Sürü ve İlk İnsan Topluluğu – Sigmund Freud

Baba, insanlık tarihinin başlangıcında, Nietsche’nin ancak gelecekten beklediği üstün insan gibiydi. Bugün bile kitlenin bireyleri önderlerince eşit ve adil biçimde sevildikleri gibi bir illüzyonun varlığına (hayal) gereksinme duyar; ama önderin kendisi kimseyi sevmek zorunda değildir, diktatör mizaçta bir kimse olabilir…

1912 yılında ilk kitle biçimini güçlü bir erkekçe mutlak egemenlik altında tutulan insan sürüsünün oluşturduğu yolunda daha önce Darwin’in ortaya attığı varsayımı benimsemiş, bu sürünün zaman içerisindeki serüveninin kalıtımda yok edilmez izler bıraktığını, ama daha çok din, ahlak ve sosyal örgütlenme yolunda ilk adımları içeren totemizmle, insan sürüsünün başındaki kişinin zorla öldürülerek baba— sürüsünün kardeşler topluluğuna dönüşümü arasında bir ilişki bulunduğunu açıklamaya çalışmıştım. Benimkisi de tarih— öncesi bilginlerinin tarihöncesinin karanlığını aydınlatmak için başvurdukları varsayımlar gibi bir varsayımdır gerçi — sevimli bir İngiliz eleştirmeni espriye kaçarak «Just sn story» adını takmıştı buna — ancak hep yeni alanlar arasındaki ilişkilerin kavranıp sorunların çözümlenmesine elverişli bir özellik taşıması böyle bir varsayım için sanının onurlandırıcı bir durumdur. İnsan kitlelerinde de aşinası bulunduğumuz bir tabloyla karşılaşmakta, birbirinin aynı bireylerin oluşturduğu küme ortasında aşırı gücü elinde tutan tek bir kişi görmekteyiz, ki ilk insan topluluğuna ilişkin kafamızda yaşattığımız tasarım bu tabloyu da kapsamaktadır. Daha önce sözü edilen tanımlamalardan bildiğimiz bu kitlenin psikolojisi, yani bireylerde bilinçli kişiliğin yitimi, duygu ve düşüncelerin aynı doğrultuya yönelişi, duygusallığın ve bilinçsiz ruhsallığın ön plana çıkışı, kendini açığa vuran istekleri geciktirmeksizin yerine getirme eğilimi, bütün bunlar bizim özellikle ilk insan topluluğuna mal etmek istediğimiz ilkel ruh etkinliğine gerisin geri dönüşü yansıtan durumlardık

Böylece, kitleyi, ilk insan topluluğunun yeniden bir dirilişi gibi görmekteyiz. Nasıl ki kitleyi oluşturan her bireyde, ilk insan, potansiyel bakımdan varlığını sürdürüyorsa, rasgele bir insan yığınından da ilk insan topluluğu yeniden doğup ortaya çıkabilmektedir. Kitlenin, bireyleri biçim ve davranış açısından etkileyişinde ilk insan topluluğunun varlığını sürdürdüğünü görmekteyiz. Buradan da, kitle psikolojisinin en eski insan psikolojisi olduğu sonucunu çıkarmak gerekiyor; tüm kitlesel artıkları görmezlikten gelerek bireysel psikoloji adı altında yalıttığımız şey, ancak geç olarak, yavaş yavaş ve nerdeyse hala kısmen kitle psikolojisinden doğup çıkmış bir özellik taşıyor. belememizde bu gelişimin başlangıç noktasını da belirlemeye çalışacağız.

Biraz düşününce, böyle bir savın düzeltilmesi gereken yanını görmekteyiz. Hani bireysel psikolojinin de daha çok kitle psikolojisi kadar eskiliği gerekiyor; çünkü ta işin başından bu yana biri kitledeki bireylerin, ötekisi babanın, topluluğun başındaki kişinin, yani önderin psikolojisi olmak üzere iki çeşit psikoloji vardı. Kitlenin bireyleri bizim bugün gördüğümüz gibi bağımlı, ilk insan topluluğunun babası ise özgürdü. Düşünsel eylemleri yalıtık durumdayken bile bir güçlülük ve bağımsızlık özelliği taşıyordu; iradesi başkalarının iradesiyle güçlendirilmek zorundaydı. Bundan da, mantık yolunu izleyerek, baba’nın ,Ben’inde pek fazla bir libidosal yönelim bulunmadığı gibi bir sonuç çıkarmaktayız; baba gerçekte kendisi dışında kimseyi sevmiyor, başkalarına ancak kendi gereksinmelerinin giderilmesine hizmet ettikleri ölçüde sevgi gösteriyordu. Kendisinden objelere verdiği fazla bir şey yoktu.

Baba, insanlık tarihinin başlangıcında, Nietsche’nin ancak gelecekten beklediği üstün insan gibiydi. Bugün bile kitlenin bireyleri önderlerince eşit ve adil biçimde sevildikleri gibi bir illüzyonun varlığına (hayal) gereksinme duyar; ama önderin kendisi kimseyi sevmek zorunda değildir, diktatör mizaçta bir kimse olabilir önder, mutlak bir bensevi (narsizm) ardında koşabilir, ama bir kendine güven ve bağımsızlık içinde yaşar. Başkalarına karşı sevginin narsizm’i sınırlandırdığını biliyoruz ve içerdiği bu etkiyle nasıl bir kültür yaratıcısı faktör durumuna geldiğini yine tanıtlayabilmekteyiz.

İnsan topluluğunun ilk atası henüz ölümsüz değildi, bu ölümsüzlüğe sonradan tanrılaştırılma yoluyla ulaştı. Öldüğünde yerini birinin alması gerekiyor, belki yerine geçen kimse o zamana dek kitle bireylerinden herhangi, biri gibi yaşamış en küçük oğul oluyordu. Buradan anlaşılıyor ki, kitle psikolojisini bireysel psikolojiye dönüştürme bakımından şüphesiz bir imkan bulunmaktaydı ortada; dolayısıyla, darda kalan arıların bir işçi arı yerine sürfeden bir kraliçe an çıkarabilmeleri gibi, kitle psikolojinden bireysel psikolojiye dönüşümü kolaycacık gerçekleştirecek bir koşul vardı ve şimdi bizim de yapmak istediğimiz söz konusu koşulu ele geçirmektir. Bu noktada da aklımıza gelen bir tek düşünce var ki, o da şudur: İlk insan topluluğunun atası oğullarını direk cinsel içgüdülerine doyum sağlamaktan alıkoymuştur; onları cinsel yönden bir perhiz hayatı yaşamaya, dolayısıyla onların gerek kendisine, gerek birbirlerine ancak engellenmiş cinsel içgüdülerden doğup çıkabilen duygusal yönelimlerle bağlanmaya zorlamıştır. Adeta zorlayarak, bir kitle psikolojisi içerisine itmiştir onları: Kendi cinsel kıskançlığıyla hoşgörüsüzlüğü, nihayet kitle psikolojisini yaratan etken rolü oynamıştır

ilkbabanın yerine geçen kimse için de bir cinsel doyum olanağı varlığını sürdürmüş, böylece o da kitle psikolojisinin dışına çıkmasını sağlayan bir kapı bulmuştur kendine. Libidonun kadına takılıp kalması (fiksasyon), cinsel isteklerin erteleme ve biriktirme yoluna başvurulmaksızın anında doyuma kavuşturulması, amacından saptırılmış cinsel yönelişlerin önemine son vermiş ve bensevi’ye ancak belli bir düzeye kadar tırmanma olanağı tanımıştır. Sevgiyle karakter arasındaki bu ilişkiyi, incelememizin ek bölümünde yine ele alacağız.

Burada, gayet öğretici bir nitelik taşıdığı için, zorlayıcı tedbirleri bir yana bırakırsak, yapay kitlenin ayakta kalmasını sağlayan seremoninin ilk insan topluluğunun yapısıyla ilişkisi konusunu da ele almadan geçemeyeceğiz. Daha önce gördük ki, ordu ve kilisede bu ayakta tutucu güç, önderin kendilerini eşit ve adil bir sevgiyle sevdiği yolunda bir illüzyonun kitle bireylerinde yaşamasıydı. Ama bu, bütün oğulların ilkbaba tarafından takibe uğrayıp, hepsinin de aynı şekilde ondan korktuğu ilk insan topluluğundaki durumların doğrudan doğruya ideal yönde geçirdiği biçim değişikliğinden başka bir şey değildir. İlk insan topluluğunun bir sonraki biçiminde, yani totem temeline dayalı klanlarda bile bu değişiklik, klanın varlığının koşulunu oluşturur ve tüm sosyal yükümlülüklerin temelinde saklı yatar. Doğal bir kitle karakteri taşıyan ailedeki yok edilmez gücün kaynağı da, bir kitlenin ortaya çıkabilmesi için zorunlu koşulun ailedeki varlığı, yani baba tarafından tüm aile bireylerinin eşit sevgiyle sevilmesidir.

Ancak kitleyi götürüp ilk insan topluluğuna dayamanın sağlayacağı yararlar, bu kadarla bitmiyor. Böyle bir girişimin ipnoz ve telkin gibi bilmecemsi sözcükler gerisinde saklı yatan kitle oluşumundaki o henüz anlaşılmadık esrarengiz yöne de ışık tutmasını bekleyebiliriz. Ve öyle sanıyorum ki, bu umudumuz boşa çıkmayacaktır. İpnozda doğrudan doğruya tekinsiz bir taraf bulunduğu anımsanacaktır; bu tekinsizlik de, bir vakit insanın kendisine pek aşina bulunup şimdi geriye ittiği eski bir nesnenin varlığını gösterir; Bir ipnoz olayının nasıl başladığını düşünelim. İpnotizör, denek karşısında esrarengiz bir güçle donatıldığını ileri sürer; öyle bir güç ki. denek’in istemini (irade) ortadan silip atmakta ya da, bir başka söyleyişle, denek ipnotizörün bunu yapabileceğine inanmaktadır. Halk arasında hayvansal manyetizma diye adı geçen bu esrarengiz gücün, ilkeller tarafından tabu’nun kökeni diye bakılan, kral ve kabile reislerinden kaynağını alıp, bu kişilere yaklaşacak herkes için tehlike yaratan güçten (mana) başkası olmaması gerekir. işte kendi anlattığına göre, bu gücü elinde tutar ipnotizör. Peki, adı geçen gücü sergilerken nasıl bir yol izler? Kendi gözlerinin içine bakmaya çağırır denek’i, onu bu karakteristik yoldan ipnoz durumuna geçirir. Ama kabile reisinin görünümü de kabile mensupları için yine öyle netameli ve katlanılmaz bir durumdur, ki daha sonraları Tanrı’nın görünümünün de ölümlüler için aynı özelliği taşıdığına tanıklık etmekteyiz: Tanrı’yı görmeye katlanamayacağı için, Musa. bile kavmiyle Yehova arasında aracı rolünü oynar: Tanrı’nın yanından döndüğü vakit nurlanmış yüzü ışıl ışıl parlar, yani ilkellerdeki aracı kişilerde karşılaşıldığı gibi Mana’nın birazı Musa’ya geçmiştir.

Bir kişiyi ipnotize için daha başka yollar da vardır; ama bunlar yanıltıcı olup, birtakım fizyolojik kuramların doğmasını hazırlamıştır. Adı geçen yollara örnek vermek istersek, ipnotizörün denek’i gözlerini dikip parlak bir nesneye baktırmasını ya da monoton bir sese kulak kabarttırmasını söyleyebiliriz. Gerçekte bir tek amacı vardır bu yöntemlerin: Bilinçli dikkatin oyalanması ve denetim altına alınması. Sanki ipnotizör denek’e: «Bundan böyle şahsımdan başka bir şey düşünmeyeceksiniz, benim dışımda bütün dünya artık ilginçliğini yitirmiştir sizin için!» yollu bir direktif vermiştir.

ipnotizörün kalkıp denek karşısında böyle konuşması, teknik bakımdan uygun düşmez elbet; böyle bir konuşma denek’i bilinçsiz tutumundan sıyırıp alır ve ipnotizöre karşı bilinçli bir direniş durumuna sokar. Ancak, ipnotizör, bir yandan denek’in bilinçli düşünüşünü kendi güttüğü amaçlar üzerine yöneltmekten sakınır; öte yandan denek’i öyle bir etkinlik içerisine daldırır ki, denek dünyayla tüm ilgisini yitirir ve bunun sonucu bilinçli bir çaba harcamaksızın. gerçekten tüm dikkatini ipnotizörün şahsında toplar, ipnotizör karşısında rapport denilen aktarımsal bir tutum içerisine sürüklenir. İpnotizmada izlenen dolaylı yöntemlerin tıpkı nüktede başvurulan teknikler gibi sağladığı yarar, ruhsal enerjide bilinçsiz olayın akışını sekteye uğratacak dağılışları önlemektir ve gözlerini dikerek denekli belli bir nesneye baktırmak ya da elini onun vücudunun bazı yerlerinde gezdirmek gibi dolaylı yöntemlerin hepsi de nihayet bu amaca ulaştırır bizi.

Çok vakit ipnotizmanın başında denek’e verdiği uyuma buyruğuyla, ipnotizörün, anne ve babanın yerini aldığını Ferenczi doğru olarak bulgulamıştır. Biri anneyi model alan yüze gülücü ve gönül okşayıcı, ötekisi babayı model alan gözdağı verici diye ipnotizmayı ikiye ayırmak gerektiği kanısındadır Ferenczi. Ancak, ipnotizmada, denek’e yöneltilen uyuma buyruğu da, tüm ilgisini dünyadan çekip ipnotizörün şahsı üzerinde toplamaya onu davetten başka bir anlam taşımaz; nitekim, denek de söz konusu buyruğa böyle bir anlam verir, çünkü ilginin dış dünyadan çekilip alınışıdır ki, uykuya psikolojik karakterini kazandırır ve uykunun ipnoz durumuyla akrabalığı yine buradan gelir.

Demek oluyor ki, ipnotizör bazı çarelere başvurarak denek içerisinde saklı yatan arkaik mirasın bir parçasını aktif duruma geçirir. Bu miras çocuğun anne ve babasıyla ilişkisinde de kendini açığa vurur, babayla ilişkide bireysel bir dirilişe konu edilir; çocuk tarafından babaya, karşısında ancak pasif mazoşist bir tutum takınılabildiği, iradesi önünde öz iradenin yitirildiği, tek başına «gözüne gözükmenin» tasalandırıcı bir cesaret örneği sayıldığı aşın güçlü ve tehlikeli bir kişi gözüyle bakılır. ilk insan topluluğundaki bireylerin ilkbaba’yla ilişkilerini ancak bu tarzda tasarlayabilmekteyiz. Daha başka tepkilerden bildiğimiz kadar bireyler bu eski durumun diriltilmesine karşı değişken ölçüde kişisel bir yatkınlığı koruya gelmiştir içlerinde. Ama, denek’te, ipnotizmanın her şeye rağmen bir oyun karakteri taşıdığı, eski bireysel izlenimleri yalancıktan diriltmeye çalıştığı yolunda bir sezgi ipnoz durumunda da varlığını sürdürür ve onda ipnoza başvurularak iradesinin aradan çıkarılmasıyla baş gösterebilecek ciddi sonuçları benimsemeye karşı bir dayatışın doğmasına yol açar.

Yani kitledeki, kitlenin telkinsel dışavurumlarında gözlemlenen o tekinsiz, zorlayıcı karakter şüphesiz haklı olarak kitlenin ilk insan topluluğundan çıkışıyla açıklanabilir. Kitlenin önderi hala o ilk insan topluluğundaki korkulan ilk babadır, kitle hala sınırsız bir güç tarafından egemenlik altında tutulmak eğilimindedir, otoriteye alabildiğine düşkünlüğü vardır. Le Bon’un deyişiyle itaate bir susamışlık içerisinde yaşar. İlkbaba, Ben-ideali yerine Ben’i egemenliği altında tutan kitle idealidir. Bu bakımdan, ipnotizmada ipnotizörle denek pekala ikili bir kitle diye nitelendirilebilir; telkin için ise, algı ve düşünsel çabaya dayanmayıp, cinsel bağlanım temeline yaslanan bir inanmadır tanımını ileri sürebiliriz.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz