Sevgi Bağımlılığının Psikolojisi – Brenda Schaeffer

Bugüne kadar kimyasal madde bağımlılığı tedavisi, zayıflama »klinikleri ya da sigarayı bırakma programlarına katılmış ve aynı zamanda mutsuz ilişkilerden geçmiş pek çok kişiyle çalıştım. Kötü bir davranıştan kurtulanların çoğu ya bir başka alışkanlığı devam ettirmek, yada kurtulduklarının yerine bir başka zararlı davranışı koymak eğilimindedirler. Mantıklarıyla, bunun kendi kendilerine zarar vermek amacıyla yapılan bir davranış olduğunu görseler de, psikolojik ve duygusal açılardan hala bu tuzağa düşmeye devam ederler.

Kişi eğer bir alışkanlıktan kurtulabilmeyi ancak bir başka alışkanlığa sarılmakla başarabiliyorsa, bu bağımlılık özelliği taşıyan bir karakter yapısı ortaya koyar, Bu tür davranışlar sık sık tekrarlanıyorsa, kişinin yardıma ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlara olan sağlıksız bağımlılığın mutlaka psikolojik bir nedeni vardır. Bağımlılık sorunu, ancak bu neden bulunduğu taktirde çözülebilir. Daha önce de değindiğimiz gibi psikolojik bağımlılıklar, zamanında karşılanmamış ihtiyaçlar ve bunları tatmin etmek için bilinçaltımızın arayışlarından kaynaklanmaktadır.

Karen’in hikayesi, bize, birkaç farklı ve kontrolü güç davranışın tek kişide nasıl bir araya gelebildiğine dair iyi bir örnektir:

Bugün 30 yaşında olan Karen ilk gençlik yıllarında, pek çok bağımlı ilişki yaşadı. Bunlar hem duygusal hem de fiziksel açıdan ona zarar veren birlikteliklerdi. Açıkça görünen bir şey varsa, o da Karen’in ona kötü davranan erkeklere meyilli olduğuydu.

Terapiye başladığında kendine güveni çok düşüktü. Melek gibi bir yüze sahip, tatlı ve akıllı bir bayandı, ancak aşırı kiloluydu. Neden kilo veremediğini ve verse de niçin koruyamadığını öğrenmek istiyordu. Pek çok değişik rejim uygulamış, hatta bir seferinde istediği kiloya inmişti, ancak kısa sürede tekrar eski aşırı kilosuna geri dönmüştü.

Bir erkekle uzun süreli bir ilişkiyi özlemliyordu. Buna rağmen, artık evli olan eski bir erkek arkadaşıyla, kontrolün tamamen erkekte olduğu, sağlıksız bir ilişki yaşıyordu.

Terapi sırasında Karen’den bir mektup yazması istendi. Bu mektubu onun şişman tarafı, zayıflamak ve sağlıklı olmak isteyen tarafına yazacaktı:

‘Seni şişman ve çirkin tutmaya devam ettiğim sürece bir ilişkinin başlamasından korkmana gerek yok. Hiç kimseyi memnun etmen gerekmiyor, o yüzden korkup çekinme. Sen her ne kadar onlardan hoşlansan da. ben seni sana zarar verebilecek erkeklerden koruyacağım. Bugüne kadar ya seni yönetmek isteyen, maço erkekleri seçtin ya da zavallıları. İyi bir erkek seçebileceğine güvenmiyorum. O yüzden, seni şişman tutuyor ve böylece kötülerden koruyorum. Kendine zarar vermeyi bırakana kadar da bu böyle devam edecek!”

Bu mektuba göre yemek düşkünlüğü karakterinin bağımlı tarafı Karen için koruyucu bir faktördü. Yemek bağımlılığı onu acıdan ve suiistimal edilmekten koruyan bir kalkandı, ne var ki şişmanlık onu kaçmaya çalıştığı şeylerle yüzyüze bıraktı. Karen’in kendi değerine olan inancını ve kişisel gücünü geliştirmesi gerekiyordu. Terapiyle onun kilosunun değil, kendiyle ilgili duygu ve düşüncelerinin düzenlenmesi gerekiyordu.

Bağımlılık eğilimlerinin bilinçaltı tarafından kullanılması, hatalı bir korunma veya duygusal dengeyi sağlamak için yetersiz bir yardım gibidir. Gerçek terapinin ve bu konularda yazılmış kendi kendine yardım kitaplarının amacı, insanlara daha kolay, daha huzurlu ve bir terapistten bağımsız olarak yaşamanın yollarını sunmaktır.

Bağımlılığın Psikolojik Açıklaması

1950 ve 60’larda Dr.Eıic Berne tarafından geliştirilen işlevsel ( transactional ) analiz, özellikle bağımlı ilişkileri anlamamızda yardımcı olan bir karakter gelişim modeli çizer. Bağımlı davranışların derinlerdeki köklerini bulmamızda yardımcı olur. İlerideki birkaç sayfada kısaca bahsedeceğimiz bu sistemin prensipleri, hayat hikayelerimizin sevgi bağımlılığıyla olan ilişkisini ortaya koyacaktır.

İşlevsel ( transactional ) analiz, karakterimizi üç farklı kısımda inceler: Anne baba, Yetişkin ve Çocuk Benlik Durumları.

Anne baba Benlik, oluşturur, yetiştirip eğitir ve korur. Yetişkin Benlik, düşünür ve problemleri çözer.

Çocuk Benlik, hisseder ve gereksinimleri saptar.

Çocuk Benlik Durumu

Çocuk Benlik Durumu, karakterimizin doğuştan olan ve bizi etkileyen ilk kısmıdır. En güçlü duygu ve hislerimizin kaynağıdır. Çocuk Benlik Durumunda hayatı duyularımız ve güçlü his ve arzularımız yoluyla algılarız. İstek ve ihtiyaçlarımızı tanımlayıp, dışarıdaki dünyadan bunları almaya çalışan, Çocuk Benlik Durumumuzdur. İşte bu evrede sevgi bağımlılığına yol açan masallar oluşur.

Yetişkin Benlik Durumu

Çözülmesi gereken karakterimizin ikinci kısmı olan Yetişkin Benlik, aynen bir bilgisayar gibi, bilgiyi toplar, işlemden geçirir ve sonucu çıkarır. En belirgin özelliği, sorunları duygusallıkla değil, mantıkla çözmesidir. Doğru bilgiler aldığı taktirde, işe yarar sonuçlar çıkaracaktır. Ne yazık ki gelen bilgiler çoğu zaman yetersiz veya yanlış olmaktadır; dolayısıyla sadece Yetişkin Benliğe güvenip problemleri çözmeye çalışmak, bizi bir yere götürmez.

Anne Baba Benlik Durumu

Karakterimizin üçüncü ve son kısmına bu adın verilmesinin nedeni, işlevinin bir ebeveyni andırmasından kaynaklanır. Adeta yaşam kılavuzumuzdur, hayatımızı düzenleyen kurallar ve izinler burada saklıdır. Burası bizi tehlikelerden korur. Verimli bir hayat sürebilmemiz için neler yapmamız gerektiğini söyler. Bazen de içimizdeki çocuğu kontrol eder, eleştirir ve engeller.

