Şubat 29’da Ataol Behramoğlu’nun CNN TV’de Cüneyt Özdemir’le yaptığı bir söyleşisini eleştirdim. [Yazıya git] Behramoğlu 3 Mart günü Cumhuriyet Gazetesi’nde bu eleştirime yanıt vermiş. Daha doğrusu yanıt vermemiş, kendisi gibi düşünmeyen herkese vermiş veriştirmiş, yazısının başlığı da “Alçaklığın Dereceleri” Türkiye’de kimse eleştiriyi kabul etmiyor, doğal olarak da özeleştiri mekanizması hiç mi hiç çalışmıyor. Yazıya Behramoğlu’nun yazısının son bölümünden başlayacağım, Behramoğlu yazısında “Bu arada en çok üzüldüğüm saldırılardan biri de, hiç beklemediğim birinden, Aziz Nesin’in oğlu, Ahmet Aziz Nesin’den geldi. Babasının saygın adını da kendi adının yanına iliştiren Ahmet, belli ki o babaya yaraşır biri değil.” demiş.
Beni kendince küçük düşürmeye çalışmış Behramoğlu ama gazete yazısı yazmak öyle çeviri yapmaya yada şiir yazmaya benzemiyor, gazeteci yazdıklarını önceden araştırmalı. Ben babamın adını kendi adımın yanına iliştirmedim, benim adım Ahmet Aziz Nesin. İstersen daha da detayını söyleyeyim de ilerde bişeyler yazarsan yanlış yapma Behramoğlu, dedem Abdülaziz, ben Ahmet Aziz ve oğlum da Aziz Can. Oğlum bu geleneğimizi devam ettirir mi bilemem ama ilerde oğlu olur ve devam ettirirse sevinirim.
Aziz Nesin’e yaraşır bir oğlu olmam için O’nun bir dönem beraber çalıştığı arkadaşlarını eleştirme hakkım yok mu? Behramoğlu yazısının sonunda “Çünkü öyle olsa, en ağır ve haksız hakaretlere uğramış (ve zaman zaman bugün de uğramakta olan) bir babanın çocuğu olarak, babasına hakaret edenlerin ahlak (daha doğrusu ahlaksızlık) düzeyine düşmez, babasının bir savaşım arkadaşına, hadi alçakça demeyeyim ama, budalaca, ahmakça, yeteneksizce (alçaklık bile kendi alanında yetenek gerektirir!) hakaretler savurmaya yeltenmezdi.” diyor.
Sanırım aydınların sadece eleştiri-özeleştiri sorunları yok, ciddi bir şekilde hafıza sorunları da var. Aziz Nesin en çok kimlerle boğuştu diye düşündüm bütün gece. Aziz Nesin derin devletin planladığı 6-7 Eylül olaylarından sorumlu tutularak Kemal Tahir’le birlikte tutuklandı ve idamla yargılandı, 27 Mayıs darbesinden sonra hapis yattı, 12 Mart darbesinden sonra hapis yattı, 12 Eylül darbesinde başkanı olduğu Türkiye Yazarlar Sendikası kapatıldı ve Aziz Nesin yönetici arkadaşlarıyla beraber yargılandı, Aziz Nesin’in “Az Gittik Uz Gittik” adlı kitabı toplatıldı ve yargılandı. 55 yaşında olduğuma göre bunların büyük bir kısmını çocuk ve delikanlı olarak yaşadığımı tahmin edersin sanırım. Bunları canlı olarak yaşayan birisiyim ben ve kimse benden darbelerin bir kısmını sevmemi bekleyemez.
Aziz Nesin sadece darbecilerin yada faşistlerin saldırısına uğramadı, sol içinde de saldırıya uğradı. “Aziz Nesin Sen Nesin?” sloganını kim çıkardı anımsıyor musun Behramoğlu, senin de o dönemde savunduğun TKP’ydi ve sanırım bu bir haksız bir hakaretti. Spor ve Sergi Salonu’nda bir provokasyonla başlayan o sözlü saldırı linç girişimine dönüşebilirdi.
Senin taktiğini daha önce Toktamış Ateş de kullanmıştı Behramoğlu, onu eleştirdiğim bir yazıya yazıdan hiç alıntı yapmadan ve yanıt vermeden “Babasının adıyla meşhur olmak isteyen birisi, arkadaşım da değil zaten…” diye yazmıştı. Ama ne yalan söyleyeyim senden yazdıklarıma yanıt vermeni beklerdim, belki beni ikna ederdin. Benim için “babasının bir savaşım arkadaşına, hadi alçakça demeyeyim ama, budalaca, ahmakça, yeteneksizce (alçaklık bile kendi alanında yetenek gerektirir!) hakaretler savurmaya yeltenmezdi.” diyorsun ya, aklınca yeteneksiz olduğumdan alçak bile olamayacağımı diyorsun ya bak burada haklısın. Ben alçaklık edemem ama dönekleri kitabımdan silebilirim, bu benim en doğal hakkımdır. Çünkü bana göre Aziz Nesin’in savaş arkadaşı bu ülkede demokrasi yok diye darbe savunamaz. Aziz Nesin’in savaş arkadaşları ben tanıdığımdan beri Marksizm üzerinden savaş veren insanlardır. Aralarında kimi görüş ayrılıkları onların savaş arkadaşı olmasını engellemez, bu benim için de, bir başkası için de geçerlidir. Ama senin anladığın anlamda Aziz Nesin’in Atatürkçü Düşünce Derneği üyesi yada başkanı olması gerekiyordu.
Demokrasi savaşımı nasıl olur biliyor musun Behramoğlu, istersen bir anımı anlatayım. 1 Mayıs kutlamaları yasaklanınca Aziz Nesin dostlarını Nesin Vakfı’na çağırırdı, sen de gelirdin. Bu gelenek aziz Nesin’in ölümünden sonra da devam etti. Bunlardan biri Kadıköy 1 Mayıs kutlamasına denk gelmişti. Nesin Vakfı’ndaki yemekten sonra yönetim kurulu üyemiz bizi Çatalca’da yemeğe çağırmıştı. Zaten sen geldiğinde Kadıköy’de olaylar çıkmıştı ve 1 genç ölmüştü. Daha sonra bir gencin daha öldüğü haberi geldi. Masanın keyfi kaçtı ve Fırat bana bu konuda ne düşündüğümü sordu. Yanıtımı bugün gibi anımsıyorum: “Orada çatışma çıkmışken, insanlar ölüyorken, olay bitmeden orayı terk edip gelen Türkiye Yazarlar Sendikası başkanı Ataol Behramoğlu varken ben bu konuya yanıt veremem.”
Sen diyorsun ki Behramoğlu, eğer toplum tepeden tırnağa örgütlü değilse ülkede darbe olabilir. Nasıl bir darbe olabilir, Ataol Behramoğlu’na dokunmayan bir darbe olabilir. Sivil toplum nasıl ve ne zaman tepeden tırnağa örgütlü olur, peki bunu biliyor musun Behramoğlu, 1 Mayıs kutlamasında gençler öldürülürken TYS başkanı onlara sahip çıkarsa, emniyet müdüründen, validen bunun orada hesabını sorarsa, işte o zaman bu toplum yavaş yavaş örgütlenir, aydınlarının kendisini sahiplendiğini anlar ve onu takip eder, örgütlenir. Sonunda da darbeyi kendisi önler, senin dediğin gibi bunun için demokrasi gerekir, demokrasi için de çok basit bişey gerekir, demokrat aydınlar gerekir.
Aziz Nesin’in savaş arkadaşı olmak kolay değil Behramoğlu, neden cenaze istemedi sanıyorsun, hem kendisini sevmeyen ama severmiş gibi gözüken inanların törene gelip sahte gözyaşı dökmesini istemedi hem de sevmediği insanların gelmesini istemedi.
Sivil darbeye karşı çıkmanın yolu askeri darbe değildir, Türkiye’de sadece 2 çıkr yolu yok Behramoğlu, Türkiye’nin kurtuluşu geçen gün yazdığım gibi iki Mustafa’dan birini tercih etmekten geçmiyor. 21. yüzyıldayız, yıllardan 2012, sadece anımsatmak istedim… Unutmadan söyleyeyim bu arada, Aziz Nesin’in bütün savaş arkadaşlarını savunmak gibi bir zorunluluğum da hiç yok…
Mart 4, 2012
ahmetnesin.wordpress.com