Islanınca esmer defterleri yüzümüzün bu çamurla kanla alınteriyle gizli bir yazgı çakıyor bir an. Karanlık feneri ülkemizin. Nasıl bir yalnızlık, unutulmuş bir ışık diliyle çırpınırken biz üstümüze geliyor büyük gemisi geleceğin. Bir tenis topu, koşan bir çocuk, bir gözyaşı bile değiliz. Yalnızca bir ağaç ailesi ve bir köşede yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta: Dalgınlık. Düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için. Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz. Ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım. Durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için. |
Onat Kutlar, Turgut’a, “Unutulmuş Kent”, 1986.
Onat Kutlar: “Şimdi kış. Pek yaprak görünmüyor dallarda. Ama hep biliyoruz. Bahar mutlaka gelecek. Ve hep birlikte duyacağız yapraklı dalların sesini.”
Mart İçin Hoyrat
Sabah erken kalktım dereler buz
Tanrı bilir ne zaman döner avcılar
Kör Süleyman gece gündüz sayıklar
Çadırı yıkılsın da bozulsun bağı
Kan izlerini sildi götürdü acı kırağı
Dolandım durdum uzun yollarda yalınız
Severim gözünü şu halime bak
Yaramı saran gümüş telli kavak
Döner durur göğün dibinde bir yabana
Kartal mı desem peşinde bir alıcı kuş
Hakkâri Oramar yaylası Van gölü Muş
Genç ömrüm bir kürt kilimiydi geçti gitti
İnsan yüreği pas tutar derdi babam rahmetli
Başında bir solgun poşu ayağında çarpana
Gözünü severim bir haber salsana
Yüreğimden uçan gümüş telli turna
Uyudum uyandım bir uzun gece
Ay karanlık devir puşt hava dumanlı
Sırtımda bir hançer söğüt yaprağı
Düşte gördüm dökülmüş odamın beyaz
Kireci bahar gelmeden geçip gitmiş yaz
Kimse sormaz aç mıyım susuz mu halim nice
Gözünü severim sen böyle kiraz
Ağacından doğan gümüş telli saz
Kar üstüne açmış yaz delisiydi
Erken öttü gönlümün çapar horozu
Korkarım silerler defterden bizi
Götürür ayrılığa bir tahtadan at
Tarih dokuz yüz seksen gün yirmi üç mart
Biri hasret gömleğini bir daha giydi
Yüzünü seveyim sarayım belin
Koynumda uyan gümüş telli gelin
Onat Kutlar: ”Yeniden giriyorum yazıya. Ülkeme, çocukluğumun kentine döner gibiyim. Kâğıtların ak denizine, esinlerle ürperen çayırına harflerin, anlamın derin vadilerine, kitapların kalabalık sokaklarına… Doyulmaz bir rahatlık, güven. Kendi dilimi konuşuyorum çünkü. Küçük bir kaygı yok değil. Müsrif oğlunu nasıl karşılayacak yazıların pîri?”
“Naso Magister Erat”
Seni yeniden ben buldum ey unutulmuş kent
Ve kimsenin farkında olmadığı günde sevgilim seni
Bir alacakaranlıkta geçtim aşılmaz surlarını
zamanın. Duru ve dökülgen nefti perdeyi araladım
Ulaştım sana sonunda ne olur unutma beni
Dolaştım eğersiz ve çırılçıplak atlara binmiş
yüzlerce çocuğun çınlattığı dar sokaklarında
Buldum Galata’dan gizli geçen bir postacının
heybesinde taşıdığı ayrılık şiirinde seni
Ne olur satırların arasından kurtar kentimi
Sen Piyer hanının isli, yüksek penceresinden
derin avluya baktım beyaz rahiplerin uyuduğu
Ulaştım dolanarak bir ayazma serinliğine
Uyan ey kentin göz pınarındaki dalgın su
Zaman geçiyor ne olur savunma kendini.
Kaynak: Unutulmuş Kent
Sezen Aksu’nun seslendirdiği, Onno Tunç’un bestelediği ” Tutsak” adlı şiiri
“ihaneti sende gördüm
sende şiddeti gördüm, aşkı gördüm
yanarak içinden geçtim aşkın
kor olmadan küle döndüm
dokun bana, bana dokun ne olur
hasretinden öldüm
kopar zincirleri yeniden gel
durmadan gel, hep gel
ben sana tutsak, sen bana yasak
gel günahlarla, korkularla gel
ben savunmasız, çırılçıplak
sen hesaplarla, sorgularla gel
geçiyor günler, çok üzgünüm
geçiyor akşamlar sessiz
geceyi yırtar yalnızlığım
güneşi yakarım sensiz”
İstasyon
Yalnızım bir kompartımanda
Bir hızar testerisinin yaz ışığı ufuk hattından
Ağır ağır gözlerime geliyor köşede rüzgar
Tozla yıkıyor söğüt dalını çocuk
Onaltı bağımsız devlet büstünün
Sarkan bıyıklarını düzeltiyor zaman
Düşündükçe koyu bir renk alıyor
Buraya uzun bir yol boyunca
Kurulu bir kumpanya çadırlarından
Tuğla harmanlarından geldim her ateşin
Çemberinde yanarak ve darağacında
Kurutarak dikişsiz gömleklerimi
Her sabah zekeriya sofralarında herkesle
Kalın kitapların yufkasını yeniden ıslatıp
Yedik açlık
Düşündükçe daha da artıyor hangi geçmişin
Kaynağına eğilsem acı bir su
Gelecek günlerin yorgun treni yıllardır
Telaki bekliyor
Bekle bekle bekle gençliğin karanlık yıldızı
Yıllardır takım değiştiriyor ve cephe
İsimsiz bir tortuyla kapanmış
Bilemedim nasıl bir mangal yüreğimiz
Kömür gözlü çocuklarla yanıyor ve bedenim
Ateş içinde
Eylül.
