Sabahattin Ali, hayatı ve eserleri hakkında şu malûmatı vermektedir:
“1907’de doğdum. Garbî Anadoluluyum, nüfus kaydım Ayvalık’tadır. İlk tahsilimi Çanakkale, İstanbul ve Edremit’te, orta tahsilimi Balıkesir ve İstanbul Muallim mekteplerinde yaptım. 1927’de Yozgat’ta bir sene muallimlikten sonra, 1928’de Maarif Vekâleti hesabına Almanya’ya gittim. 1930’da döndüm ve evvelâ Aydın’da, sonra Konya’da ve Ankara’da Almanca muallimliği yaptım. Şimdi Maarif Vekâleti’nde Neşriyat müdürlüğü kalembaşısıyım ve Ankara Tiyatro mektebinde öğretmenim.”
Sabahattin Ali’nin Hayatı ve Eserleri
Sabahattin Ali’nin Edebiyatımız Hakkındaki Fikirleri ve Sanat Telâkkisi -Mehmet Behçet Yazar
“İslâmiyetten evvelki Türk edebiyatı, Divan edebiyatı, Tekke ve Halk edebiyatları, Tanzimat edebiyatı, Edebiyatı Cedide, Fecriâti, Genç Kalemler vesaire, bugün başlaması icap eden yarının edebiyatına bilâ vasıta bağlanabilecek birer edebî devir olmak vasıflarından mahrumdurlar.
Bu devirler, daha ziyade edebiyat tarihçilerini, mütebahhirleri meşgul edecek ve istikbalin sanatkârına, asıl bu ellerden geçtikten sonra, işe yarar bir şekilde vasıl olacaktır.
Her biri, zaman zaman, muayyen bir sınıfın, bir zümrenin, bir sitenin, yeni beliren bir hayat ve dünyayı görüş şeklinin, basit bir hayranlığın, derin bir iç dünyasının, hulâsa maddî ve manevî birçok hâdise ve tesirlerin birer muhassalası, birer ifadesi olan bu edebî devirler ve kollar, teker teker, bir milletin edebiyatı vasfına hak kazanacak şartlardan mahrumdurlar. Sanatkârlık tarafı kuvvetli olanların iç cevheri basit veya mahdut; iç dünyası bütün bir kütleyi kavrayacak kadar geniş olanlarının ise sanat tarafı iptidaî ve bozuktur.
Bunlardan bir veya birkaç tanesinin doğrudan doğruya bir edebiyata analık etmesi şöyle dursun, yukarıda zikrettiğim mutavassıt ellerden geçmedikten sonra bir sanatkâra kaba materiyel olarak hizmet etmesi bile imkânsızdır.
Bu nokta gözönünde tutulduğu takdirde, bugün edebiyat sahasında görülen ve yukarıda ismi geçen edebî devir ve kollardan bir veya birkaçına karşı mânâsız bir iptilâ veya onlardan nefret ve yüz çevirme şeklinde tecelli eden sapıklıklar kolayca izah edilebilir.
İstikbalin edebiyatı, muhakkak ki, bizde bugüne kadar görünenlere benzemeyen bir çehre arzedecektir.
Sanatın gayesi de, her içtimaî fiil gibi, cemiyet olduğuna göre, gelecek büyük sanatkârların İçtimaî taraflarının çok kuvvetli olacağı ve mazinin ve halin zengin hâzinelerinden toplayarak kendi kafalarının genişliği, dehâlarının derinliği içinde yoğuracakları büyük meseleleri, insanlığa ileri ve yukarı doğru birer adım daha attıracak eserler hâlinde ortaya koyacakları şüphesizdir.
Benim kanaatimce sanat insana insanı ve hayatı ve bunların mânasını öğretmekle muvazzaftır. Ancak bu takdirde geniş bir kütlede daha çok insanî olmak, daha iyi bir hayata varmak arzuları belirir. Bizim istikbaldeki edebiyatımız bu gayelere varmak için, yollar gösterecek kadar yükselmiş, yani yeni birer devir açacak olan büyük dehâlar yetiştirmiş olursa o zaman biz de dünyanın edebî orkestrası içinde mevkiimizi almış bulunuruz.
Bütün bir beşeriyeti ve bir kâinatı içine alacağı yerde kendi cılız ve âmâ benliğine saplanan bir edebiyatın, bence, psikopatoloji etüdlerine mevzu olmaktan başka bir meziyeti yoktur.
Sanat bütün teferrüatiyle hayatı ihtiva etmeli, insanda yaşamak, insan gibi yaşamak, daha iyiye, daha yükseğe, daha temize doğru koşarak yaşamak arzusunu, hattâ ihtiyacını uyandırmalıdır.
Hulâsa sanat gaye değil, vasıtadır. Gaye hayattır.”
Markopaşa Yazıları ve Ötekiler – Sabahattin Ali