Üç çeşit ilişki bağlılığı vardır, ama bunların hepsi bağımlılık göstermeyebilir

Yetişkinler her üç benlik durumuyla da ilişki halinde olabilirler, fakat çocuklar için bu geçerli değildir. Hele bebekler, henüz düşünüp kendilerini koruma yeteneğine sahip olmadıklarından, anne babalarıyla, sağlıklı ve aslen oldukça gerekli olan bir bağlılık ilişkisi içinde tek bir vücut gibi hareket ederler. Normal, sağlıklı bir çocuk-anne baba ilişkisinde, sevgi, koruma ve bakım anne baba tarafından sağlanır. Buna ilk bağlılık adı verebiliriz. Çocuğun yetişmesi ve yakın ilişkiler kurabilme, içten olabilme, özgür ve insanlara bağlılık (ama bağımlılık değil) yeteneklerini geliştirebilmesi için bu ilk bağlılık gereklidir. Otonom bağlılık, sağlıklı ilişkiler yaşayabilmeleri için, yetişkinlerde her üç benlik durumunun da bulunduğunu varsayar. Burada önemli olan, çocuğun tam bağlılıktan otonom hale gelebilmesi için gelişiminin her aşamasındaki ihtiyaçlarının, anne baba figürleri tarafından karşılanmasıdır. Her bir evrede, ona gerekli destek verilmeli, değeri, yetenekleri ve hakları ona anlatılmalıdır.

İlk bağlılığımız süresince bebeklik ve çocukluğumuzda ancak çok azımız bu ihtiyaçlarımıza cevap alabildiğimizden, gelişimimiz sırasında ikinci bir sistem ortaya çıkar. Bağımlı Bağlılık Sistemi dediğimiz bu durum, bağımlı ilişkilerin de temelini oluşturur. İlk bölümde değindiğimiz Arına olayını hatırlarsanız, çocukluğunda tacize uğradığı ve suiistimal edildiği için, Anna’nın kendini sevebilmesi ve kendi kendine yeterli olmayı öğrenmesi çok zordu. Yetişkinliğinde ise bu kaybettiği değerleri, başkalarına bakarak kazanmaya çalışıyordu.

İçimizdeki Çocuk: Bağımlı Bağlılık

Sevgi Bağımlılığı kavramım anlayabilmemiz için, Çocuk Benlik Durumunu daha iyi incelememiz gerekir. Bunun kendi içinde üç bölümü vardır: Doğal Çocuk, Küçük Profesör ve Çocuktaki Anne baba.

Başlangıçta yalnızca, hayatta kalabilmemiz için nelere gereksinimimiz olduğunu bize bildiren duyu ve hislerimizin kaynağı, Doğal Çocuk vardır. Gereksinimlerini giderebilmek için dünyaya bütün içtenliğiyle seslenir ve durdurulmadığı, görmezden gelinmediği ya da korkutulmadığı sürece de bunu yapmaya devam eder.

Yaklaşık altıncı ayda Küçük Profesör ortaya çıkar. Karakterin bu yaratıcı tarafının en önemli işi, “Onları nasıl etrafımda tutabilirim?” sorusuna cevap aramaktır. Çocuksu hesapların ustası olan Küçük Profesör’ün hedefi, doğuştan var olan “hayatta kalma” güdüsünü izlemektir. Doğal Çocuk, yaşayabilmesi için gereksinimi olan şeyleri yiyecek, korunma, sıcaklık, dokunuş yani bir anlamda büyükleri etrafında tutması gerektiğini gayet iyi bilir. Küçük Profesör ise bunu nasıl gerçekleştireceği ile ilgilidir.

Üç yaşına varıldığında üçüncü bölüm olan, Çocuktaki Anne baba ortaya çıkar. Altı yedi yaşlarına kadar süren bu dönem, sihir ve masalların, Noel babanın, uçan kahramanların ve canavarların dönemidir. Annenin “Beni delirtiyorsun!” ya da “Beni çok mutlu ediyorsun!” gibi sözleri çocuk tarafından tamamen kelime anlamıyla alınır; çocuk annesinin hisleri üzerinde tam bir kontrolü olduğuna inanır ve anne de ona karşı aynı güce sahiptir. Henüz onun zihninde grilere yer yoktur, sadece siyah ve beyazlar vardır. Çocuktaki Anne baba, bağımlı sevgiyi besleyen masalların ki bunların gerçek olduğuna inanır taşıyıcısıdır.

Şimdi size kendi çocukluğumdan bir anımı aktaracağım. Kimbilir, belki sizlere de aşina gelecektir bu hikaye.

Hatırlıyorum, dört yaşında ya vardım ya yoktum, bana, eğer izin almadan sokağın karşısına geçersem başıma kötü bir şeyin geleceği söylenmişti. Birgün benden bir yaş büyük olan ablamla kaldırımın kenarında oturuyorduk. Yolda hiç araba yoktu. Ben “karşıya geçersem hiçbir kötü şeyin olmayacağına bahse girerim” dedim. Ablam ne dediyse de. ben bir koşu karşıya geçip geri döndüm.

“Gördün mü? Hiçbir şey olmadı!” diye haykırdım. Fakat içten içe bu davranışımdan dolayı bir huzursuzluk duyuyordum.

Aynı gün ailece arabayla bir gezintiye çıkmıştık ve aniden arkamızdan bir polis arabası siren çalarak yaklaşmaya başladı. Paniğe kapılıp “ Ne oluyor?” diye sordum. Babam da “ Bir polis arabası, yoksa ikinizden birisi kötü bir şey mi yaptı bugün?” dedi.

Müthiş korkmuştum, yakalandığıma inanamıyordum. Derhal koltuğun altına saklandım. Annemle babam, sabahki davranışımdan haberdar olmadıklarından, küçücük dünyamda olayları nasıl yorumladığımı bilemiyorlar ve dolayısıyla gösterdiğim reaksiyona bir anlam veremiyorlardı.

Nihayet, onlara olayı anlattığımda, benim gerçekle, zihnimde geliştirdiğim yanlış sonucu ayırabilmemi sağladılar. Bir kere hata yapmakla kötü bir kız olmadığımı, sirenlerin bir yangın için olduğunu ve bazen caddeyi izinsiz geçmenin kötü sonuçlar doğurabileceğini anlattılar. Mahallemizdeki bir çocuk aynen benim yaptığım gibi caddeyi tek başına izinsiz geçerken bir araba ona çarpmıştı ve benim başıma da benzer bir olayın gelmesinden korktuklarından bana bu davranışı yasaklamışlardı.

Beni bu şekilde açıklamalar ve örneklerle yatıştırmakla, uydurma düşüncelerle gerçeği ayırt edebilmemi sağladılar. Bunu kendi kendime başarabilecek yaşta değildim. Eğer beni azarlayıp cezalandırsalardı. gerçekten kötü olduğuma inanabilirdim.

Burada kullanılan bazen sözcüğü son derece önemlidir. Çünkü çocuklar her zaman ya da hiçbir zaman gibi kesin terimlerle düşünürler ve bu da onları yanılgılara sürükleyebilir. Dört beş yaş çocukları, kimi zaman yetişkinler de eğer anne babaları onlara zamanında gerekli açıklamaları yapmadılarsa aslen tamamen zararsız olan bazı şeyleri yapmamaları gerektiğini, aksi taktirde kendilerinin veya etraflarındakilerin başlarına kötü şeylerin geleceğine inanırlar.

Doğal çocuk bir şeye ihtiyacı olduğunu bilir, Küçük Profesör onu nasıl elde edeceğini anlar, çocuktaki Anne Baba ise o şeyi önemli insanları çevresinde tutması için gereken planı uygular. Çocuktaki bu dinamikler son derece normaldir. Bir yetişkinde ise bunlar, insanoğlunun eh yüce duygusu olan sevgiyi, sağlıksız bağlılıklara dönüştürmek gibi tehlikeli boyutlar alabilir.

Sevgi Bağımlılığının Ardındaki Masallar

Hemen her bağımlı sevgi ilişkisinin ardında, sihirli bir düşünüş ve sıkı sıkıya inanılmış bir masal bulunur. Brent’in hikayesi de bunlardan biridir.

Brent terapiye başladığında, cemiyette saygın bir yere sahip, başardı bir iş adamıydı. Problemi, ona aradığı destek ve yakınlığı verecek ilişkiler kuramamasıydı. Seçtiği kadınlar ya aşırı talepleri olanlardı ya da ona istediklerini veremeyecek kadar bağımsız tiplerdi. Mantığı sayesinde hep bu tarz insanları seçtiğinin farkındaydı, ancak tercihini bu yönde kullanmasının nedenini anlayamıyordu. Derinlere inildiğinde, kendisinin de unutmuş olduğu bilinçli olarak unuttuğu şu hikaye ortaya çıktı:

Yaklaşık dört yaşındayken, evlerinin bahçesinde oyun oynuyordu. Biraz sonra, çocukların daima yaptıkları gibi, her şeyin yolunda olup olmadığını anlamak için eve girip rutin bir kontrol yaptı. Çıkarken neşeli bıraktığı annesini, eve döndüğünde kucağındaki kardeşiyle birlikte ağlıyor buldu. Annesiyle babası az evvel telefonda tartışmışlardı ve Brent’in bunu bilmesine olanak yoktu. Aniden büyük bir endişe duydu. “Acaba bir şey mi yaptım ben?”diye düşündü. “Anneciğim, bir şey mi oldu? Neyin var?” diye sorduğunda annesinden “Tatlım iyi ki geldin, ne olur bana her şeyin yoluna gireceğini söyle.” cevabını aldı. Brent bir anlık şaşkınlığın ardından, hemen toparlanıp annesinin istediği şekilde davrandı. Annesinin elini tuttu, gözlerinin içine bakarak “Tamam anneciğim, sen hiç merak etme, her şey yoluna girecek, bunu biliyorum.” dedi. Annesi artık ağlamıyordu, hatta “Sen mükemmel bir çocuksun, sensiz ne yapardım bilemiyorum” derken gülümsüyordu bile.

Brent’in dünyasında her şey tekrar normale dönmüştü. Ancak burada müthiş bir değişim yaşanmıştı. Dört yaşındaki bir çocuğun olanları doğal bir olay olarak görebilmesi ve annesinin rahatlamasının ardında kendi sihirli gücünün bulunmadığını anlayabilmesi imkansızdı. İşte böylece bir efsane doğmuş, muhteşemlik düşüncesi oluşmuştu: Brent artık kendisinde, annesini (ve belki de herkesi) iyi hissettirebilecek bir güç olduğunu zannediyor, hatta kendi ihtiyaçlarını giderebilmek için bunu yapması gerektiğine inanıyordu. Çocukta oluşan inanç şuydu: “Ben insanlara kendilerini iyi de hissettirebilirim, kötü de hissettirebilirim; davranışlarım, düşüncelerim ve sözlerimle onları yakınımda tutabilirim veya uzaklaştırabilirim.”

Brent’in hikayesi kulağa dokunaklı ve tatlı gelebilir: üzgün annesini avutan bir çocuk. Fakat asıl ilgi ve teselliye ihtiyacı olan, küçük bir çocuk olan Brent’dir. O yaştaki, “sanılan” ile gerçeği henüz ayırt edemeyen bir çocuk için, anne babasına bir şey olması demek, hayatının sonu demektir. O aynı zamanda annesinin acısına kendi neden olduğunu da düşünür. Anne babalar çoğu zaman istemeden de olsa “ Sen beni çok üzüyorsun” gibi sözler söylerler ki, çocuklar buna kesinlikle inanır. Eğer Brent bir yetişkin olsaydı bu durumda “Annem üzgün görünüyor. Sorunlarını ortadan kaldıramasam da ona yakınlık gösterebilirim.” şeklinde düşünürdü.

Oysa ki bir çocuk olarak, ihtiyacı olan bilgi ve güvenceyi almamıştı. Doğru olan annesinin ona “Beni düşündüğün için teşekkür ederim, merak etme ben iyiyim” demesiydi. Annesi Brent’in korku içindeki Çocuk Benliğini yatıştıracağına, o (kendi korku ve ihtiyaçlarını bastırmak suretiyle) annesinin üzgün haldeki Çocuk Benliğini teselli etmek durumundaydı. Brent, kendi duygularına rağmen, annesine ihtiyacı olan ilgiyi vermiş ve bu tutumu bir yetişkin olduğunda da ilişkilerinde sürdürmeye devam etmişti. Çocuğun bakış açısından bakıldığında, Brent’in kararı yerinde görünmektedir: “Korkup ağlayacağıma annemi hoş tutup, teselli etmeye çalışacağım.” Ve işe yaramıştı, annesi bir yere gitmemiş, hatta gülümsemişti bile.

Brent’in bilinçaltı, duygu ve isteklerini bastırmaya devam ettiğinden, gene bilinçaltı sayesinde, inançlarını destekleyecek kadınları seçiyordu. Yaşadığı bağımlı ilişkilerinde aradığını buluyordu aslında. Bağımlı karakter taşıyan eşler, onun kendi gereksinimlerini gidermesini engelliyordu. Oysa ki sadece gereksinim duymaya değil, kendine ait hislerinin ve arzularının olmasına ve destek görmeye de hakkı vardı. İlgi ve şefkati, yalnızca ve hep vermesi değil, alması da gerekiyordu.

Sevgi bağımlılığında, bağlılık eşlerin “içlerindeki çocuklar” arasında olmaktadır. Bu kişiler, yaşayabilmek için birisiyle birlikte olmaları gerektiğine inanır, karşılarındakinin onlara açlığım duydukları bütünlüğü vereceklerini sanırlar. İşte bu yüzden bu ilişkiler yürümez. Sevgi bağımlıları kendi başlarına var olabileceklerine inanmazlar.

Brent ancak bilinçaltındaki korku ve inançlarım bir yetişkin açısından görüp anladığı zaman, karşı cinsle sağlıklı ilişkiler kurma özgürlüğüne kavuşacaktı.

Olgunlaşmamış, çocuksu sevgi “Eğer beni sevmeni istediğim şekilde seni sevip sana bakarsam, sen de beni.öyle seversin.” inancındadır. Çocuk sevgisi sandığımız gibi bol ve masum değildir. Onların sevgisi benmerkezcidir, yaşamlarını sürdürebilmek, acı ve korkulardan korunmak amacıyla severler. Ve bu davranış tarzı, ne yazık ki yetişkinlerde sevgi bağımlılığına dönüşür.

Brent örneği, sevgi bağımlılığının yalnızca kadınlara özgü olmadığını gösterir. Bağlılık tek taraflı olamaz, daima iki taraflıdır. Sosyal yönden erkeklerin daha özgür ve bağımlılık karşıtı, kadınların ise bağımlı olduğu düşünülür, ancak psikolojik yönden erkekler bağlılığa kadınlar ise bağımsızlığa teşvik edilirler. Bir eş kaybetmenin ardından depresyon, intihar, ölüm ya da derhal bir başka eş bulma durumlarına kadınlara oranla erkeklerde daha sık rastlandığı bir gerçektir. Aşırı kızgın bir erkek hislerini şöyle dile getirmiştir: “Beni terk edene dek, duygu nedir bilmezdim. Şimdi duygu nedir biliyorum ama bu sefer de onlarla nasıl başa çıkacağımı bilemiyorum. Bana kim yardım edecek, söyler misiniz? Erkeklerin ne yakın arkadaşları olur, ne destekçileri ne de allah korusun, hisleri! Bu korkunç bir tuzak. Erkeklerin neden fazla yakınlık kuramadıklarına şaşmamak gerek.”

Kadınlara hissetme, isteme, ağlama ve bunalma hakkı verilmiştir. Daha uzun yaşarlar, destek grupları oluştururlar ve bir acının yasından sonra, kendilerini toparlayıp iyi bir yaşam sürebilirler. Onların geleneksel vazifesi ‘bakmak’tır; bakılacaklar listesine kendilerini de kattıkları anda durum düzelecektir.

Erkekler de acı çeker, ama bunu açıkça kabullenip, yardım aramaları için gerekli desteği her zaman bulamayabilirler. Onlar da kadınlarla aynı ait olma, bağlanma, yakınlaşma ve sevilme ihtiyaçlarını hissederler.

Brenda Schaeffer
Sevgi mi Bağımlılık mı?

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz