Kitabın son sayfalan diyor ki, “Ama gene de tümüyle yok edilemedi her şey. Uygarlık birikimi, ilerde canlanabilecek bir bitkisel yaşam durumunda bile olsa, korundu. Uzun çağlar boyunca biriken kültürel sermaye, bu kez de geçmiş çöküşlerde yitenlerin toplamından daha fazla eksilmedi. Nehir, tüm engellemelere karşın akıp gidiyor. Belki sürekli değil gelişme. Yukarı doğru yükselen grafik eğrisi, bir dizi iniş ve çıkışlardan geçer. Fakat, arkeoloji kadar, tarihin de araştırabileceği alanlarda, hiçbir iniş, bir önceki dönemin en aşağı düzeyine kadar düşmez. Her yeni doruk noktası ise, kendisinden önceki doruğu aşar.”
Barbarlar ve Köpekler
Araştırma alanınız doğrudan tarih ya da arkeoloji değil, biliyorum. Ama ülkemizin az bilinen yöreleri hakkında kitaplar yazarken mutlaka bu disiplinlerle de ilgilenmiş olmalısınız. Size postayla, ya da başka yollarla kitap ulaştırılabiliyor mu? Eğer bu mümkünse, eskiden beri ilgimi çeken bir yazarın son haftalarda üstüste Türkçeleri yayınlanan iki kitabını yollamak isterim.
Belki de okumuşsunuzdur. Gordon Childe’dan söz ediyorum. Günün, gitgide sınırlanan ve daralan konularından uzaklaşmak, yeryüzüne bir parça uzaktan bakabilmek için eşsiz birer fırsat bu kitaplar. Okurken aklıma hep, Urfa’da ve Efes’te üç yüz yıl uyudukları mağaraları dolaştığım Ashab-ı Kehf geliyor. Uyanınca nasıl bir yeryüzü gördüler acaba? Yanlarında bir köpek: Kıtmır.
Şu anda biliyorum, yolculuk etme olanağınız yok. Ama tarih öncesinin uzak evrenine düşsel bir yolculuk yapmanıza da kimse engel olamaz. Karanlık, binlerce metre süren bir zaman tünelinden geçerek Cro-Magnon insanının yaşadığı mağaraya, Morgan’ın, “Barbarlar Çağı” dediği zamanın da ötesinde, buzul çağına gidelim. Childe’la birlikte. Diyor ki Childe, “Oturma odasının duvarına Dağda Sığırlar tablosunu asan ve boynuna bir elmas gerdanlık takan günümüz kadınıyla bir kireçtaşı mağarasında duvardaki bizon resmine bakan ve boynunda deniz kabuklarından bir gerdanlık taşıyan buzul devri Cro-Magnon insanı arasında nasıl bir ayrım bulunduğu, bu öğelere bakarak bir ilerleme olup olmadığı düşünülebilir…” Aradaki onbinlerce yıla karşın.
Bir karamsarlığın dile getirilişi değil oysa bu sözler. İnsan düşüncesinin, koşullarını değiştirme, güzelleştirme isteminin tarih öncesinin karanlık çağlarında bile nice güçlü ve dirençli olduğunu anlatmak istiyor Childe. “Buzul devri toplulukları göz kamaştırıcı bir kültür yarattılar” diyor. Ekonomileri düzeldi, nüfus çoğaldı. Magdalcniyan ve Gravettiyan adını taşıyan bu insanlar kendilerine inançlar yarattılar, bugün ressamların, sanatçıların hayran oldukları mağara resimlerini yaptılar, kemikten yapılmış kaval ve düdüklerle müzik sanatının temellerini attılar. Bir kültürel çiçeklenmeydi bu.
Sonra mezolitik barbarlar çağı başladı. Yok olup gitti mağara insanlarının kültürü. Buzullar eridikçe, orman, tundraları ve bozkırları istila etti. Mamutlar, rengeyikleri ,bizon sürüleri ve atlar öldüler. Ormanın yasalan egemen oldu yeryüzüne. Başlayan, karanlık bir vahşet çağıydı.
“Bir tek üstünlükleri vardı mezolitik vahşilerin” diyor Childe, “köpekleri. Köpek tarih sahnesine bu dönemle ilk olarak çıktı. Evcil köpeğin atası olan kurt ya da çakal benzeri bir hayvan, bir artık yiyici olarak kamp ateşleri çevresinde dolaşmaya başlamış olabilir.” Ama köpekler konusundaki üstünlükleri, bu toplulukların kurtulmasına yetmedi. Yoksullaştılar ve sayıları gittikçe azaldı. “Eğer bu çelişki ve çıkmaz aşılmamış olsaydı” diyor Childe, “I Iomo Sapiens, yani bize benzeyen ilk atamız, ender bir hayvan olarak kalırdı.” Bu çıkmaz, arkeologların ve tarihçilerin gittikçe daha derinlemesine tanıdıkları bir yörede, ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz çevresinde neolitik kültürlerle aşıldı. Sonradan gelen vahşet, önceki kültürel gelişmeyi tümüyle yok edememişti.
Bağışlayın, amacım bana da epeyce yabancı arkeoloji ve tarih konularında amatör yorumlar getirmek olmadığı gibi Childe’ın Tarihte Neler Oldu başlıklı kitabını özetlemek de değil. Yalnızca kaba tehditlerle dolu günümüzde bir büyük bilginin aydınlık ve umutlu görüşlerini tekrarlayarak, yok edilemeyen kültür birikiminin ve bu birikimden doğan gücün altını çizmek istedim. Bilginlerin görebildiklerini görmeye çalışmakta herkes için sayısız yarar var. Çünkü tarih, yok etmek istediğini kör eder.
Tıpkı Childc’ın yok oluşlarını parlak bir biçimde yorumladığı çöküş dönemi Roma İmparatorları gibi. Klasik çağ uygarlıklarının birikimi üstünde yükselen Roma İmparatorluğunda I.S. 250 yılına gelindiğinde ekonomi iflas etmişti.
“Bilimsel yanları ile de, klasik çağın uygarlığı, imparatorluğun siyasal birliğini bozan ve karanlık çağı başlatan yeni barbar istilalarından önce ölmüştü. Sanki insanlık Yunan demir çağından Doğu tunç çağına geri döndürülmüştü. Bizans’ ın havası, Atina’nın ya da İskenderiye’nin havasından çok Babil’in ya da Urun havasına benziyordu. Doğu merkeziyetçiliğine ve despotluğuna sapma da imparatorluğu yıkılmaktan kurtaramadı. Çünkü kimi tarihçilerin devlet sosyalizmi diye yanlış olarak adlandırdıktan bu Doğu merkezciliği ve despotluğu artık gününü doldurmuştu. Nasyonal sosyalizm, gününü doldurmuş bir toplumsal düzeni sürdürme gibi benzer bir amaçla, hemen hemen aynı yöntemleri kullanmış olduğuna göre, şimdi elimizde, bu dönemin rejimine verebileceğimiz daha uygun bir ad var demektir.”
Üç başlı bir köpek, ölen despotları sırayla Hades e, cehenneme götürüyordu. Arkalarında yoksulluk, yıkım ve talana barbarlar bırakarak.
Kitabın son sayfalan diyor ki, “Ama gene de tümüyle yok edilemedi her şey. Uygarlık birikimi, ilerde canlanabilecek bir bitkisel yaşam durumunda bile olsa, korundu. Uzun çağlar boyunca biriken kültürel sermaye, bu kez de geçmiş çöküşlerde yitenlerin toplamından daha fazla eksilmedi. Nehir, tüm engellemelere karşın akıp gidiyor. Belki sürekli değil gelişme. Yukarı doğru yükselen grafik eğrisi, bir dizi iniş ve çıkışlardan geçer. Fakat, arkeoloji kadar, tarihin de araştırabileceği alanlarda, hiçbir iniş, bir önceki dönemin en aşağı düzeyine kadar düşmez. Her yeni doruk noktası ise, kendisinden önceki doruğu aşar.”
Childe, bu kitabını 1941 yılı ekiminde tamamlamıştı. Nazi barbarları ve köpekleri Avrupa uygarlığını kana bularken, ve ortalığı karanlık bir umutsuzluk sarmışken. Bu büyük bilgin, uygarlığın yarattığı birikimi yok etmeye kalkanların, tarihin güçlü yargısıyla yok olduklarını ölümünden önce görebildi. Günümüzün ve geleceğin barbarları için de tarihin aynı yargıyı vereceğinden kuşkumuz olabilir mi?
15 Nisan’83
Yeter ki kararmasın…