Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı, Beyoğlu’nda bulunan kafe ve restoranların dışarıda bulunan masa ve sandalyeleri kaldırıldı. Sadece kaldırmak da değil hepsini alıp götürmüşler. Alınmış bir hak var, o hak gaspediliyor, ayrıca masa ve sandalyeler mekan sahibine verilmiyor, belediye deposuna götürülüyor. Gazetelerde bisürü haber ve yazı çıktı bu konuda. Onaylayan da var eleştiren de. Gereğinden fazla masa konulmuş, şuymuş, buymuş. Benim bildiğim böyle durumlarda önce uyarılır, sonra ikinci uyarı gelir, sonra da 3 yada 5 günlük kapatma cezası. Yasa olduğu gibi kaldırılmaz, kazanılan bir hak vardır, yok sayamazsınız.
Taraf Gazetesi’nde bu konuyu haber olarak verdi. Haberde ve alt başlıkta ilginç bir bölüm var, çok dikkatimi çekti: “Beyoğlu’nda esnaf bugün yine eylemde. ‘Artık eve giderken ceketime haydari bulaşmıyor’ diyen mahalleli ise memnun…” Bu alt başlık tam benim başlığıma uygun bir alt başlık. O gazeteyi yönetenlerin ve yazanların alayını “Aydın” olarak tanır Türkiye. Ben ne kadar kendilerine uzun zamandır “Aydınımsı” desem de halk onları hâlâ aydın sanıyor. Masaların yasa değiştirilerek toplanmasına bu gazeteyi yönetenlerin atması onların artık, Akit, Zaman, Yeni Şafak yada Milli gazeteden farkları kalmadığını gösterir.
Diyeceksiniz ki bu olayın askeri darbe girişimi, Ergenekon yada Balyoz davalarıyla ve son istifalarla ne gibi bağlantısı var. Bence çok var, bu yasak, masa toplama esasında içkiye karşı alınmış bir karar ve siz bunu aşırı masa koyanların uyarılması yada cezalandırılması yerine konuştuğunuz bir kişinin “Artık eve giderken ceketime haydari bulaşmıyor…” demesine bağlıyorsanız demokrasiden bişey anlamıyorsunuz demektir. Bana göre şeriatçı anlayışa sahip bu hükümeti destekliyorsunuz demektir. Çünkü bu karar bana göre şeriatçı bir karardır.
Dünkü yazıma bugün değişik noktalardan devam edecektim aslında ama bu olay ve Nazlı Ilıcak’ın bugünkü yazısı beni değişik noktaya getirdi. Nazlı Ilıcak bugün Sabah Gazetesi’ndeki yazısında “BDP milletvekili Aysel Tuğluk, 17 Mart 2010 tarihinde, BDP’nin düzenlediği Nevruz mitinginde sarf ettiği sözlerden dolayı, “PKK propagandası yapmak” suçundan 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cümlelerini onaylamak mümkün değil. Hem Kandil’e (PKK’ya), hem İmralı’ya (Öcalan’a) selâm çakıyor. Diyor ki: “Bu ateşi, direnişin kalesi olan Gever’de (Yüksekova) yaktık. Ben sizin bu onurlu direnişinizi, onurlu mücadelenizi saygıyla selâmlıyorum. Meclis’te BDP bu halkın temsilcisi olarak oradadır ve muhataptır. Kandil’de muhatap PKK’dır. Yine İmralı’da muhatap Öcalan’dır. İşte diyoruz ki, bu meseleyi çözmek istiyorsanız, bu aktörleri görmek zorundasınız. Bu aktörler ile konuşmak zorundasınız.” Bence Tuğluk, terör örgütünün propagandasını yapmaktan ziyade, fiili durumun altını çiziyor. Zaten devlet, hem Kandil’i, hem de İmralı’yı muhatap almıyor mu? Terörü sonlandırmak istiyorsanız, terörü üretenlerle bir uzlaşma zemini bulmak zorundasınız.”
Bu paragraftan bişey anladınız mı, Aysel Tuğluk’un söylediklerine katılmadığını söylüyor ve bir anlamda aldığı cezayı onaylıyor. Sonra da Aysel Tuğluk’un söylediklerinin devlet tarafından yerine getirildiğini söylüyor. Bir anlamda aynı şeyi söylüyoruz, Ilıcak da barışın gelmesi için devletin hem Apo’yla hem de Kandil’le görüşmesi gerektiğini söylüyor. Tek fark var aramızda, bunu açıklayan yada destekleyen kişi Kürt yada sosyalist olursa Ilıcak katılmıyor ve ceza normal oluyor ama kendisi yazar ve hükümet yaparsa işin içinde suç yok.
İşte burada demokrasi adına “Yalakalık” başlıyor.Taraf Gazetesi’nin de, Nazlı Ilıcak’ın da yaptığı bu. O yüzden 4 komutanın istifasını da demokrasinin ilk adımı olarak görüyorlar. Askerin başarılı olup olmadığı yazısı yarına kaldı yine. Bugün demokrasiyi haydari, cacık kurtardı…
04 Ağustos 2011
ahmetnesin.wordpress.com