu’ burada dile getirildiği biçimiyle birçok kişiye çok muğlak gelecek, bu gereksinmelerin ortaya çıkacağı umudunu yeşertmeye yetmeyecektir.
Kutsal Kitaplardaki ya da herhangi bir mitolojide bulunan türden öncüllere dayanmayan yeni bir din kurulabilir mi?
Dine bağlı olanlar, dinlerini, hümanizmi tam anlamıyla uygulayacak bir şekle dönüştürmeyi umuyorlar, ama bir çoğu da bunun nüfusun bazı bölümleri için geçerli olabileceğini, diğer bir bölümünse, bilinen nedenlerden ötürü, bu yeni-eski ilkelerle ayırd edilemeyecek kadar içice geçmiş dinci kavramları ve törenleri kabul edemediğini bilmektedir.
Dinlerin, somut, tarihsel sürecin doğasıyla, belli bir toplumun, toplumsal ve kültürel koşullarının anlatımı olduğu açıktır. İlkeleri bir araya getirmekle bir din kurulamaz. Bir “din olmayan” Budizm bile, temelde hiçbir mitolojiye dayanmamasına ve usçu ve gerçekçi düşünceyle çatışan öncüllere sahip olmamasına karşın, Batı dünyasında kabul görememiştir.1 Dinler genellikle olağanüstü zeki, az rastlanır, karizmatik kişilerce kurulur. Gerçi, doğmadığını varsaymak için bir neden yoktur ama, böyle bir kişilik, günümüz ufkunda henüz belirmemiştir. Ama bu arada yeni bir Musa ya da yeni bir Buda bekleyemeyiz; elimizde olanlarla yetinmek zorundayız; aslında, belki de tarihin bu anında yeni bir dinî liderin bulunmaması daha iyidir, çünkü bu lider de gereğinden daha kısa sürede puta dönüştürülecek, ve insanların yüreklerine ve zihinlerine sızma fırsatı bulamayacaktır.
“Dinsel olmayan” bir dinin bütün biçimlerini geliştirmiş bulunan, bildiğim en incelikli, anti-i-deolojik, usçu ve ruhsal-tinsel sistem olan Zen Budizm için de aynı şey geçerlidir. Zen Budizmin aydınlar, özellikle de gençler arasında büyük ilgi uyandırması, Batı dünyasında derin ilgi yaratabileceği umudunu doğurması bir rastlantı değildir. Bence Zen Budizmin fikirleri bu etkiyi yaratabilir, ancak, Batıda bir dinin yerini tutabilmesi için yepyeni, ve beklenmedik dönüşümlerden geçmesi gereklidir.
Bu durumda elimizde kala kala birkaç genel ilke ve değer mi kalmış oluyor?
Sanmıyorum. Sanayi toplumunun yapısında bulunan, ancak ölümcül bir bürokrasiyle, yapay tüketimle ve özellikle yaratılmış can sıkıntısıyla boğulmuş olan yapıcı güçler, yeni bir mutluluk duygusuyla, bu kitapta tartışılan toplumsal ve kültürel dönüşümle harekete geçirilirse; eğer birey özgüvenini yeniden kazanırsa; ve eğer insanlar kendiliğinden oluşan gerçek bir küme yaşantısında birbirleriyle iletişim kurabilirlerse, yeni ruhsal-tinsel yaşantı biçimleri ortaya çıkacak, gelişecek ve zaman içinde bu yaşantılar birleştirilerek toplumsal geçerliliği olan tümel bir sistem oluşturulacaktır. Daha önce tartıştığımız diğer noktaların çoğunda olduğu gibi burada da her şey bireyin tam anlamıyla canlı olma ve kendi varoluşu sorununun çözümlerini, yanıtları bürokratların vermesini beklemeden arama yürekliliğini göstermesine bağlıdır.
Hatta bazı kuttören biçimlerinin yaygın olarak ve anlamlı bir şekilde kabul edilmesi bile beklenebilir. Bu sürecin başladığı, “We Shall Overcome” (Aşacağız) gibi bir ezgi olmakla kalmayıp, yaşayan birer kuttören haline gelen şarkılarda görülmektedir. Quaker mezhebine bağlı olanların ayinlerinde yaptığı gibi herkesin bir süre sessiz kalması şeklinde uygulanan bir kuttören, geniş kitleler tarafından benimsenebilir; her önemli toplantının başlangıcında ya da bitiminde insanlara düşünme ve bir konuda yoğunlaşma olanağı sunan beş ya da on beş dakikalık bir sessizlik ya da saygı duruşu gelenek haline gelebilir.
Ayrıca güvercin gibi, bir insan figürünün çizgileri gibi simgeleri de barış ve insana saygı simgeleri olarak benimsemiş bulunuyoruz.
Kilise yaşantısı dışındaki yaşantılarla ilgili diğer ortak kuttören ve simgelerin geliştirilmesi olasılığı konusunda daha ayrıntılı görüşler dile getirmenin anlamı yok, çünkü bunlar ortam hazır edildiğinde doğal olarak ortaya çıkacaklardır nasılsa. Yalnız şunu eklemek isterim ki, sanat ve müzik alanında sayısız yeni kuttörensel ve simgesel anlatımlar yaratma olasılığı vardır.2
Ortaya çıkabilecek yeni ruhsah-tinsel sistemler ne olurlarsa olsunlar, dinsel bilgilenmeyi ideolojiye, Tanrıyı ise bir tapıma dönüştüren çeşitli dinlere meydan okusalar da, dinle “savaşıyor” olmayacaklardır. “Yaşayan Tanrı”ya tapanlar kendilerini “dinsizler”den ayıran şeylerin, birleştirenlerden daha az olduğunu kolayca görebileceklerdir; tapımlara tapmayan ve dindarların “Tanrının iradesi” dedikleri şeye uymaya çalışanlarla dayanışma içinde olduklarını hissedeceklerdir.
“İnsanın yeni ruhsal-tinsel gereksinmelerinin belireceği umudu’ burada dile getirildiği biçimiyle birçok kişiye çok muğlak gelecek, bu gereksinmelerin ortaya çıkacağı umudunu yeşertmeye yetmeyecektir. Herhangi bir umuda bağlanmak için kesinlik ve kanıt arayanlar, konuya olumsuz yaklaşmakta haklıdırlar. Ancak şu anda elimizde sadece tufanın sona erdiğini belirten, ağzında zeytin dalı tutan bir güvercin olmasına karşın, henüz doğmamış olanın gerçekliğine inanalar, insanoğlunun yaşamsal gereksinmelerini dile getirmenin yeni biçimlerini bulacağına daha yürekten inanacaklardır.
Erich Fromm
Umut Devrimi
1 Önemli bir Çekoslovak düşünür olan Fiser, Budizm üzerine yazdığı henüz yayımlanmamış değerli kitabında, Budizmin, tarihte, Marx’cihk dışında kitlelerin zihnine yerleşen ve bir felsefe sistemi olarak, Batı dünyasında din olarak nitelenebilecek bir oluşum geliştiren tek felsefe olduğunu vurgulamaktadır. Ama ayrıca, Budizmin bir kopyasının yapılması ve onu şimdiki biçimiyle sanayi toplumuna uyacak yeni bir din olarak sunulmasının olanaksız olduğunu da söylemektedir.
2 Albert Schweitzer Kolejleri, 1969 yılında “Sanatlar Aracılığıyla Dini Yeniden Canlandırmanın Yollan” konulu bir haftalık bir Konferanslar dizisi düzenlemişti.