SCHOPENHAUER’A GÖRE ERKEKLE KADININ DOĞASI ARASINDAKİ FARKLAR

34

KADINLAR HAKKINDAKİ OLUMSUZ DÜŞÜNCELERİN KÖKENİ

Arthur Schopenhauer, felsefe tarihinde, kadınlar aleyhinde en çok yazı kaleme alan filozoflardan biri. Kadınlar hakkındaki olumsuz düşüncelerinin kaynağında çoğunlukla özel hayatında kadınlar tarafından sürekli reddedilmiş olması ve annesi Johanna’yla geçmişinde yaşadığı anlaşmazlıklar gösteriliyor. Babasının ölümünden sonra annesiyle arası daha da çok açılan yazar, ayrı yaşamaya karar veriyor.  Çok geçmeden Weimar’dan ayrılıyor. Annesi 24 yıl daha yaşadıysa da, yüzünü bir daha hiç görmediği belirtiliyor.

Annesi, Schopenhauer’a yazdığı mektuplardan birinde bu geçimsizliğin sebebini şöyle yazıyor:

“Tahammül edilir şey değilsin, başına bela oluyorsun insanın, seninle birlikte yaşamak güç; ukalalığın bütün iyi taraflarını gölgede bırakıyor, başkalarında kusur bulmadan edemediğin için, o iyi yönlerinin dünyaya hiçbir faydası yok.”

KADINLAR ALEYHİNDEKİ BİRKAÇ SÖZÜ:

♦ Kadınlar, yalan söylemeye karşı iflah olmaz bir temayüle sahiptirler.
♦ Nadiren karşılaşılan istisnalar dışında bütün kadınlar savurganlığa meyyaldir.
♦ Kadınlar zihinsel olsun, bedensel olsun, büyük işler için yaratılmamışlardır.
♦ Kadınlar, herhangi bir konuda dikkate değer bir yeteneğe sahip olabilirler fakat bir dahi olamazlar.
♦ Kadınlar, çocuk ile gerçek anlamda bir insan olan yetişkin erkek arasında bir orta nokta, bir ara aşamadırlar.
♦ Erkekler doğaları gereği birbirine ilgisizdir fakat kadınlar doğaları gereği birbirine düşmandır
♦ İkiyüzlülük yahut riyakarlık kadınlarda doğuştandır ve kurnaz kadınların ayırt edici özelliğidir.

KADINA ONTOLOJİK BAKIŞ: *

Aydınlanma Çağı’na “irade” kavramını merkeze aldığı kötümser felsefesiyle yön veren Alman filozof Arthur Schopenhauer, kadınlar hakkındaki katı ve acımasız düşünceleriyle tanınmıştır. Onun kadınlara yaklaşımının temelinde kadın ve erkeğin birbirlerinden ontolojik olarak farklı oldukları düşüncesi yer almaktadır.

Schopenhauer’ın kadın doğası ve kadın-erkek ilişkisi üzerine düşüncelerine yer verdiği en önemli eseri, Aşkın Metafiziği’dir. Bu eserde Schopenhauer, kadın ile erkek arasındaki aşk ve cinselliği, felsefesinin merkezini oluşturan irade kavramıyla birlikte düşünmektedir. Filozof bu eserinde kadınların erkeklerden ontolojik olarak farklı olduğunu savunmakta, kadınların nasıl olduğu ve olması gerektiği konusunda düşüncelerini açıklamaktadır.

Schopenhauer’a göre kadın, aklı tarafından yönetilen erkekten farklı olarak içgüdülerine göre davranmaktadır. Bunun sebebi ise kadında “ganglion” denen öznel sinir sisteminin erkeğinkine kıyasla çok daha fazla gelişmiş olmasıdır. Bu sistem kadında “zerebral” denen büyük beyin sistemine ağır basmakta, kadının içgüdülerini merkeze alarak yaşamasına neden olmaktadır (Schopenhauer, 2014, s. 30).

Schopenhauer için aşk ve eşeysel üreme, insanların bütün hareketlerinin bütün sebepleri içinde en güçlü ve etkili olanıdır, hatta bu, bütün insan çabalarının nihai amacıdır (Schopenhauer, 2017, s. 314-315). O, aşkın temelinde sadece, meydana getirilmesi gereken bireye yönelik bir içgüdünün yattığını, iki aşık insanın birbirlerine karşı sevgilerinin gittikçe artmasının, bu kadın ve erkekten meydana gelecek bireyin şimdiden yaşamak istemesinden kaynaklandığını savunmaktadır. İki insanın birbirini sevmesi ise karşılıklı olarak birbirlerinin kusurlarını etkisiz hale getirebilecek özelliklere sahip olmalarına bağlıdır. Onların tek bir varlık olup yaşamayı sürdürme istekleri, sonunda içinde her ikisinin de kalıtımsal özelliklerinin kaynaştığı ve birleştiği tek bir bireyde yaşamaya devam etmeleriyle gerçekleşmiş olur. Bunun tersine bir erkek ve bir kadın arasındaki karşılıklı, kararlı ve inatçı isteksizlik, antipati, nefret ve soğukluk; onların birlikte meydana getirebilecekleri bireyin, fizyolojik yapısı bozuk, kendi içinde uyumsuz, mutsuz bir varlıktan öte bir şey olamayacağının göstergesidir (Schopenhauer, 2014, s. 22).

SCHOPENHAUER’A GÖRE ERKEKLE KADININ DOĞASI ARASINDAKİ FARKLAR:
Erkeğin eşine sadakati yapay, kadınınki doğaldır

“Her şeyden önce, erkeğin doğası gereği aşkta vefasızlığa, kadının ise sürekli sadakate eğilimli olduğu gerçeği bu incelemeye girer. Erkeğin aşkı, doyum bulduğu andan itibaren belirgin bir biçimde azalır: Hemen hemen bütün öteki kadınlar onu, sahip olmuş olduğu kadından daha fazla çekerler: Erkek değişiklik özler. Kadının aşkı ise, özellikle o andan sonra artmaya başlar. Bu, türü koruyup onun varlığını sürdürmeye, bu bakımdan da daha fazla çoğalmaya yönelik doğanın amacının bir sonucudur. Bildiğimiz gibi erkek, kendisine yeterince kadın sunulduğu takdirde, kolayca yılda yüz çocuk meydana getirebilir; kadın ise, istediği kadar çok erkeğe sahip olsun, ikiz ihtimalini hesaba katmazsak, yılda sadece bir çocuk dünyaya getirebilir. Bu nedenle erkeğin gözü hep başka kadınlardadır; kadın ise buna karşılık bir tek erkeğe sımsıkı sarılır: Çünkü doğa onu içgüdüleri gereği ve hiç düşünmeden, gelecekteki doğumun besleyicisi ve koruyucusunu yanında tutup korumaya sürükler. Bundan ötürü erkeğin eşine sadakati yapaydır, kadınınki doğaldır; dolayısıyla da kadının ihaneti, nesnel olarak, sonuçları bakımından olduğu kadar, öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğinkinden çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir.” (Schopenhauer, 2014, s. 31)

Schopenhauer’a göre bir erkekte kadını en çok etkileyen şey, sağlam irade, kararlılık, cesaret, yüreklilik, dürüstlük gibi karakter özellikleri iken, bir erkek için başka bütün özellikler kolayca bedensel güzelliğin gerisinde kalabilir (Schopenhauer, 2014, s. 36-37). Schopenhauer, kadının erkeğe göre genel olarak zayıf ve küçük bedene sahip olmasından küçümseyici bir tavırla bahsetmektedir. Ona göre bir erkek, ancak zekâsı cinsel güdülerle bulanıklaştığında, “bu ufak tefek, dar omuzlu, geniş kalçalı ve kısa bacaklı cinsi” güzel bulabilir (Schopenhauer, 2014, s. 30). Schopenhauer, bir bireyin irade ve karakter özelliklerini babasından, zekasını annesinden, beden yapısını ise her ikisinden aldığını savunmaktadır (Schopehnauer, 2014, s. 23). Onu bu düşünceye sevk eden şeyin irade ve karakter gibi önemli addettiği niteliklerin kadına mal edilmesine gönlünün razı olmaması gerektir. Çünkü ona göre kadın zevk, ihtiras ve içgüdüsel eğilimlerinin oyuncağı olan gevşek bir varlıktır (Tanyol, 1998, s. 34). Schopenhauer, erkeğin çokeşliliğini savunmaktadır. Ona göre bir erkeğin birden fazla kadına ihtiyacı vardır, dolayısıyla onun birden fazla kadınla birlikte olma ve onları destekleme özgürlüğünün kendisine verilmesinden daha adil bir şey olamaz. Çokeşlilik her kadının bakılmasını garanti altına alır. Oysa tek eşlilik pek çok kadının evde kalmasına, daha çok çalışmasına, hatta fahişeliğe yönelmesine neden olmaktadır. Bu
bakımdan çokeşlilik hem kadın türünün ihtiyaçlarına cevap vermesi hem de erkek türünün tatminini sağlaması bakımından gerekli ve işlevseldir (Kenny, 2017, s. 284). Filozof için kadının en büyük kusuru adalet duygusunun onda eksik olmasıdır. Kadın daha güçsüz cinsiyet olmasının bir neticesi olarak kurnazlık konusunda kendisini geliştirmiştir. Öyle ki doğa ona erkeklere karşı saldırı ve savunma aracı olarak duygularını gizleme gücü vermiştir. Diğer yandan kadın erkekleri esas duyguları konusunda kandırırken herhangi bir ahlaki sorumluluk hissetmediği için daima kendisini haklı görür (Kenny, 2017, s. 283). Onun felsefi sistemi içinde kadın, yaşama iradesi gösteren bireyleri dünyaya getirme işlevi dışında –ki Filozofa göre kısırlık da erkekten ziyade kadından kaynaklanır (Schopenhauer, 2013, s. 45)- erkeğe göre noksan, bu yüzden daima kendini gizleyen, kandıran, kurnaz, içgüdüleri ve hislerine göre hareket eden, aklın hakimiyetinden uzak yaşayan bir varlıktır. Ona göre kadının erkek tarafından bakılması ve kontrol edilmesi gerekir.

Schopenhauer’ın kadınlara karşı tavrını belirleyen önemli etkenlerden biri, şüphesiz babasından hayli genç, özgürlüğüne düşkün ve hırslı bir kadın olan annesi Johanna’yla anlaşmazlıkları (Hasipek, 2009, s. 37), diğer etken ise özel hayatında kadınlar tarafından sürekli reddedilmiş olmasıdır. Schopenhauer’ın kadına yaklaşımının arka planının anlaşılması adına annesiyle ilişkisi hakkında bilgi vermek gerekli görünmektedir. Johanna Schopenhauer, yazdığı feminizm temalı roman, makale ve biyografilerle döneminin ünlü bir yazarı olmuştur. Kendisinden yaşça büyük, tutucu ve kıskanç biri olan kocası akli rahatsızlıklar yaşamış, Johanna, bu süreçte kocasıyla ilgilenmek yerine onu yaşlı bir hizmetçiye teslim etmeyi tercih etmiştir. Arthur, annesinin babası hastayken partiler verip babası acı çekerken gönlünü eğlendirmesini hiçbir zaman affetmemiştir (Schopenhauer, 2016, s. 44). Johanna, kocasının intiharından sonra serbest aşk hayatı yaşamaya başlamış ve böyle bir hayat için en uygun ortam olduğu düşüncesiyle Weimar’a taşınmıştır. Schopenhauer annesinin yeniden evlenmesine ve havai bir hayat yaşamasına daima karşı çıkmıştır. Johanna’nın entelektüel hırsı da anne ile oğul arasında büyük tartışmalara neden olmuştur. Annesi bir evden iki dâhinin çıkmayacağını söyleyerek her fırsatta oğlunu küçümsemiştir.

Yaşadığı dönemde tanınmayan ve kitapları satılmayan Schopenhauer ise, annesine, geleceğin onu, ancak kendisi sayesinde tanıyacağını söyleyerek Weimar’dan ayrılmış ve annesiyle bir daha hiç görüşmemiştir (Durant, 2010, s. 298-299).
Schopenhauer’ın kadınları mahkûm eden düşüncesinin temelinin realist ve nesnel bir kadın gözlemine dayandığını söylemek çok zordur. Görünen odur ki Schopenhauer kadınlar hakkındaki düşüncelerini özellikle annesiyle arasındaki anlaşmazlık ve rekabet, hatta kıskançlık duygusu üzerinden şekillendirmektedir (Tanyol, 1998, s. 34). Elbette yaşantıların insan hayatı üzerindeki etkisi yadsınamaz.

Fakat bu etki insanı tek bir tür nedeniyle tüm cinsi yargılayacak duruma getirdiğinde bu durumun doğru akıl yürütmeyi ve bu akıl yürütmenin ulaştırdığı sonuçların güvenilirliğini önemli ve olumsuz biçimde etkilediği açıktır. Schopenhauer, kadına karşı beslenebilecek bütün iyi duyguların doğanın bir zorlamasından kaynaklandığını savunarak esasında ontolojik olarak erkekten aşağıda gördüğü kadının değerini bütünüyle bertaraf etmek ya da en aza indirmek için büyük bir çaba sarf etmiştir. Bütün bunlar göz önüne alındığında Schopenhauer’ın Aydınlanma Çağı’nda yaşanan kadın hakları konusundaki uyanışları küçümsediğini düşünmek hiç de zor değildir.


*Zeynep BAKTEMUR – İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz