Ve Tahir Elçi’yi de kaybettik. Son yıllarda günler hep kötü geliyor. Umudu diri tutmak, iyi şeyler ummak gittikçe zorlaşıyor. Böyle bir ortamda güzel cümleler kuramıyoruz doğal olarak. Ama bunun nedeni sadece devlet iktidarının uygulamaları mı? Diye bir soru sorsanız, cevabım hayır olur. Kaybettiğimiz onca şey var ki son dönemde bunlardan en önemlisi de ortak arzu ve duygular. Devlet politikalarının en başarılı olduğu nokta da bana kalırsa burası. Kurumsal olarak devletin tabanda iyiye dair bir karşılığı olmayacağını zaten biliyoruz. Devletlerin politikaları genel anlamda kendisinin ve sermayenin çıkarları doğrultusunda olur ve tartışılmayacak kadar ortadadır.
Hal böyleyken bizlerin tabanda yer alanların ortaklaştırmamız gereken onca şey varken “armudun sapı, üzümün çöpü” diyerek ayrışmamız egemenlerin çıkarları dışında kimseye hizmet etmiyor.
Ortaklıktan kastettiğim şey bizim toplumumuz açısından düşündüğümde maddi alandan çok manevi ve öznel olana tekabül ediyor. Walljasper “Müştereklerimiz, Paylaştığımız Her Şey” adlı kitabında bu durumu daha çok dünya varlıkları üzerinden (hava, su, toprak) kuruyor ancak bizim toplumumuz için Gezi’de bunu biraz yakalamış olsak bile gelinen noktada bu tartışılacak aşamada bile değil. Benim bahsettiğim manevi ortaklık, son dönem bize yaşatılan acılarda ortaya çıkamayan duygu ortaklığı. Suruç, Ankara, Doğu ve Güneydoğu’da uygulanan katliamcı olağanüstü hal uygulamaları ve en son Tahir Elçi’nin ölümü. Tüm bu olaylara devlet tarafından kiralanmış, vicdanı maaşlı kitlenin gösterdiği hiçbir yere koyamadığım refleks yetmiyormuş gibi “ama’lı” cümleler kuranlar çıkıyor bir de.
Bunun adına kendimce “koşullu vicdanlılık” adını koydum. Kimse ölmesin “ama” denilen noktada başlayan bir şey bahsetmeye çalıştığım. Söylemde ağzını açan herkes hepimiz kardeşiz modunda davranıyor. Ama bu bahsettiğimiz söylem olunca bir iktidar ilişkisine dönüşüyor. Bu tavır senin acına üzülme lütfunu gösteriyorum çok yüceyim anlamını içeriyor. Ve aslında şu demek oluyor: senin kardeşin olurum ama benim sınırlarımda. Senin sembollerin umurumda değil, benim sembollerimi kabul edeceksin. Bunun en yakın örneğini Tahir Elçi’nin cenazesine neden Kürdistan’ı simgeleyen bayrak örtüldü tartışmasında gördük. Kişisel kanaatim bayraksız bir dünya ama böyle bir ortamda bunun tartışılması bahsettiğimiz koşullu vicdanlılık ya da söylemli kardeşliğe karşılık geliyor. Bu bazen öyle bir noktaya taşınıyor ki Kürtlerden veya bu coğrafyada yaşayan diğer farklı etnik gruplardan şöyle bir talebe dönüşüyor: sen her gün öl, dışlan, öteki olarak devlet tarafından kurul ben hiç ses çıkarmayayım ama sen yine birlik beraberlik de. Sen her türlü kötülüğü yaşa, çocuğunu buzlukta sakla gerekirse ama yine de egemen algıya itaat etmekten vaz geçme. Durum öyle bir noktaya geldi ki tutulan takım gol yediğinde gösterilen toplu refleks bir ölüme gösterilmiyor. İşte tüm bunlar devlet iktidarının söylemini benimsemiş, koşulsuz biat eden kitle dışında kalanların da ortaklaşmasına engel oluyor.
Nasıl çözülebilir diye düşündüğümüzde aklıma ortak arzu ve duygular geliyor. Duyguyla bunca sorun çözülür mü demeyin. Bence önemli çünkü duygular çoğu zaman tüm teorilerin ötesinde bir anlama geliyor. Ortak olanın kurulması bence aynı şarkıya ağlamak gibi çok basit bir durumdan geçiyor. Bahsettiğim şey bir empati de değil. Bu konuda Sara Ahmed ile aynı fikirdeyim “empati şiddet içerir”. Olması gereken belki yine onun cümlelerinde gizli: “Ötekinin acısını fetişleştirmek veya empati kurmak yerine duyulması imkȃnsız olanın nasıl duyulacağını öğrenmek.” Bu şöyle bir şey sanırım duyurulamayan sese koşulsuz ses olmak, “ama” diye başladığımız cümlenin nereye gideceğini hesaplamak. En önemlisi acıya ortak ve eşit gözyaşı dökmek.
Sembollere, simgelere, değerlere kendi biçimlenmiş algımızın dışında bakabilmek. Bunu yapabildiğimizde ancak aynı sokakta direnebiliriz. Aynı biber gazını, aynı toma suyunu ve hȃttȃ aynı kurşunu karşılayabiliriz. Ortaklık kurmamız gereken daha önce belirttiğim gibi en başta ortak duygulanımlardan geçiyor. Bunu başardığımız da diğer ortak direniş alanlarını yaratmak çok da zor olmayacaktır. Gezi’de başka başka düşüncelerin bayraklarının yan yana gelebilmesi de bana kalırsa bu ortaklıktan kaynaklanmıştı. “Neşeyi çağıran farklı bedenlerin karşılaşması” tekrar başarmamız gereken. O zaman Hrant’tan Tahir Elçi’ye, Ankara’dan Suruç’a ve diğer katliamlarda katledilenlere borcumuzu ödeyebilecek noktaya erişiriz. Bu gün neredeyse “kamp” koşullarında olan yaşamlarımızı anlamlı bir noktaya taşıyabilir, bu uğurda bedel ödeyenleri belleğimizde umutluca taşıyabiliriz.
emekerez.wordpress.com