Toplumda Değerler Çözülmesi Konusunda Kendimle Konuşma – Afşar Timuçin

Toplumumuzda bir değerler bunalımı var mı yok mu tartışması sanırım gereksiz bir tartışma olur. Giderek artan bir değerler bunalımının bütün sıkıntılarını enine boyuna yaşıyoruz. Bu hepimizi etkiliyor. Değerlerin canına okuyanlar da herkes kadar sıkıntılı. Çünkü attıkları taş gelip kendi alınlarına yapışıyor. Oğlu uyuşturucudan ölen uyuşturucu kaçakçısının durumunu düşün. Çocuğunun kötü eğitiliyor olmasından yakınan kötü eğitimcinin durumunu düşün. Rüşvetçi memur evine giren hırsızdan yakınıyor… Ahlak bunalımı ya da değerler bunalımı toplumu kasıp kavuruyor. Bunun elbet evrensel boyutları da var. Dünyanın hemen her yerinde bir kültür kayması olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz sanırım.

Bizim ülkemiz gibi pekaz ülkede de bu değerler kayması büyük ölçüde iktisadi bunalımla birlikte ortaya çıkıyor. Bir durumu tek nedenle açıklayamasak da bunda nüfus artışının büyük payı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soruma şöyle kısaca değil de etraflıca bir yanıt verebilir misin?

İnsan dünyasında nitelik sorunu genelde nicelik sorunuyla ters orantılı görünümler ortaya koyar. Her yerde değil ama çok yerde niceliksel artış niteliksel azalmayı getirir. İnsan sayısında ölçüsüz çoğalma toplumsal yaşamın dayanakları ya da yapı taşları olan değerleri bozar. Bir toplumun insan sayısında aşırı çoğalma da aşırı azalma da çok sorunlu durumlar yaratacaktır. Artma durumunda paylaşamama, azalma durumunda üretememe sorunu ortaya çıkacaktır. Oran ya da ölçü insan yaşamı için çok önemlidir. İnsan yaşamı oran ya da ölçü üzerine kurulmuştur. Bir toprak parçası üzerinde ortak bir düzende yaşayan insanların hızlı niceliksel artışı o insanların dünyasında değerleri yerinden oynatacaktır. Hızlı nüfus artışı yaşam dengelerini bozar, yaşam dengelerinin bozulması değerler düzenini zorlar. Yaşam dengeleri niceliksel insan artışıyla bozulmaya başladığı zaman niteliksel yapı dağılmaya başlar. O durumda değerler görünüşte vardır ama gerçekte yoktur ya da gerektiğinde kullanılmak üzere gerilerde bir yerlere itilmiştir. Olumsuzun olumlu etkilerini de görmezden gelemeyiz. Gerçekte niceliksel bozulma değerler dünyasına bir uygunsuz koşullar toplamı getirdiği gibi olumluyu gereksinim durumuna getirerek toplumda bir itici ya da yapıcı güç de sağlar. Ancak insan yaşamını biraz da yazgıcı bir anlayışla kötünün yaratacağı iyi umuduna bağlayıp çıkmak kolay değildir. Bozulma dönemlerini genellikle düzelme dönemleri izler. Tarihe baktığımızda bir olumluyla bir olumsuzun pek de şematik olmayan bir biçimde tespih taneleri gibi yanyana geldiğini görürüz: bir çürüme bir iyileşmeyi, bir iyileşme bir çürümeyi getirir. Bu çok zaman böyle olmuştur. Ancak bunun insanlığın yaşamında zorunlu bir koşul oluşturmayacağı gerçeğini de unutmamak gerekir. Doğal olan ya da mantıksal olan her bozulmanın bir iyileşmeyi de yeni bozulmaları da kışkırtabileceğidir. İnsanların dünyasında bir kötünün bir kötüyü ve bir iyinin bir iyiyi çağrılamaması için herhangi bir engel yoktur. İnsan yaşamının özellikleri doğanın özelliklerini andırsa da, daha doğrusu insan yaşamı büyük ölçüde doğal yaşamın koşullarıyla belirlenmiş olsa da, insan doğal bir varlık olarak doğanın belirleyici koşullarını varlığında sürdürmek durumunda olsa da onun çok özel özellikleri de vardır. İnsan yaşamı kesinliklerle belirlenmiş olduğu gibi kayganlıklarla da belirlenmiştir. Kimse evrimin yaratıcı gücüne bel bağlayıp sırtüstü yatamaz.

İstemli bir varlık olan insan her durumda kendi yaşamına etkin bir bilinçle bir düzenleyici olarak yönelmelidir demek istiyorsun…
Evet, ne olursa olsun kendimizi doğal akışın ellerine bırakıp çıkamayız. İnsan olmak tasarlayıcı, kurucu, yapıcı olmayı gerekli kılar. İnsan olmak daha da insanlaşma eğilimini kendiliğinden içerir ve tüm bireylerin dünyasında daha da insanlaşmak için kendiyle savaşım koşulunu gerekli kılar. Oysa değerlerin iyiden iyiye dağıldığı dönemlerde insanlar evrensel ya da toplumsal amaçlarını yitirirler ve genel amaçların dışında ve hatta genel amaçlara karşıt olarak bireysel amaçlarını belirgin ve etkin kılarlar. Bireysel amaçların genel amaçta karşılık bulmadığı durumlarda kargaşık toplumsal yapılar gelişir ve bu kargaşık yapılar tutarlı bütünlüğü kökten zorlar. Gerçeklikte karşılığı olmayan kuralcılık kargaşık yapıyı korur ve güçlendirir. Bozulma dönemleri sözde düzen kaygısının öne geçtiği dönemlerdir. Bozulmayı hızlandıran ve derinleştiren kabasabalıklar ciddilik görünümü altında insan yaşamını altüst eder. Ortaya konulan bir takım kurallar değerler düzeninin yararına görünmekle birlikte bu düzenin yıkıcı etkenleri olurlar. Ortada bir kısır döngü vardır. Her iyileştirme çabası yeni bir bozulmanın güçlü bir belirleyeni olur. Bu durumda iyiye ulaşmanın koşullarını enine boyuna tartışmak gerekir.

Kuralcılık dediğin şeyden biraz daha sözeder misin?
Bozulmanın getirdiği korkunç dağınıklık ve tehlikeli atomlaşmışhk önlemler almayı gerekli kılar. Yapılabilecek tek şey yaşamı yeni gereksinimlere göre yeniden düzenlemektir. Toplumlar da bireyler gibi her adımda yeni gereksinimler ortaya koyarlar. Bu gereksinimler gerçek anlamda karşılanmadığı zaman yani dönüşümün koşullarına göre karşılanmadığı zaman çözüm getirmek yerine yaptırım uygulamak gibi kolay bir yol seçilir. Yaptırımlarla yaşamı iyileştirmek kolay değildir. Yaptırımları neyle uygulayacaksınız, nasıl uygulayacaksınız, kimlerle uygulayacaksınız? Kuralcılık sorunları çözmez ama erteler. Toplumlarda en tehlikeli tutum sorunları erteleme tutumudur. Ağrısı olan kişiye durmadan ağrı kesici verirseniz ona yıkımın ya da ölümün yolunu açmış olursunuz. Kuralların getirdiği geçici dinginlik insanlara pek hoş gelir ve onlara uzun yollardan ve zor yollardan elde edilebilecek sonuçların kolayca kurnazlık yoluyla da elde edilebileceğini düşündürür. Bu korkunç bir yanılgıdır. O durumda sorunlar aritmetik değil geometrik bir artış gösterecektir.

Bu gibi durumlarda kurtarıcı mı beklememiz gerekiyor?
Ussal çözümlerin sözkonusu olmadığı yerde kurtarıcılık bir tür serüvenciliktir. Kim kimi kurtarıyor? Kendini kendinden kurtaramamış bir takım insanlar birilerini mi kurtaracaklar? Bir atasözü “Kırılan arabaya yol gösteren çok olur” der. Kargaşık düzen en olmadık kişinin ruhunda bi’e kurtarıcılık duygularını uyandırabilir. Kurtuluş her zaman vardır ya da daha doğrusu olasıdır. Ama kurtuluş kişilerin öngörüleriyle değil ussal tasarımlarla sağlanabilir. Kurtuluş toplumsal düzeyde bir durumdan daha üst bir duruma geçmekse bunda en belirleyici kaynak elbette toplumun dinamikleri olacaktır.
İyi ama bu gibi dönemlerde ya da koşullarda, yanılmıyorsam, ussal çözüm üretimleri de yok gibidir. İnsanlar tasarlamayı değil de yakınmayı seçerler.
Elbette öyle olacaktır. Toplu olarak ussal koşulların dışına çıkıldığı zaman ussal çözümler yok denecek kadar azdır, bunlar da usdışı çözümler olarak işlem görürler. Ayrıca bu gibi dönemlerde ya da koşullarda herkes uzun erimli değil kısa erimli çözümlere gönül vermiş gibidir. Kırk ya da elli yılı kapsayacak bir iyileşmeyi kimseye kolay kolay benimsetemezsiniz. Herkesin acelesi vardır ve her şey üç beş yılın, en çok on yılın içinde sağlam temellere otursun istenir. Zaten insan ömrü kaç yıldır ki? İyilikleri biz göremeyeceksek… Bir günde bozulanı bir yılda düzeltemezsin. Kaldı ki bozulma süreçleri sinsi ve uzun süreçlerdir. İşte bu dağınıklık içinde bir takım sahte kurtarıcılar ortaya çıkarlar.

Bu koşullarda sahte kurtarıcıların ortaya çıkmasını doğal karşılamak gerekmez mi?
Evet. doğal karşılamak gerekir. Sözde kurtarıcılar büyük bir atılganlıkla, çok zaman tam bir yırtıklıkla kendilerini öne sürerler. Ussal tasarımları yoktur ama kişisel yetkinlikleri vardır. Geleceği tasarlamamışlardır ama her an geleceği en yetkin biçimde kurabilecek öngörüleri vardır. Her yapay kurtuluş tasarımı yeni bunalımları getirir. O durumda bir kurtarıcı bolluğundan sözetmek hiç de yanlış olmaz. Gerçekte dönüşümün ipuçlarını verecek olanlar felsefe, sanat ve bilim adamlarıdır. Onların da bozulmadan paylarını almış olmalarından korkulur.
Pekiyi bu durumda kısır döngünün getireceği mutlak çözümsüzlük mü…
Çözüm her zaman bulunabilir, bunun için gerekli koşulları oluşturabilmek gerekir. Bu da söylediğimiz gibi çok belirgin çizgileri olan ussal bir tasarımın yaşama geçirilmesiyle gerçekleştirilebilir. Olağanüstü koşullarda olur olmaz kişilerin düzenleme çabalarını etkisiz bırakmakta yarar vardır. Şöyle düşünelim. Mahallede biri hastalanır. Mahalleli başına toplanır hastanın. Kimi alnına buz koyun der. Kimi hacamat önerir. Kimine göre hastaya balla karıştırılmış limon suyu içirmek gerekmektedir. Kimi eczaneye koşup falanca ilacı getirmeye kalkar. Bu arada mahallenin kafası çalışan bir iki kişisi hastanın hastaneye gönderilmesini önerir ama onları dinleyen olmaz. Çünkü sorun bir baş dönmesiyle ve mide bulantısıyla gelen bir karın ağrısı sorunudur ve kısa sürede atlatılabilecektir.

O zaman gerçek anlamda düzenleyici kişilerin sağlam önerileriyle ve güçlü tasarımlarıyla ortaya çıkması gerekir değil mi?
Zorluk orada işte. Bu kişiler bu gibi toplumlarda kıyıda köşede kalmış kişilerdir hatta sözlerine pek de güvenilmeyen kişilerdir. Onlar çok zaman bozguncu yerine alınırlar. Köklü bir sıkıntıyı yorumlarken birer felaket habercisi durumuna düşmüş kişilerdir onlar. Bunlar birer yıkıcı gibi değerlendirilirler. Özellikle bozuk düzenden çıkarı olanlar tam tamına bir mal sahibi görünümü altında bu kıyıda köşede kalmış insanları suçlamaya ve aşağılamaya girişirler. Zaten de bu kıyıda köşede kalmış insanların tek başlarına yapabilecekleri bir şey yoktur. Önlerinde dağ gibi sorunlar, okyanus gibi engeller vardır. Gene de kurtuluş ya da daha doğrusu dönüşüm bu insanların fikir üretmesine bağlıdır.

Geçici önlemler yani ‘aspirin” önlemler biraz olsun yararlı olamaz mı?
Sorun birazcık yarar sağlama sorunu değildir. Sorun bir yaşam düzenini yeniden biçimlemek sorunudur. Kaldı ki çok zaman o birazcık yarar gibi görünen şeyler uzun erimde zararlar getirecek şeylerdir. Hiçbir güçlüğe uğramadan kurtuluş yolu bulma çabaları boş çabalardır. Dünyada bireyler için de toplumlar için de elbet geç kalmak diye bir şey her zaman vardır.

Konuşmamızın başında ben sana soru yöneltirken nüfus artışı sorununu birinci planda önemsemiştim, sen de buna karşı çıkmadın. Bunun üstünde dursak mı biraz?
Nüfusun hızlı artışı bir toplumda birçok sıkıntının kaynağı olabilir ama tek başına tüm sıkıntıları açıklamaya yetmez. Çünkü hızlı nüfus artışı da zaten birtakım sıkıntıların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Modern yaşam düzenine geçmiş bir toplumda bir adamın üç karısı, on iki çocuğu ve otuz torunu olmaz. Nüfus artışının getirdiği en büyük güçlük eğitimde düzeyin düşmesiyle belirgindir. Nicelikselin nitelikseli zorlaması diyebiliriz buna. İyi düzenlenmiş toplumlarda her şey gibi nüfus artışı da belli ussal koşullar çerçevesinde gerçekleşir. Artan nüfus yoğunluğu da azalan nüfus yoğunluğu da bir toplumda sağlıksız oluşumların belirtisidir.

Nüfus artışının çok hızlı olduğu toplumda eğitimin sağlıklı ölçülerde sürdürülmesi olası değildir diyebilir miyiz?
Hem diyebiliriz hem de diyemeyiz. Kötü koşullara teslim olmak gerekmez, kötü koşullar karşısında düzenleyici olmak gerekir. Nüfus artışını kaput dağıtarak ya da hap dağıtarak ya da eski Yunanistan’da olduğu gibi düşük yapmayı ve eşcinselliği kışkırtarak önlemek olası değildir. Tüm sorunların kökten çözümü iyi düzenlenmiş bir toplumsal yaşamın verimine bağlı olacaktır. Bu yüzden, nüfus artışı da içinde tüm sorunların çözümü ussal önlemlerle, köklü tasarımlarla sağlanabilir. Bunun için aklı başında insanların bir araya gelerek uzun erimli programlarla toplumu dönüştürme koşullarını oluşturmaları zorunludur. Bu da demokratik yaşamın güvencesi olan kurumların tasarımcı özyapılarından gelecek bir iyilik olabilir. Yeni bir değerler düzeni oluşturmak yeni bir toplum yaşamı koşullarını ortaya koymakla sağlanacaktır.
Hastayı mahallelinin elinden kurtarmak yani…
Evet. Baylar, doktor geldi, hepiniz dışarı çıkın bakalım, bizi dışarıda bekleyin diyebilmek. Bunun için toplumun gene de belli deneyimlerden geçerek belli bir olgunluk düzeyine ulaşmış olması bir önkoşul olarak görünür. Salt üç beş düzenleyici kafayla toplumu dönüştüremezsiniz. Toplumun dönüşebilmek için birtakım bilinçsel yetkinliklere topluca ulaşılmış olması da gerekir yani toplumun bilinç düzeyinde iyiye doğru dönüşümlerin gerçekleşmiş olması da gerekir. Ne yaparsanız yapın, kimseye alamayacağı bir şeyleri veremezsiniz yani kavrayamayacağı bir şeyleri benimsetemezsiniz. Sanatta da öyle değil midir? Çok iyi bir kemancının hiç müzik beğenisi olmayan birilerine en yetkin düzeyde bir müzik şöleni vermesi sana anlamsız gelmez mi? Elbet umudu kesmek ve böyle köyün böyle muhtarı olur deyip çıkmak da olacak iş değildir.

Hepimiz şu soruyu soralım kendimize: bir şeylerin daha iyi olması için ne yaptık ve ne yapabiliriz?
Öyle anlaşılıyor ki sen sağlıklı dönüşümü demokratik kurumların düşünsel ve eylemsel etkinliğine bağlıyorsun?
Çok doğru. Demokratik yaşam koşulları içinde düzeni dönüştürmek yalnızca Meclislerin yapabileceği bir iş değildir. Demokratik yaşam asıl gücünü gelişmiş kurumlardan alır Dernekler, siyasi partiler, sendikalar, üniversiteler, odalar ve benzerleri gerçek anlamda fikir üreticisi ve eylem üreticisi durumuna gelmeden yaşamı dönüştürmek, dağılıp gitmiş değerler düzenini toparlamak olası değildir. Düş görmek güzeldir ama ayaklarımızı yere basmak koşuluyla. Geleceği tasarlamak güçlü demokratik kurumlarda görev alan aklı başında kişilerin işi olacaktır. Halkın siyasete katılımı o zaman gerçek anlamını kazanır. Her şey önünde sonunda bilgili, yürekli ve ahlaklı gerçek aydınların varlığı sorununa dayanıyor. Ancak o zaman toplumda ayaktakımının sömürücü saltanatı son bulabilecektir. Toplumsalsiyasal yaşamı sülüklerden ayıklamak gerekiyor. Güçlü kurumlar yaşama ağırlıklarını koymadıkça böyle bir ayıklama gerçekleşmeyecektir. Düşlerimizin olması iyidir ya da hatta zorunludur, ama düşler her zaman olabilirlikler üzerine kurulmalıdır. Eleştirici olmak yetmez, tasarlayıcı da olmak gerekir. Yarını büyük bir çabayla ve gerçekçi bir bakışla bugünden kurmaya başlamamız gerekiyor. Dilimize doladığımız kalıp sözlerle bu işi başarabileceğimizi düşünenler aldanıyorlar. Yaşam emek ister. Yaşamı bir kesimin değil bütün bir toplumun dilekleri çerçevesinde yeniden düzenlemek işi güç ama zorunlu bir iştir.

Bugün aydınlar sözünü ettiğin kurumlar çerçevesinde böyle bir işi başarabiliyorlar mı, ne dersin?
Öyle olsaydı bizim bütün bunları düşünmemiz, oturup konuşmamız gerekir miydi? Fikir ve tasarım üretimi açısından toplumda büyük bir bitkinlik var. İlkin bu bitkinliği kırabilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Bu bitkinlik yoğun bir umutsuzluğa dönüştüğü zaman her şey biraz daha zorlaşacaktır. Bugün bu toplumsal umutsuzluğun eşiğine varmış gibiyiz.

Afşar Timuçin
Ahlaksızlık Üzerine

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz