“Emirlere itaat etme” mazereti, Naziler ve özellikle de Adolf Eichmann tarafından kullanılması nedeniyle geçerliliğini kaybetmiştir. Çoğunluğa uymak yönündeki baskı, artık etkileyici bir mazeret değildir. Ancak itaat etmeye ve çoğunluğa uymaya ne zaman karşı çıkılacağı ve insanlardan makul olarak bunu ne kadar bekleyebileceğimiz konularında karşılaşılan zor sorular vardır.
Milgram’ın araştırmasında emirlere itaat edenleri eleştirmek çok kolaydır. Sonuçlar elbette rahatsız edicidir. Bu sonuçlar, Nazi dehşetini uygulamaya koyan itaatin laboratuar ortamındaki bir canlandırması gibidir. Verilebilecek bir yanıt, itaat etme eğiliminin insan psikolojisinin felaket getiren bir yönü, mümkün olduğunca ortadan kaldırılması gereken bir şey olduğu olabilir. Bu kısmen doğrudur, fakat bir yandan da çok basittir.
Özerklik, kaçınılmaz şekilde sınırlıdır. Her kararı kendi başımıza düşünmeye ne zamanımız ne de imkanımız vardır. Kısa yoldan gitmemiz gerekir ve bu da yetkililere güvenmeyi içerir. Birçok şey eleştirilmeksizin itaatle bağlantılıdır. Cerrahların, kendileriyle fazla tartışmadan emirlerini yerine getirecek asistanlara ihtiyaçları vardır. İtfaiyenin, ordunun, ambulans hizmetlerinin, polisin, hatta bir havacılık kuruluşunun verimliliği, insanların bir dereceye kadar özerkliklerinden vazgeçmelerine ve çoğu zaman da emirlere itaat etmelerine bağlıdır. İnsanların, üstlerinin umulmadık hatalar veya ahlaksızlıklar yapmayacaklarını varsaymaları gerekmektedir. Böyle bir güven olmaksızın, toplumsal yaşam çok zor olacaktır.
Naziler ve Milgram’ın çalışmaları üzerine düşünmek, bizi bu kısa yollardan vazgeçmeye yöneltebilir, fakat bu gerçekçi olmaz. En iyi yaklaşım bu kısa yolları kullanmaya devam etmek, ancak yanlış olma ihtimallerine karşı olabildiğince ihtiyatlı olmaktır. Eğer böyle bir ihtimal kuvvetli görünüyorsa, onları hemen terk etmeliyiz.
Yasalara uymama ve hukukun üstünlüğü ile ilgili konularda da benzer bir paralellik vardır. Toplumun düzgün işlemesi, yasalara uyma yönünde güçlü bir genel varsayıma dayanır. Demokratik bir toplumda bu varsayımın örnekleri büyük ölçüde artar. Herkesin, dolaylı da olsa, yasanın nasıl olması gerektiği konusunda bir şeyler söyleme hakkı vardır. Ayrıca yasayı demokratik yöntemler kullanarak değiştirme şansı da mevcuttur. Fakat demokrasilerde bile, yasaya itaat bir varsayımdır, mutlak bir gerçek değildir. Eğer olmadık şekilde ahlaka ters düşen bir yasa geçirilirse, sivil itaatsizlik, itaat etme varsayımına ağır basabilir. Yasaların araçsal değerleri vardır ve kendilerine has bir sihirle insanların yasalara uymalarını emredemezler.
Aynı şey, resmi olmayan kurallar için de geçerlidir. Elbette ki ameliyathanede cerrahın talimatlarına normal olarak hemen itaat edilmelidir, fakat milyonda bir de olsa, cerrah kendini kaybedip hastanın öldürülmesini emrederse, bu emir hiç tereddütsüz reddedilmelidir. Orduda, en azından resmi olarak, bu hak tanınmıştır. Emirlere itaat etmek esastır, ancak savaş suçu teşkil eden bir emir verilince, buna itaat etmemek askerin hakkıdır, hatta belki de vazifesidir. Genel olarak itaat etmeleri öğretilenlere, aynı zamanda Bertrand Russell’ın aile İncilinin ilk sayfasında yazan şu cümle de öğretilmelidir: “Kalabalığın peşinden kötülük yapmak için gitmeyeceksin.”
Özümsemek ve İnancın Rolü
Nazilerde itaat, korku ile takviye edilmişti. Ayrıca insanların genel itaat etme eğilimleriyle ve belki de otoriter bir yetiştirilme tarzının yarattığı katı zihinsel yapıyla da desteklenmişti. Ayrıca duygusal cazibe de söz konusuydu: Hitler’in otoritesinin sihri ve arkadaşlarla arasındaki duygusal bağlar.
Normal olarak bu türlü etkiler, ahlaki kaynakların direnişiyle karşılaşır. Fakat bunlar, en azından kısmen, Nazi inanç sistemi ile yok edilmişlerdi. Nazilerdeki itaat, emirlerin otoritesine olan inançtan ve itaat etmenin ahlaki bir vazife olarak görülmesinden kaynaklanmıştır.
Sorgulaması sırasında Adolf Eichmann, emirlere itaat etmek için verdiği sözün, itaati ahlaki olarak zorunlu kıldığını öne sürmüştü:
Bir emir aldığım zaman, ona itaat ederdim. Yemin yemindir. Bu yeminin yerine getirilmesinde, hiç ödün vermedim. Bugün asla yemin etmem. Hiç kimse, örneğin hiçbir hakim, bana tanıklık yemini ettiremez. Bunu reddederim; ahlaki nedenlerle reddederim. Çünkü tecrübelerimle öğrendim ki eğer kendinizi bir yeminle bağlarsanız, bir gün bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız.
Hitler’in emirlerini bir şekilde tam tamamına yerine getirmemenin bir yolu olup olmadığı kendisine sorulduğunda, şu cevabı vermiştir: “Tek söyleyebileceğim, hiç kimse emirleri aynen yerine getirmediği için haklı görülemez.”
Eichmann’ın samimiyetine inanmak şart değildir. Sorgulaması neticesinde bıraktığı izlenim, onun kendi üstlendiği rolün öneminin azaltmak için çabalayan birisi olduğu yönündedir. Yükümlülüğü bazen emrindekilere yıkmıştır: yani kendisinin sadece imzaladığı mektupları hazırlayan katiplere. Çoğu zaman da, üstlerine yüklemiştir. Aleyhindeki pek çok kanıta rağmen, kendisini yalnızca nakliyeyi düzenlemesi için ona verilen emirlere uyan bir görevli olarak tanımlamıştır.
Eichmann, yükümlülükten kaçmak için emirlere itaati kullanmıştır, ancak Nazi suçlarına katıldığı zamanlarda, itaate hakikaten inanmıştır. Almanya yenildiğinde, hayatını şekillendiren emir sisteminin yıkılması, onu çaresiz bir halde bırakmıştır: “Lidersiz ve zor bir bireysel hayat yaşamak zorunda olduğumu anladım; kimseden bir talimat almayacaktım, artık bana hiçbir emir ve komut verilmeyecekti, başvurabileceğim hiçbir kural olmayacaktı kısacası, önümde daha önce hiç bilmediğim bir hayat vardı.”
Eichmann için olduğu gibi, diğer birçokları için de, itaatin kaynağı yalnızca korku ve baskı değildi. İtaat etmeye olan bağlılık, Nazi inançları ile alttan desteklenerek ciddi bir şekilde özümsenmişti. Milgram’ın deneylerinde emirlere itaat edenler, son derece yapay bir ortamdaydılar. Onlar yalnızca bir günlüğüne, ailelerinin, komşularının ve beraber çalıştıkları insanların kısıtlayıcı etkilerinden izole edilmiş bir koşulda itaat etmişlerdir. Onların durumu, Pinochet’in Şilisi veya Galtieri’nin Arjantininde kurbanlarına uzak, özel yerlerde işkence yapan polisin durumu gibiydi. Milgram’ın deneyinde itaat edenler, bunu rutin bir şekilde yıllar boyu yapmayabilirlerdi. Her akşam New Haven’deki evlerine gidip ailelerine gün boyunca insanlara elektrik şoku verdiklerini anlatmak, onları uyandırabilirdi. Ahlaki kaynaklar kendi insanı tepkileri ve ahlaki kimlik duygularının yanı sıra, etraflarındakilerin faltaşı gibi açılmış gözleri çeşitli kısıtlamalar getirebilirdi. Nazilerin itaati, ancak bu sınırlamaları zayıflatan veya ortadan kaldıran Nazi inançları bağlamında tam olarak anlaşılabilir.