Her yanımdan geçen öpüşlerinin
Islak serçelerini duymasam
Kör testereyi bile göremeyeceğim.
Kaynak: Surlar ve Deniz
Kitabe
rüzgarın yüzünü vadilerden tanıyorlar sevgilim
arının adını bir menekşeden
çılgın ırmağın yüzünü bir deniz çiziyor
toprağı, yediveren bir gül ağacı
tarihler bir köprü olarak yazıyor bir ustayı
kahramanı, gülümseyen bir yoksul
çocuk olarak
beni bir gün sevgilim senin yüzünle
anacak doğu’nun yeni ozanları
çünkü bir ağustos gecesi sessiz bir gölün
ayışığıyla yıkanmış kıyılarında
akıllı şarkılar söyleyen bir deli
hiç bitmeyen yaz gününe gömecek beni
senin adınla
Bir soru
Akşamüstü oturdum yol kıyısına
Düşündüm
Ne kalacak bizden geriyeBalkan yaylasindan ve bozkırlardan
Kafdağlarına giden şu bulut
Sonsuz mevsimlerle esmerleşen
Şu toprak ve derin çınar ağacı
Biz yokken de vardıÇocukların şu gülen sarı feneri
Ayışığı
Ve ıssız balkonlarda
Kırmızı biberlerle üzgün yaşlıları
Aynı mandalda kurutan güneş
Çayırda gölgeler bırakacak
Dalgın yeryüzünde çekilirkenKalabalık çarşılara tortusu
Çökecek
Tüccarın kanpazarından
Mezarlığa taşıdığı paranın
Değirmeni döndüren ter ırmağı
Kuruyunca ardında tuz kalacak
Ve bir anı öfkeli işçilerdenSinirli kediler bir tekir şerit
Olacak
Ve bir çöl esintisi
Dörtnala kaybolan arap atları
Bir çavdar haritası çizecek
Bozkırı terkeden tarla faresi
Kuş tüyleri gökyüzünün camını
Buzlu yazılarla donatacakHersey değişiyor ama ne yapsak
Duracak
Tarihin uzun duvarı
Taşlara kırmızı izler bırakan
Ve aynı kıyıdan yürüyen köle
Silecek kıralların adını
Gene de karanlık dağ başlarında
Yarın bir kin gibi hatırlanacak
Kanlı soy ağacının dalları
Kiraz ve kamıştan kavalımızın
Sesleri
Dağılıyor havada
Bir kuyu ağzından geçiyor gibi
Rüzgarı mor fistanli zamanın
Bu güzel şarkı da unutulacak
Kıyımlar acılar kanlar içinde
Savrulurken yaşadığımız günler
Bu soruyu mutlaka soracaksın
Ne kaldı ne kaldı bizden geriye?
Kaynak: İki Irmak Arası
Unutulmuş Kent
Vermeme olanak yok bana verdiklerini
Ama ayrilirken bir hesaplaşma da gerekli
Geçmiş bunca güzellikten bir ani olarak
Ben seni alayim istersen sen de beni
Onat Kutlar, 25 Ocak 1936 tarihinde Alanya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Gaziantep’te tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini bırakarak felsefe okumak amacıyla Paris’e gitti. Iki yıl sonra döndüğünde bir süre Doğan Kardeş Dergisi’nde çalıştı.
1965’te Türk Sinematek Derneği’ni kuranlar arasında yer aldı. 1965-1976 yılları arasında, Türkiye’ye dünya sinemasının kapılarını açan Sinematek’i yönetti. Yusuf ile Kenan, Hazal ve Hakkâri’de Bir Mevsim (Ferit Edgü ile beraber ) adlı yurtdışı ve yurtiçi festivallerde çok ödüllü filmlerin senaryolarına imzasını attı. 1985’te Berlin Film Festivali’nde jüri üyeliği yaptı.
İstanbul Film Festivali Düzenleme Kurulu’nda ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İcra Kurulu’nda görev yaptı.[dailymotion]http://www.dailymotion.com/video/xa7e0w_hakkari-de-bir-mevsim-bütün-öğretti_shortfilms[/dailymotion]
[Filmin tamamı izlemek için burayı tıklayınız]
1994 yılında Fransız hükümetince verilen L’Ordre des Arts et des Lettres ödülüyle onurlandırıldı. 30 Aralık 1994’te The Marmara Otel’in pastane katına yapılan bombalı saldırı sonucunda ağır yaralandı. 11 Ocak 1995’te hayatını kaybetti.