Can Dündar’ın 23 Ocak 2003 tarihli Milliyet ABD-PKK ilişkisine kanıt olarak yayınladığı fotoğraf Milliyet’in manşetinden “İşte kanıt” başlığıyla çıkmıştı. Bu karede yeralan isimlerden biri olan Dursun Ali Küçük Taraf gazetesine konuştu. ABD’li denilen kişi, örgütün gümrük sorumlusu olan Kaymakam Halit dedi. Wikilinks belgelerini alarak yayınlayan gazete bu belgelerde de ABD-PKK buluşmasının kanıtı olarak sunduğu fotoğraf ve iddiaların doğrulayacak bilgilere rastlanmadığını da yazdı. Öte taraftan haberin yalanlanması rağmen bu manşetin Milliyet’in 60. yılı için hazırlanan son 60 yıla damgasını vuran manşetler arasına yer alacağını ve zatı muhteremin meslek kariyerinde önemli bir yeri olduğunu önceki gün yine kendisi yazdı.
Can Dündar’ın 23.01.2003 tarihinde milliyet’in manşetinden verilen yazısı
ABD’nin ısrarla yalanladığı şu meşhur görüşmenin fotoğrafı var mıydı acaba? Sorunun yanıtı ‘Evet’. Fotoğrafta 6 adam… Ama biri var ki çok farklı…
Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, önceki sabah 09.45’te ABD’li meslektaşı Org. Richard Myers’la görüştü. Bu görüşmede, ABD – KADEK görüşmesi gündeme geldi mi? Hayır!
İki Genelkurmay Başkanı’nın görüşmesinde bu konu açılmadı.
Ancak Milliyet’te son 3 gündür bu konuda yapılan yayınları dikkatle izlediklerini söyleyen üst düzey bir askeri yetkilinin dün söylediği gibi “bu konu birçok başka zeminde Amerikalı yetkililere iletildi.”
Amerika’nın “terör örgütü” ilan ettiği PKK ve KADEK’le temas içinde olduğuna dair haberlerden, Türkiye’nin duyduğu rahatsızlık ifade edildi. ABD, gayri resmi düzeyde ve gizli yapılan bu görüşmeleri – tabii olarak – yalanlasa da – dün NTV’nin haber bültenine de yansıdığı gibi – “Türkiye’nin elinde bu ilişkiyi kesinkes doğrulayan istihbarat raporları var.” Görüşmelere arabuluculuk yapan Davut Bağıstani’yi tanıyor, bazı Amerikalıların bu görüşmelere katıldığını biliyorlar.
(…)
Merak ettim: Amerikalıların yalanladığı şu ünlü buluşmada çekilmiş bir hatıra fotoğrafı var mıydı acaba?..
Görüşmeler kayda alınmış mıydı?
Cevap: “Evet…”
İşte o arşivden bir fotoğraf: Bir dağ eteğinde yere serdikleri örtünün etrafına bağdaş kurmuş sohbet eden 6 adam… Kuzey Irak dışında bir araya gelebilmesi zor bir kadro: Fotoğrafta yüzü cepheden görünen bıyıklı, Davut Bağıstani… Hemen sağında, örgütün Başkanlık Konseyi üyesi “Botan” kod adlı, Nizamettin Taş oturuyor. Solundaki beyaz saçlı adam ise “Ebubekir” kod adlı Halil Ataç…
Fotoğrafta sırtı dönük görünenlerden sakallı olan “Fuad” kod adlı Ali Haydar Kaytan… Yüzü görünmeyen kasketli ise Dursun Ali… Gelelim en solda oturan beyaz şapkalıya… O, diğerlerinden biraz farklı… Dikkatli bakıldığında diğerleri gibi bağdaş kurup oturamadığı görülüyor. Hepsi ayakkabılarını çıkardığı halde onun ayağında botları ve sırtında parkası fark ediliyor.
Bağıstani’ye göre bu adam, bir Amerikan kurumunun enformasyon biriminde, yasadışı örgütlerle gayri resmi görüşmeler ve lobi faaliyeti yapmakla görevli bir askeri yetkili… Konu ise; “KADEK-ABD ilişkisi…”
Yazıdan birgün sonra Milliyet (24.01.2003)
PKK-ABD görüşmelerini Ecevit de doğruladı:BİLİYORDUK!
Ecevit: “Başbakanlığım döneminde de PKK-ABD görüşmeleriyle ilgili belirtiler vardı. Milliyet’in belgeleriyle bu konu kesinleşti!..” dedi.
ABD Büyükelçisi’nden Can Dündar’a “Bunlar iğrenç yalanlar”
ABD Büyükelçisi Robert Pearson ise, (24.01.2003) NTV’de Milliyet’in haberiyle ilgili açıklama yaptı. Öfkeli bir üslup kullanan Pearson, haberin “Türkiye – ABD ilişkilerini bozmayı hedeflediğini” öne sürerek şunları söyledi: Fotoğraftaki herkesin ismi var, ABD’li olanın yok. Bağdaş kurması farklı ve başında şapka olduğu için ABD’li yazılmış. Böylesi bir haberin Türk gazetesinde yazılması utanç kaynağıdır.” ABD istihbarat ve askeri birimlerinin de, dün büyükelçilikte Pearson’la görüştüğü ve böyle bir görüşme olmadığı yönünde görüş ilettiği kaydedildi.
Can Dündar, Genelkurmayın Raporu var dedi
Görüşme haberini yapan Can Dündar ise suçlamalara şöyle yanıtladı: “Türkiye’yi K. Irak’ta savaş içine çekmeye çalışsam ve orada Türkiye’nin savaş nedeni saydığı şeyi örgütleyen müttefik ülke durumuna düşsem, herhalde ben de büyükelçi gibi öfkelenirdim. Kaynağımın PKK’lı olduğu doğru. Zaten görüşme PKK-ABD arasında yapılmış. Dolayısıyla haber kaynağının PKK’lı olmasında tuhaflık yok. Ortada bir yıl önce yapılmış anlaşma metni, belge ve fotoğraf var. Görüşmeyi ayarlayan ve görüşmede yer alan tanığın ifadeleri, ayrıca Genelkurmay Başkanlığı ve Türk istihbarat servislerinin, bunları doğrulayan raporları var. Pearson’ın bunu haber saymamasına katılmak mümkün değil.
Büyükelçinin kafasında hala endişeler varsa, biraz sabredebilirse, belki daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak da mümkün olacaktır. Çünkü bu belgenin değişik ellerde olduğunu biliyoruz.”
Büyükelçiye sabretmesini öneren Dündar’ın mumu sekiz yıl sonra söndü.
Dün Taraf gazetesinde çıkan Wikileaks belgeleriyle ilgili haberi bugün köşesine taşıyan Can Dündar, “Haber kaynağım Büyükanıt’tı” başlıklı yazısında, sekiz yıl önceki haberine konu olan fotoğraf ve yazısının teyit edildiğini savundu. Fotoğraf gerçek “ABD’li yetkililerin PKK’yla buluşmayı kabul etmelerini beklemek elbette gerçekçi olmaz. Fakat bu konunun aydınlatılması gibi bir ciddi sorun da hâlâ ortada öylece duruyor.” Can Dündar’ın “İşte kanıt” diyerek yayımladığı fotoğrafta “ABD’li yetkililerle bir araya gelen PKK’lı yöneticilerin bu konudaki sözleri ne derece tatmin edici olur; bunu okurların takdirine bırakıyorum” dedi.
“Taraf gazetesinde yayımlanan WikiLeaks belgelerini okuyunca, 2003’te yaptığım PKK ile ABD arasında yapılan ‘resmi görüşme’ye ilişkin haberimin Washington’da ciddi etki yarattığını öğrenmiş oldum. Gazetecilik kariyerimdeki bu önemli haberin kaynağı, Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tı.
Haberin Washington’da da ciddi etki yarattığını öğrenmiş oldum.
Amerikalı diplomatlar haberin çıktığı günün sabahından başlayarak neredeyse panik halinde merkeze raporlar yazmış, Dışişleri nezdinde girişimler yapmışlar.
Belgelerde benden “Anti-Amerikan haberlerin kanalı olan köşe yazarı” olarak bahsedilmesine üzüldüm diyemem.
Ya tersini söyleseydi?”
Bu ne yaman çelişki
Yazılarında ve her platformda: “Ben Kürt sorununun barışçı çözümünden yanayım. Bölgede çözümün demokratikleşmeden geçtiği görüşüne de katılıyorum ve sorunlara silahlar yerine temaslarla çözüm bulunmasını destekliyorum.” diyen de Can Dündar, Amerikan dostu Yaşar Büyükanıt’ın servis ettiği mektup ve fotoğraflarla haber yapan da Can Dündar. Anti-Amerikan’cı yazar olarak bahsedilmesinden övünen de Can Dündar, ülkemizin ABD’nin bölgedeki temsilcisi, paralı ordusu haline gelmesinden rahatsız olmayan da aynı “Anti-Amerikancı” Can Dündar.
Hanefi Avcı Kitabında Ne diyor? ABD Kimi Destekliyor? PKK’yi mi, Türkiye’yi mi?
Pek çok kişi PKK’nın ABD, Almanya, AB tarafından desteklendiğini söylüyor. “Öcalan’ size ABD teslim etti” deyince, “İyi niyetle yaptıkları malum,” karşılığını veriyorlar. Peki, soruyorum; PKK’ya karşı kullanılan en etkin silahlarınız olan kobra helikopterleri, insansız uçaklar, akıllı füzeler, termal kameralar, gece görüş dürbünlerini size kim veriyor? ABD. Bu silahları sağlamadıklarında nelerin olacağını o bölgede çalışan ve şartları bilen askere sorarak cevap vermek gerekir. Ayrıca şunu düşünün; eğer ABD helikopter ve uçaklar gibi hava araçlarına karşı kullanılmak üzere çok küçük, kolay taşınan ve yüzde doksan isabetli Stringer füzelerinden birkaç tane PKK’ya verse durum ne olurdu acaba?
Olaya bir de PKK açısından bakıldığında, gözüken manzara nasıldır? Türk devleti’nin kendine karşı kullandığı tüm silahlar, savaş helikopterleri, insansız uçaklar, istenen noktayı vuran güdümlü füzeler ABD’den alınıyor. ABD isterse el altından 5-10 tane Stringer füzesini kendisine vererek savaşın kaderini değiştirebilirdi. Oysa ABD Türk Devleti ile her zaman iyi ilişkiler içinde olmaya devam ediyor. Hatta en önemlisi de, ABD’nin desteği ile Türkiye, liderlerini (Öcalan) tutuklayarak Türkiye’ye getiriyor. Gerçekten kimin, kimi desteklediği herkesin bakış açısına göre belki farklı görülebilir ama herhalde en basit haliyle, yukarıda sayılanlara bakarak, objektif olunduğunuda ABD, AB ve diğer tüm aktörlerin Türkiye’yi desteklediği görülebilir. Bu desteğin sebepleri aynı veya kendilerine göre farklı farklı olabileceği gibi, destekleme amaçları da menfaat hesaplarından, en ulvi ahlaki sebeplere kadar farklılık arz edebilir. Fakat Suriye ve Yunanistan’ın geçmişteki tutumları ve aldıkları pozisyon haricinde ortada olan objektif gerçeklere göre hiç tereddütsüz tüm ülkelerin Türkiye devletini desteklediği söylenebilir.
Güneydoğu’daki bunca askeri gücümüze, kullanılan en ağır yöntemlere, silah üstünlüğümüze, yapılan tüm operasyonlara, hatta tüm dünyanın desteğine rağmen PKK’ya karşı istenen başarının sağlanamamasını gururumuza yediremeyerek şuur altında başarısızlığımıza bahane aramak ve buna kendimizi inandırmak için PKK’nın ABD, AB ülkeleri, Rusya gibi tüm büyük güçler tarafından desteklendiğini söylüyoruz. Böylece yalnızca PKK’ya karşı değil, dünya devletlerine de karşı mücadele ettiğimiz için başarısız olduğumuzu söylüyoruz. Bu, gerçeği görmek istememenin tabii bir neticesidir.
Ortak şuurumuz, tüm dünyanın desteğiyle en küçük bir gücü bile yenmiş olsa büyük bir gücü yenmiş gibi kahramanlık hikayeleri yazıp anlatmayı sever. Yenildiğinde ise hele de sıradan ve kendisinden zayıf bir rakibe yenilmeyi asla kabullenemez, bahaneler arar. Bu anlayışı Kıbrıs Çıkartması’nda da görürüz. Orada basit isyancılara karşı savaşılmasına, kendi gemimizin yanlışlıkla batırılmasına rağmen sanki büyük bir zafer kazanılmış, kahramanlıklara imza atılmış gibi bir anlatım hakimdir. Yakın tarihte meydana gelen pek çok olayda da aynı anlayış geçerlidir; tarih de bu mantık ve anlayışla yazılmıştır.
Gerçeği görmek ve kabul etmek; hayatı, başarı ve başarısızlığı akıl, ilim ve bilim ölçeğinde değerlendirmek herkes veya her ulus için kolay olmamaktadır. Bunu yapabilen uluslar hatalarını kabul edip yaşanan yanlışlıklardan ders alarak, özeleştiri yaparak karşılaştıkları sorunları çözmekte başarılı olmaktadırlar. Fakat gerçekleri kabul etmeyen, olaylara akıl, ilim ve bilim çerçevesinden değil de kendi penceresinden bakan, özeleştiri yapamayan, her zaman kendini doğru ve haklı gören bizim gibi uluslar ise her zaman hüsrana uğramaya mahküm olmaktadırlar.
Dış Güçlerin Etkisi
Ülkelerdeki bütün siyasi kargaşa ve olayları hep dış güçlere, hep dış düşmanlara bağlamak isteyenlere karşı veya böyle görüp dünyadaki olayları bu şekilde değerlendirenlere karşı çok önemli bir örnek vermek isterim. 1992, 1993 ve 1994 yıllarında İstanbul’da görev yaptığım dönemde, İran resmi kuvvetlerinin dolaylı desteklediği Türkiye’de özellikle İstanbul’da çok fazla terör olayına karışmış gruplar vardı ve bu gruplara karşı başarılı operasyonlar yapmıştık. Bu olaylar dolayısıyla pek çok ülkenin polis veya muhtelif devlet örgütleri de İranlıların yarattığı bu olaylara ilgi duyup bilgi almaya çalışıyordu.
Çünkü Fransa ve İngiltere gibi birçok ülkede de benzer olaylar olmuş, İran’dan devrim sonrasında kaçmış rejim muhalifi pek çok kişi veya eski devlet görevlileri öldürülmüş ya da kaçırılmıştı. Hatta eski İran başbakanı Şahbur Bahtiyar, Paris’te içlerinde Türk asıllı kişilerin de bulunduğu İran devleti ile bağlantılı kişiler tarafından uğradığı silahlı saldırıda öldürülmüştü. Tahkikatlarda bu olayların bir kısmının İran devlet görevlileri veya onların yönlendirmesi ile onlarla ideolojik bağı olan yerel kişilerce yapıldığı anlaşılmıştı. Bundan dolayı da tüm dünya devletleri özellikle Batı Avrupa ülkeleri İranlıların yarattığı İran kaynaklı terör olaylarına ilgi duyuyorlardı.
O zamanlarda Amerikalıların İstanbul’da konsoloslukta görevli bulunan elemanlardan bazıları bana İran’a karşı yapılacak her türlü faaliyette, özellikle istihbarat kaynaklı bilgi alma faaliyetlerinde, İran kaynaklı terör olaylarını önleme konusunda veya İran’a yapılacak herhangi bir operasyonda ne isteniyorsa ama ne isteniyorsa her konuda her şeye Amerika’nın destek olmaya hazır olduğunu söylemişti. Hatta daha da ileri giderek,” İran’a yönelik bir şey yapılacaksa, Avax uçaklarını bile kaldırmaya hazırız, buna bile imkanımız var, her şeyi yapabiliriz,” demişti.
Daha sonra birçok ülkenin de buna benzer bir tutum içinde olduğunu gözlemledim ama tabii daha fazla istekli olanlar Amerikalılar ve İngilizlerdi. Düşünüyorum da dev bir ülke olan Amerika ve onun yanında İngiltere, ayrıca o tarihte biz de dahil olmak üzere İran’a komşu olan ülkeler İran’daki bu tür olaylara karşı tavır almak ve bir şeyler yapmak istiyordu. Edirne’de bulunduğum dönemde kaçak yollarla ülkemizden geçerek Avrupa’ya gitmek isteyen göçmenler arasında bulunan İran rejim muhaliflerinin ( Halkın Mücahitleri denen gruba mensup olan insanlar) ABD veya yandaşlarınca Irak’taki kamplarda tutulup desteklendiği biliniyordu. Fakat tüm gayretlere, tüm güçlü ülkelerin güçlü istihbarat teşkilatlarına, bir şeyler yapma arzularına rağmen İran’da o günden bu güne hiçbir şey yapmayı başaramadılar, bir siyasi grup çıkaramadılar, herhangi bir terör olayı ya da bir eylem gerçekleştiremediler.
Tüm bunlar da şunu işaret ediyordu; elbette dış güçlerin bir ülke üzerinde oynanan oyunlarda çok önemli etkileri vardır, ama onlar asla o ülke içerisinde bir terör grubu yaratma ve terör olayları organize etme kudretinde değillerdir. Yalnızca orada var olan güçleri, örgütleri ya da çatışmaları kullanabilirler. Bugün de çok net görüyoruz ki Irak’ta bulunan, İran’dan kaçmış rejim muhaliflerini Amerika destekliyor, onlara pek çok imkan sunuyor, dünya üzerinde bütün seyahat ve hareketlerinde destek olmak istiyor ama o kadar. Buna rağmen, halkın mücahitlerini yaratamıyor veya onlara benzer bir grup İran’da ortaya çıkaramıyor ve yer bulamıyor.
Hanefi AVCI
Kaynak: Haliç’te yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat