Soğuk Savaş’ın hakim olduğu 1960’larda CIA Avrupa’da çok ince bir girişimde bulunmuştu. Paris’te, CIA denetiminde Congress for Cultural Freedom – Kültürel Özgürlük Kongresi (CCF) adlı bir birim kuran Beyaz Saray, Rockefeller ve Ford Vakfı tarafından finanse edilen konferans ve sempozyumlar düzenlemiş, sanatsal ve tarihi geziler organize etmiş, resim sergileri ile müzik festivallerine ön ayak olmuştu. Bu etkinliğe katılanların büyük kısmı, kimlerin organizasyonu finanse ettiğini bilmiyordu. Çoğu sol kimlikli Avrupalı sanatçılar, çok sonraları kullanıldıklarını anlayacaklardı.
Encounter dergisini kim finanse etti?
Yine 1953 yılında Encounter (Karşılaşma) adlı bir dergi İngiltere’de yayına başladı. Stephen Spender ve İrwing Kristol’un editörlüğünü yaptığı dergi, 1970’lerin sonunda deşifre oldu ve Soğuk Savaş’ın son bulduğu 1991 yılında ise kapatıldı. Zamanın CIA’sının önde gelen isimlerinden Thomas Braden sonraları, derginin amacının Avrupa merkezli bir anti-komünizm hattı oluşturmak olduğunu söyleyecek, derginin bunu liberal sol kimlik adı altında yaptığını belirtecek, finansamının da CIA’nin Uluslararası Organizasyonlar Bölümü tarafından sağlandığını açıklayacaktı. Bu dergide, sol entelektüel olarak bilinen felsefeci Arthur Koestler ile düşünür Bertrand Russell, şair Jorge Luis Borges, romancı Vladimir Nabokov, W.H. Auden, Arnold Toynbee ve Isaiah Berlin gibi çeşitli sol akımlardan ismin yazıları yer almıştı. Doğal ki, hiçbiri işin finans kısmının nasıl sağlandığından haberdar değildi. ABD övgüsü yer alan yazıları da, demokrasinin gereği olarak düşünüyorlardı. Derginin zirve yaptığı dönemlerde, CIA işi daha da büyütecek, girişte de belirttiğim Kültürel Özgürlük Kongresi’ni kuracaktı.
Manipülasyon merkezi
Bunları niye mi yazdım? Taraf gazetesini her gördüğümde, aklıma Encounter dergisi geliyor da ondan. Encounter, Soğuk Savaş’ın bir ürünüydü ve işini çok iyi yapmış, uzun süre deşifre olmamıştı. Peki, Taraf hangi konseptin bir ürünü? Hiç kuşkusuz ki, Taraf gazetesi Kürt sorununun AKP iktidarının bakış açısına göre çözülmesine kamuoyu yaratan, sipariş bir gazete. Sadece bu mu? Ordunun tasfiyesinde de önemli bir rol almış olduğunu da belirtelim. İlk başta, Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini belirtmesi, ordunun siyaset üstündeki ağırlığının son bulması gibi argümanlar öne sürmesi, Kürt kamuoyunda ilgi ile karşılanmıştı. Bölge’de uyguladığı ucuz fiyat politikası da eklenince, Taraf Kürt evlerine girmeye başladı. Amaç da tam buydu. Öyle ya, neden Bölge’de yarı fiyatına satışa sunuldu gazete? Bu fazla irdelenmedi. Askeri vesayetten çok çekmiş liberal solcular da, deyim yerindeyse Taraf’a fit oldular. Encounter dergisi de 1960’larda sol ve muhalif camialarda en çok bahsedilen yayın organlarının başında geliyordu.
Gazete yayına başladıktan çok kısa süre sonra, istihbarat örgütlerinden, çeşitli yerlerden belge ikramına boğuldular. Belgeler gerçek mi, değil mi demeden ellerine geçen her şeyi yayına verdiler. Belgeyi verenler, nasılsa belgenin gerçekliğinden emindiler. Gazetenin bunu sorgulaması beklenemezdi. Tam da bu dönem, gazetede iki tabu deviren(!) isim ortaya çıktı. Biri, Aksiyon’da staj yapmış Mehmet Baransu, diğeri aydan dünyaya fırlatılmış gibi duran Rasim Ozan Kütahyalı’ydı. BDP’den nefret ettiğini beyan edip iş koparan Baransu, belge trafiğinin merkezi oldu. Ne tuhaftır ki, bu çok gizli belgeler, dinleme tutanakları hep Baransu imzası ile gazetede çıkıyordu. Kahtalı Mıçı’nın deyimi ile ‘makam bu ya’, Baransu kendisine verilen belgelerin altına imzasını atmanın bedeli olarak yılın gazetecisi seçiliyordu. Kütahyalı da, Taraf’ın cesur yürekliğinden dem vuruyordu. Sorgulanmayan bir şey daha vardı. Askeri vesayetin son bulmasını isteyen, Kürt sorununun çözüm bulmasını dileyen Taraf gazetesi ilk çıktığında, neden iki polis şefine köşe yazdırma gayesi gütmüştü? Tuhaftır ki, bu iki polis şefinin bütün yazılarının ortak noktası, Kürt hareketinin Ergenekon bağlantılı bir yapı olduğu ve dış istihbarat örgütleri ile teşne durumda hareket ettiğiydi.
Taraf’ın misyonu devam ediyor
Bu gazetede, liberali, Kürdü, sosyalisti, ulusalcısı, aydınlıkçısı, romancısı, tövbekarı dahil her çeşmeden isim köşe sahibi oldu. Ama nedense, BDP’ye yakın bir isme köşe verilmesi akıllarına gelmedi. Gün geldi, BDP’ye boykot uyguladılar. Gün geldi komik duruma düştüler, gün geldi racon kestiler, gün geldi ‘yetmez ama evet’ dediler. Utangaç evetçi üretim merkezi oldular. İyi kafa karıştırdılar. Yirmi yıllık dostumla arkadaşlığımın Taraf gazetesinin yetmez ama evet muhabbetine kurban gittiğini de belirtmeliyim.
Sormak gerekiyor. Neden Taraf gazetesinde yayınlanan belgeler, bir gün sonra Y. Şafak, Akit, Zaman ve Sabah gibi gazetelerde alıntılanmış şekilde sürekli yer buldu? Neden hiçbir belge, kazara da olsa Zaman gazetesine gitmedi. Ekonomik ve siyasal olarak güçlü olan Zaman’a belgelerin gitmesi daha mantıklı değil miydi? Zaman, Taraf’ta yayınlananlar üzerinden yol alırken, kimse bunu neden düşünmedi? Sürekli batıyoruz diyen Taraf, uzunca bir süre nasıl oldu da, Bölge’de yarı fiyat uygulaması yaptı? Batıyoruz diyen bir gazete nasıl olur da, değeri 20-30 TL eden DVD’li filmleri promosyon olarak okura verdi? Taraf yoksa bir hayır kurumuydu da ben mi bilmiyordum? Sürekli, Kürt vicdanı diye sundukları isimlerin AKP mahallesinde ikamet eden isimlerden oluşması, bu anlattıklarımın ışığında hiç şaşırtıcı değil.
Son KCK tutuklanmaları ile ilgili, emniyeti ve iktidarı haklı gösteren Taraf, BDP’den neredeyse hiçbir yöneticinin dışarıda kalmamasını, rutin bir işlem olarak görüyor. İmalı bir şekilde, bu operasyondan memnun olan BDP’lilerin olduğunu bile söyleyebiliyor. Ordunun pasifize edilip, yerine polis merkezli bir gücün alması sürecinde, Taraf misyonunu başarıyla gerçekleştirdi. Fakat Kürt sorunu dramatik bir şekilde ortada duruyor. Taraf’ın bu konuda yapacağı daha çok şey var. Bütün Kürtler AKP’lileşene kadar, Taraf yayın hayatına devam edecek. Ne var ki, mızrak çuvala sığmıyor artık. Bu gazete, Encounter dergisi gibi deşifre olmuş durumda. Bunu görmeyeler de kısa bir süre sonra, acı gerçeğin şerbetini içecekler ve nasıl uyutulduklarına hayretle şaşıracaklar.
Ö. Gündem yazarı Doğan Durgun’un “Taraf hangi paradigmanın ürünü” başlıklı yazısı