SANATTA VE EDEBİYATTA ERİL BAKIŞ – NEVİN KOÇOĞLU

BAKMA! 

“Ve kadın ağacın meyvelerinin yenmeye değer olduğunu gördü, göze hoş göründüğünü gördü ve bilgilenmek için bu ağacın arzulanması gerektiğini anladı ve meyveyi kopardı ve yedi; kendisiyle birlikte kocasına da verdi ve o da yedi.  

İkisinin de gözleri açıldı ve çıplak olduklarını gördüler ve incir yapraklarını birbirine ekleyip önlerine örtü yaptılar… Ve yüce Tanrı erkeği çağırdı ve ona şöyle dedi: ‘Nerdesin?’  ve erkek de dedi ki: ‘Sesini bahçeden duydum ve korktum; çünkü çıplaktım ve saklandım’… 

Ve kadına da şöyle dedi Tanrı: ‘Senin acılarını ve doğurganlığını arttıracağım; çocuklarını acı içinde dünyaya getireceksin, arzuların kocana yönelecek ve seni o yönetecek”

 Sanatta ve edebiyatta eril bakış derken, önce bunun köklerine de bakmak gerektiği açıktır. Tanrı’nın yukarıdaki hikâyede erkeğe layık gördüğü tek ceza ekmeğini topraktan çıkartacak olmasıdır. Kadına, “yılanı sana, seni yılana düşman ettim,  yılan seni gördüğü yerde topuğuna saldıracak” diye de ekler ayrıca. Bu hikâyedeki çıplaklığın utancı zaman içinde gerilerde kalmış ama erkeğin egemenliği uzun zaman zedelenmemiştir. Tanrı’nın kutsal metinlerdeki bakışı ve dili erildir. Görmek istediği gibi bakmıştır. Şiddeti kadına yöneliktir. Kadına dur der, yapma! Kadını sınar, temizliğini, masumluğunu ispat etmesini kadından ister. Onu örter, saklar, sesinin duyulmasına izin vermez! Ona bakar, onu gözler. Ülkesinden sürgün yaşayan İranlı fotoğraf sanatçısı Shirin Neshat kadına sürekli sallanan bu parmağa çok etkileyici çekimler yaptığı “Allah’ın Kadınları” fotoğraf serisiyle isyan eder. Fotoğraflarındaki kadınların vücutlarında Arapça  harflerle yazılmış Farsça yazılar vardır; yüzlerinde, ayak tabanlarında, ellerinde, avuç içlerinde… Yani görülmesi yasak olmayan yerlerde..

        Sadece kutsal metinlerde değil, ilk çağ filozoflarının edebi metinlerinde, destanlarda ve mitolojide de durum pek farklı değildir. Erkekler, kadınları görmek istedikleri gibi görüp,  diledikleri gibi bir ruh biçip topluma o şekilde sunmuşlardır. Bu yazıya konuk edeceğim Homeros’un Penelope’si de dahil, Platon’un Trakyalı Kadın Hizmetçi’ye,  Demeter ve Diotima’ya atfettiği bakış ve biçtiği kader, İtalyan felsefeci Adriana Cavarero tarafından  “Platon’a Rağmen” adını verdiği kitapta feminist bir dille yeniden yazılarak,  edilgenlikten etkin bir varoluşa evrilmiştir, yani yazdıkları zevkle sökülmüş, tersyüz edilmiştir.

blank     “Bakış kavramı (ing: gaze) sıradan görme eyleminden ayrı olarak daha bilinçli ve duygu yüklü bir algıyı ifade etmektedir. Göz dikme eylemi, imgeyi sahiplenme durumlarına gönderme yapmakta olan bir durumdur. Üzerine tartışmaların hâlâ devam etmesiyle birlikte bakışın çoğunlukla sosyal dominantlığı, cinsel çekimi ve ilgiyi beraberinde getirdiği ve hafızayı desteklediği yaygın gözlemler arasındadır.”  Feminist teoride eril bakış, kadınları ve dünyayı, görsel sanatlarda ve edebiyatta, kadınları erkek izleyicinin zevkine yönelik nesneler olarak sunan ve temsil eden erkeksi, heteroseksüel bir perspektiften tasvir etme olayı olarak tanımlanır. Bakan (nazar), bakılan karşısında daha güçlü hisseder kendisini. Örneğin sanat dalları arasından sinemada kadınlar fiziki özellikleri ile var olurlar çoğu zaman, erkeğin bakışına göre giydirilir, süslenir, giyinir, soyunurlar. Kameralar kıvrımlı hatlara yoğunlaşır ve kadın insan olmanın ötesinde bir arzu nesnesine dönüşür. Edebiyatta kimi zaman arzu nesnesi olmasına ilaveten kadın kahramanlara biçilen güç ve etrafındakileri etki altına alma durumu genellikle kitabın sonunda kadının yıkıma uğramasıyla biter, bunu da karakterleri oluşturan erkeklerin fantezisi olarak görmek mümkündür. Burada kişiler topluma aslında kendi algılarını yansıtmaktadırlar.

    Yukarıda bahsettiğimiz mitolojik kadın karakterlerine gelince;  Penelope’yi yerinden söküp almak için Homeros’tan değil de Platon’un yazdığı Sokrates’in idamdan önceki son gününü anlatan diyalogu Phaidon’dan (Ruh Üzerine) bir epigraf seçer Cavarero.

blank“İşte filozofun ruhu böyle düşünür. Felsefenin görevi, ruhu bedenle olan bağlarından koparmaksa, böylece bağlarından kurtulmuş olan ruh da, dokuduklarını tekrar sökmek gibi kendini sonu gelmez bir işe veren Penelope gibi, hazlara ve acılara kapılıp da kendini yeniden tutsak kılmamalıdır. Bunun yerine, kendini bunlardan korumak için söylemi takip etmeli ve onun dışına çıkmamalı; görünüş olmayanı, hakikati, tanrısalı temaşa ederek ondan beslenmelidir. Ruh ömrü oldukça böyle yaşayacağına inanır ve hayat sona erdiğinde, kendine benzeyen ve kendisi gibi olana doğru gider, insana özgü kötülüklerden kurtulur.”

      Penelope dokumacıdır,  dokuma tezgâhının başında dokuduğu kumaşı bir yandan da sökmektedir. İşi örmek olan bir kadın ördüklerini geri söküyorsa evlenmek için ona talip olanlardan kurtulmak içindir. Odysseus’un eşidir ve yirmi yıldır olmayan ve geri dönüp dönmeyeceğini bilinmeyen ve Penelope’nin artık eşi sayılmayacak kadar uzak zaman ve mekândadır Odyyseus. Belki de ölmüştür ve ona yasını tutmaktan başka şey kalmamıştır. Sarayın içinde değil, hizmetçilerle birlikte dokuma odasındadır. Gündüz ördüğünü gece sökmektedir. Üstteki epigrafta Platon’un metaforik sözcük oyunu Penelope’ye bir dokumacı olarak odaklanmıştır. “Filozofun yün iplikler değil de ruh ve bedenden bahsettiği düşünülürse, Penelope’nin ördüklerini sökmesi değil, sökmüş olduklarını yeniden örmesi skandaldır.”

     Peki ama gerçekte öyle midir?  “Ruha kendi gerçek doğasını tanımayı öğreten sözdür. Bedensel bağları sökme işini yetine getiren, dolayısıyla düşüncenin ait olduğu göksel yeri tecrübe etmesini sağlayan şey, felsefenin gerçek söylemidir.” Oysa diğer kadınlar gibi Penelope de o salonlara ait değildir. Onun yeri dokuma yaptığı odadır. Bağları çözmek felsefenin işiyse, demek ki Penelope bağları çözüyor, söküyor değildir. O sadece filozofların çözdüklerini örerek birleştirmektedir. Bu sökme işlemi onun evine yerleşip, kendisiyle evlenmesi için ısrar eden erkeği ve diğerlerini pasifize etmiş, ona verilmiş olan rolü özgürleştirici bir redde dönüştüren hiledir. “Penelope sökerek aslında kendisine bir zaman örer”, Odyyseus geldiğinde onu tanımazdan gelecek kadar kendine güvenlidir. İdealar dünyası ve denizler onlara ait değildir, gideni de engellemezler ama bir arada oluşları her kadının kendini diğerinde tanıyabilmesini sağlar ve kadınlar kendi sessiz köşelerinde, kahkahalar eşliğinde birlikte dokumaya devam ederler.

  “Thales gökyüzünde olup bitenleri incelemek için yukarılara bakarken kuyuya düşmüş, zeki ve çekici bir Trakyalı bir kadın hizmetçi de ona gülüp, gökteki şeyleri bilmeyi bilmeyi bu kadar istiyorsun da, etrafındakilerden ve ayaklarının dibindekilerden haberin yok demiş.”  

Yazar yine Platon’a ait Teaitetos’ta geçen diyaloğundaki Trakyalı kadın hizmetçi, ismini bilmediğimiz genç bir kadın köle, tarihteki ilk filozof  Thales’e kahkahayla gülen bir yan  karakter olsa da, attığı kahkaha unutulup gitmesine engel olmuştur. Bu anekdot farklı yazarlar tarafından değiştirilerek yorumlanmış; sakar, aklı bir karış havada, sürekli su taşıyan, kaba saba, köle, aşırı derecede görgüsüz ve cahil olarak tasvir edilmiştir. Platon’un anekdotunu yorumlayanların en köklü değişikliğine uğrayan figür Trakyalı kadın hizmetçidir. Kadın hizmetçi figürü felsefeyi hor gören insanların aptallığına işaret edilirken yaşlı edepsiz bir kadına dönüştürülürken, Thales küçümsenmek istediğinde hizmetçi figürünün yerine Mısırlı bilge bir adamın geçirildiği görülür. Trakyalı kadın hizmetçi, ona olumsuzluk yüklendiğinde fiziksel çekiciliği olmayan yaşlı bir kadına, olumluluk yüklendiğinde ise bir erkeğe, bilgeye dönüştürülür. Cavarero, “Trakyalı kadın hizmetçinin bu kadim kahkahasının, uydurma yapısı yüzünden insafsız hatalara açık olan felsefi bir söylemi ifşa etme gücüne sahip olan dişi bir sembolik düzenin figürü haline geldiğini belirtir ve dişi sesi yankılanmaya devam eden bu kahkaha olmasaydı eğer, saklanan birçok olgu, ölüm üzerine kurulu bir “gerçeğe benzerlik” düzeninin gayretiyle, hiçbir skandala ve itiraza meydan vermeden daha uzun süre saklı kalacaktı. Ebedi olanın felsefesi, yaşamın anlamını, hiçliğin musallat olduğu bir oluşun katlanılmaz ıstırabına indirgeyerek bastırmaya çalışmıştır. İşte dişi sesin özgürleştirici kahkahasıyla kurtardığı şey, yaşamın bu anlamıdır.”

“Demeter, bir anne ((meter) gibi yiyecek verdikten (didousa) sonra bu adı almış görünüyor.”  Platon, Kratylos

   “Demeter, anne, Yüce Anne. Demeter adı antik Yunanlılar tarafından Yüce Anne’yi belirtmek için kullanlan sözcüklerden biridir. “Platon’un vermek (diodusa) ve anne (meter) yaptığı sözcük oyununda, başlangıçtaki bu anlam çoktan kaybolmuştur. Burada anne, besleyen bir yaratıktır: Anne yiyecek verir, bu yolla yaşamı gözetir ve korur. Ancak bu haliyle anne, ne yaşamın kaynağı ne de tüm canlı kozmosa “kendi takdirine göre” aktardığı bir sırrın saklayıcısıdır.”

blank     Bu mitin eril figürü yeraltı dünyasının ve ölüler krallığının efendisi olan Hades’tir. Anne yukardadır, bereketi, yenilenmeyi, doğumu temsil eder. Yukarıda yaşam aşağıda ise ölüm vardır. Eril ve dişil, doğum ve ölüm karşıtlığında, bu mit ataerkil düzen tarafından vahşice boyun eğdirilen dişil bir soybilimdeki bir kesintiyi anlatır. Demeter’in kızı Kore, diğer erkek tanrıların da yardımıyla Hades tarafından kaçırılarak yeraltı dünyasına götürülür. Demeter çaresizdir, doğurganlığını yitirir ve tüm yeryüzünü kısırlaştırır. Kısırlaşma ile insan soyu ve dünya tehlikeye girer,  Hades belirli dönemlerde Kore’nin annesinin yanına dönmesine izin verir. Kore annesine döndüğünde mevsim sıcaktır, doğurganlık geri dönmüştür. Annesinen ayrılıp yeraltına indiğinde yeryüzü yeniden soğur ve kısırlaşır. Kızı gözünün önünden koparılıp götürüldüğünde üretmeyi durduran, artık doğum yok diyerek bir hiçliği ortaya çıkaran annedir, aynı zamanda da sürekliliğin sonsuzluğudur da. Aslında Demeter üretmeye mecbur değildir, sadece yanından ayırmadığı bir kız evlat doğurduğu için bütün doğa kendi ritminde büyümeye devam etmektedir ve bunun sürmesi için birbirlerine karşılıklı görünür olmaları gerekmektedir ama anne kız arasındaki bu bakışma bir erkek tarafından kesintiye uğratılmıştır. Eril bakış, bir dişinin üreterek sürdürdüğü yaşamın devamlılığına karşı, bie erkeğin egemenliğindeki ölümü kutsamışlardır. Çünkü onlara göre ölüm yaşamı götürdüğü için daha güçlü ve kutsaldır. Cavarero yaptığı kazıyla bu mitin sonunda asıl gerçekliğin ve gücün ölüm değil yaşam olduğunu vurgulamıştır.

     Sonuç olarak edebiyat başta olmak üzere, her alanda üzerimizde hissettiğimiz o bakış, kadınlarca değiştirilmeye devam edilecektir. Dilinizle, gözünüzle kurmaya çalıştığınız tahakküme itirazımız var ve yaşadığınız bu sendromu yerle bir etmeye de kararlıyız.

                                                                                                           Nevin Koçoğlu


Kaynaklar:
Platon’a Rağmen- Adriana Cavarero
Geçmişten Günümüze Sanatta “Eril Bakış” Anlayışı- Defne Akçay

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz