Sakalsız, yirmi yaşlarında bir genç . Besili, parlak saçları, yanağında mavi deri lekeleri ve kurnaz gözleri. Alman Nasyonal Sosyalist Partisi üyesi. Tankçı. Fransa, Yugoslavya ve Yunanistan’da bulunmuş. Dünkü çatışma sırasında tankı bir kızılordu adamının bir salkım el bombasıyla parçalandı. Tankından dışarı sıçrayarak ateşe başladı. Dört mermi yarası aldı, hafif yaralar. Arada bir acıyla asılıyor yüzü, ama küstah abartılı bir cesaretle katlanıyor. Soruları yanıtlarken gözlerini kaldırmıyor. Belli soruları yanıtlamayı kesin olarak yadsıyor; ama diğer yandan, Alman ulusunun üstünlüğü ve Fransız, İngiliz ve diğer Slav uluslarının aşağılığı konusunda, yürekten öğrendiği deyimler kullanarak , çenesi düşmüşcesine konuşuyor. Hayır bir insan değil bu kötü kokan bir dolma, zavallı, pişmemiş bir lokma bu. Kendine özgü tek düşüncesi yok, ne de tinsel ya da anlaksal ilgileri. Puşkin’i ya da Şekspir”i bilip bilmediğini soruyoruz. Kaşlarını çatıp düşünüyor, sonra soruyor:
“Kim,bunlar ?” Kendisine söylendiğinde de kibirli bir gülümseme yayıyor dudaklarına.” Tanımıyorum onları, tanımak da istemem. Gerek duymuyorum.”
Savaş Tutsakları
Tabur Paris’te kamyonlara yüklenip doğuya aktarıldı. Fransa’dan yağmaladıklarını yanlarında götürüyorlardı. Fransız şarabı ve Fransız arabası.
Minsk’ten cepheye yaya yürüyüşe geçtiler, petrol kıtlığı yüzünden kamyonlarını Minsk’te bırakmaları gerekti çünkü. Alman ordularının utkularından ve Fransız şarabından esrimiş olarak Belorusya yolları boyunca yürüdüler. Kolyenlerini kıvırmış, yaka düğmelerini açmışlardı. Çelik miğferleri palaskalarından sarkıyordu; çıplak, yağız başları yaban Rusya’nın narin güneşinde ve ılık yellerinde kurudu. Cep şişelerinde şarapları vardı daha. Askerleri yakılmış Sovyet köylerinden cesaretli adımlarla yürüdüler. Küstah alay şarkılarındaki Fransız kızı Jeanne, yalnızca Almanlar Parise girdikleri zaman ilk kez gerçek askerler görmüştü.
Ama sonraları, gece ve gündüz, yürüyüşte yada açık ordugahlarında partizanların baskınlarına uğramaya başladılar. Altı gün içinde bir taburun kırk dolayında adamı öldürüldü ve yaralandı. Kurmay karargahına geri gönderdikleri bir motosikletli yitti. Altı asker ve bir çavuş yitti. Yiyecek bulmak için bir köye girmişler ve geri dönememişlerid. Taburdaki adamlar Almanlar’ın sevindirdiği Jeanne’ın ürküşünü gittikçe daha öz söylediler. Buradaki insanlar sevmemişti Almanları. Tabur yıkılmış bir köye girdiğinde yerliler kaçıp ormana gizlendiler, evde buldukları ise asık suratlıydılar ve gözlerinde yanan kini Alman askerlerinden gizlemek için yere bakıyorlardı. Kadınların ve erkeklerin raslantısal anlık bakışlarında korkudan çok nefret vardı. Hayır, burası Fransa değildi.
Söylediklerine inanılırsa, çavuş Fritz Berkmann sivil halk kıyımlarına hiç katılmadı. Kendisinin namuslu, kültürlü biri olduğunu, ve doğallıkla gereksiz vahşetin yürekli bir düşmanı olduğunu ileri sürüyor. Ve bir gün birliğindeki esrik askerler güle oynaya genç bir kollektif çiftçi kadını bir kulübeye sürüklediklerinde, kadının çığlıklarını duymamak için kamptan çıktı. Genç ve güçlüydü kadın. Şiddetli bir direniş gösterdi, sonuçta da askerin biri gözünden oldu. Diğerleri işlerini gördüler. Onlar ırzına geçtikten sonra, kör olan asker işini bitirdi kadının.
Çavuş Berkmanın bunu duyduğunda korkunç canı sıkıldı. Kendisi ne pahasına olursa olsun böylesi hayvanca bir olaya katılamazdı. Nürnberg’de bir karısı ve iki çocuğu vardı, böyle bir şeyin kendi karısının başına gelmesini de istemezdi. Ama o Alman ordusunda ne yazık ki olan domuzların eylemlerinden sorumlu tutulamazdı. Olanları bildirdiğinde teğmeni omuz silkmiş savaş savaştır ve Berkmann’a böyle önemsiz ayrıntılarla kendini üzmemesini buyurmuştu.
Doğrudan yürüyüş durumundayken tabur bir çatışmanın içinde buldu kendini. Yirmi attı gün boyunca siperlerden çıkmadı askerleri Berkmann’ın birliğindeki yüzyetmiş adamdan yalnızca otuzsekizi kaldı geride. Askerler bu çok büyük kayıplardan ötürü bunalıma girdiler. Hayır, Fransa’dan şarkılarını bağıra bağıra çıktıklarında, Rusya’ya karşı uygulamayı öngördükleri türden bir savaş değildi bu. Subayları onlara, bıçağın tereyağını biçtiği gibi Rusya’yı biçip geçeceklerini söylemişlerdi. Bunlardan tümünün boş gurur olduğu kanıtlanıyordu, ve böyle konuşan subayların çoğu da söyleyecek şey bulamıyordu şimdi: doğruydu, Rus gerilalarının mermileri ve Rus toplarının şarapnelleri bıçağın tereyağından geçmesi gibi kolay bedenlerinden geçip gidiyordu.
Bu sabah bir saldırımız sırasında tutsak alındı Berkmann. Siperlerimize getirmeden önce Kızılordu adamları sıkıca bağladılar gözlerini.
“Beni vuracak musunuz ?” diye sordu titreyen bir sesle.
Ama Kızıl ordu adamları Almanca bilmiyordu; sorusuna yanıt vermediler. Ayakları korkudan yalpalayan Berkmann sipere geldi. Gözünün bağını çözdüler. Sakince bir masanın çevresinde oturan adamları gördüğünde bütün yüreğiyle, ve öylesine bir güvenle içini boğuk boğuk çekti ki, bayağı canım sıkıldı.
” Beni vurmaya götürdüklerini sandım” diye kekeledi elinde olmayan iççekişinin açıklamasını. O an hazırola geçti.
Oturmasını söylediler. Kendini sandalyeye bırakıp ellerini dizlerinin üstüne koydu.
Nazi Almanya’sının bu Landknecht’i karşımıza oturmuş, sorularımızı ayrıntılarıyla yanıtlıyordu.
Heyecanını atamamıştı henüz. Yanağı sinirli bir tikle seğiriyor, dizleri üstündeki elleri hafifçe titriyordu. Bütün gücüyle heyecanını bastırmak ve ellerinin titremesini gizlemek istiyodu; ama başarılı olamıyordu.Ancak kendisine sunulan sigarayı istekle içtikten sonra dengesini yeniden kazanmaya başladı.
Sarışın, kıvırcık saçları ve pek zeki olmayan , iri açılmış gözleri vardı. Bir Aryen kuşkusuz, savaştan kötü yıpranmış ve çok aç . Günlük tayınları üç sigara, birazcık ekmek ve yarım karavana sıcak yemek. Her zaman yemeği sıtmak da olanaksızdı, ve her şeyi göze alacak denli açtılar.
Sovyet Rusya ile savaşın sonucu için ne düşünüyor? Onu ümitsiz bir girişim olarak değerlendiriyor. Führer Rusya’ya saldırmakla bir yanlış yapmıştı. Büyük lokmaydı Rusya, ve Almanya’yı Doğabilirdi: Burada o çavuş Berkmann görünüşü özgürce ifade etme şansına sahipti ve bunu kend i birliğinde asla yapamazdı, çünkü kendi askerlerini ispiyon eden gizli Nazi Partisi üyeleri vardı orda. Dikkatsizce söylenmiş bir söz sizi mavzer namlusunun önüne götürebilirdi. Kendi kişisel düşüncesine göre İngiltere’nin işini tümüyle bitirmeli, sömürgelerini elinden almalı ve bir gün yetmeliydi buna.
Ele geçirdikleri Sovyet bölgeleri üzerine izlenimleri iki sözcükle toplanabilirdi : ürün kıtlığı . Halkın sahip olduğu her şey önden gelen Alman güçlerince tüketilmişti. Bir tavuk bulana ne mutlu. Alman tank güçlerinden ve seyyar birliklerinden nefretle sözediliyordu.” Bu sığır sürüleri herşeyi silip süpürürüler; daha önce bulundukları bir yere gittiğinizde çölde sanırsınız kendinizi.”
Çavuş Berkmann’la konuşmak zor. Asker üniforması giymiş bu isterik geveze ve aptal çapulcunun kinik sözlerini dinlerken, siper içinde gittikçe boğucu bir hava duyumsuyor insan. Konuşmayı kısa kesiyoruz.
Sonuçta ayağa kalkıp hazırola geçerek iki saat sorgulama sırasında Sovyet komutanını taburunun konumu ve sayısal gücü ile mürettebat ve askeri depo hizmetleri üzerine dürüstçe bilgilendirdiğini anlatıyor. Rusya’yla savaşın inanmış bir karşıtı olduğu için bildiği her şeyi anlatmış. Kontrol ederlerse sağladığı bilgilerin tümüyle doğru olduğunu göreceklerdi, bu yüzden karısına tutsak olduğunu bildirmesi için izin istiyordu, ve, eğer olabilirse, biraz daha çok yiyecek verilmesini istiyordu, son olarak yedi saat önce birşeycikler yiyebilmişti.
Sakalsız, yirmi yaşlarında bir genç . Besili, parlak saçları, yanağında mavi deri lekeleri ve kurnaz gözleri. Alman Nasyonal Sosyalist Partisi üyesi. Tankçı. Fransa, Yugoslavya ve Yunanistan’da bulunmuş. Dünkü çatışma sırasında tankı bir kızılordu adamının bir salkım el bombasıyla parçalandı. Tankından dışarı sıçrayarak ateşe başladı. Dört mermi yarası aldı, hafif yaralar. Arada bir acıyla asılıyor yüzü, ama küstah abartılı bir cesaretle katlanıyor. Soruları yanıtlarken gözlerini kaldırmıyor. Belli soruları yanıtlamayı kesin olarak yadsıyor; ama diğer yandan, Alman ulusunun üstünlüğü ve Fransız, İngiliz ve diğer Slav uluslarının aşağılığı konusunda, yürekten öğrendiği deyimler kullanarak , çenesi düşmüşcesine konuşuyor. Hayır bir insan değil bu kötü kokan bir dolma, zavallı, pişmemiş bir lokma bu. Kendine özgü tek düşüncesi yok, ne de tinsel ya da anlaksal ilgileri. Puşkin’i ya da Şekspir”i bilip bilmediğini soruyoruz. Kaşlarını çatıp düşünüyor, sonra soruyor:
“Kim,bunlar ?” Kendisine söylendiğinde de kibirli bir gülümseme yayıyor dudaklarına.” Tanımıyorum onları, tanımak da istemem. Gerek duymuyorum.”
Almanya’nın kazanacağına inanmış. Sıkıntılı . deli bir inatla sürüyor:
“Kışın ordumuz işinizi bitirecek, sonra tüm gücümüzle ingiltere’ye yönelteceğiz, ingiltere yıkıma uğratılmalı.”
” Ya ingiltere ve Rusya Almanya’yı yenerse ?”
” Bu olanaksız. Hitler fethedeceğimizi söyledi?” diye yanıtlıyor tutsak ayakuçlarına bakarak . Dersini isteksizce ezberlemiş ve kafasını gereksiz uyarılara yormayan aptal bir öğrenci gibi yanıtlıyor.Bu oğlanın yüzünde anlaşılmaz bir iğrençlik, sahte bir şey var: Yalnız bir tek sözü içtenliğin izini taşıyor.
” Üzgünüm, askeri kariyerim sona erdi…”
Nazi propagandası yoluyla iyice saptırılmış bu genç külhanbeyi hiç durmadan adam öldürmüştü, kana daha doymamıştı, ama tutsak şimdi. Karşımızda oturuyor, zararsız kılınmış artık kana susamış, zehirlenmiş bir kokarca gibi bakıyor. Ve burun delikleri bize duyduğu kör nefretle inip kalkıyor.
Altı Alman savaş tutsağı bir Kızılordu adamı muhafızlığında çadırdan çıkarılıp çam iğneleri döşenmiş yere çökertiliyorlar. Tutsak alındıktan hemen sonra içeri atılmışlar. Üniformaları pis ve yamalı, bir tanesi botlarının bağ yerini telle bağlamış. Altı gündür yıkanmamışlar. Topçumuz onları bilerek yoksun kılmış bundan. Yüzleri kederli, kurumuş bir balçık katmanıyla kaplanmış. Siperlerde oturmaktan bitlenmişler, şimdi çekincesiz kaşınıyorlar, kara parmaklarıyla saçlarını tarıyorlar. Yalnız biri, yakışıklı, kara saçlı bir delikanlı, memnun gülümsüyor ve bana dönerek konuşuyor.
” Benim için savaş tümden bitti artık. Böylesine rahatça tutsak edilmiş olmaktan mutluyum.”
Konserve tenekelerinde sıcak çorba veriliyor tutsaklara. Hayvan gibi saldırıyorlar yemeğe, kendilerini yakarak, tıkınarak, zorlukla çiğneyerek, aceleyle, açgözlülükle yutuyorlar, ikisinin kaşıkları yok. Kaşıkların getirilmesini beklemeden kirli ellirini teneke kaba daldırıp katı yiyecek parçaları buluyor ve ağızlarina götürürken başlarını mutlu bir edayla geriye deviriyorlar.
Yeterince yedikten sonra ağırlaşıp uyku doluyor gözleri. Tıknaz bir çavuş geğirmesini bastırarak konuşuyor.
” Sağolun . Çok çok teşekkür ederim. En son ne zaman bu kadar çok yediğimi anımsamıyorum.”
Çevirmen yedinci tutsağın yemeyi yadsıdığını ve çadırda oturduğunu söylüyor. Girdiğimizde sakalları uzamış, incecik, yaşlı bir Alman askeri ayağa kalkarak kocaman nasırlı ellerini pantolon dikişleri boyunca sarkıtıyor. Neden yemeği yadsıdığını soruyoruz.Duygudan titreyen bir sesle yanıtlıyor. ” Ben köylüyüm. Temmuzda askere aldılar, iki aylık savaş süresinde ordularımızın yaptığı yıkımı, bomboş tarlaları yeterince gördüm, tüm bunları da burda, doğuda yaptık. Geceleri uyuyamıyorum. Yiyecek gitmiyor boğazımdan. Avrupa’yı da hemen hemen bu hale getirdiğimizi biliyorum, ve Almanya’nın bunun hesabını kuzu kuzu vereceğini de biliyorum. Ama yalnızca bu Hitler itinin değil, tüm Alman, ulusunun ödemesi gerekecek bunu. Beni anlıyormusunuz ?”
Dönüp uzun uzun susuyor. Evet, iyi bir yorum. Ve Alman askerleri bu hesabın ödenmesinin kaçınılmazlığını ve ağır sorumluluğunu ne denli çabuk kavrarlarsa, demokrasinin azgın Nazizm üzerinde zaferide o kadar yakınlaşacaktır.