Sabahattin Ali, Yeni Dünya’nın Babası: Marko Paşa ve İsmet İnönü’nün Oyunu – Cansu Fırıncı

Sabahattin Ali neden dergi çıkartmıştır? Örneğin Marko Paşa’yı?
Marko Paşa’yı sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için “Yeni Dünya” gazetesine bakmak gerekiyor. “Yeni Dünya”nın ilk sayısı 1 Aralık 1945 tarihini taşıyor, son sayısı ise 4 aralık 1945. Hepi topu dört sayı. Peki, ne oluyor da 4 Aralık’tan sonra gazete yayın hayatına devam edemiyor? Devam edemeyen sadece “Yeni Dünya” olmuyor. Serteller’in yönetiminde çıkan Tan gazetesi ve her iki gazetenin basıldığı La Turquie matbaası yıkılıyor. Üniversite bahçesinde başlayan nümayiş, dışarı taşıyor ve ülkenin ilerici demokrat yayınlarının basıldığı sokakta görevini tamamlıyor.
Bu hadisenin cereyan edeceği, günler öncesinden biliniyor. Serteller, Vali Lütfi Kırdar’a telefon ediyor, duyumlarını aktarıyor ve tertip alınmasını istiyor. Lütfi Kırdar durumdan haberdar olduklarını, gerekli tedbirleri aldıklarını bildiriyor. Nümayiş gününde, La Turquie matbaasının sahibi Halil Lütfi Dördüncü telefona sarılarak Vali Lütfi Kırdar’ı ve dönemin ünlü Emniyet Müdürü “Demir” Ahmet’i arıyor. Verilen cevaplar aynı “Telaşa mahal yok, gerekli tertibat alınmıştır”.

Polis olay yerine “nümayişçiler”le birlikte geliyor. Matbaa yıkılıp yerle bir edilirken seyrediyor. Soranlara “biz, sadece burada bulunmak ve hiçbir şeye karışmamak emrini aldık” diyorlar. Sonuç: “Bazı kâğıt bobinleri halı gibi sokağa serilmiş Sirkeci’den denize kadar uzanmıştı.”[1]
Peki, ilerici basın üstündeki bu devlet terörü neden estirildi? Dönem “Tek parti” rejiminden “İki Parti” sistemine geçiş dönemiydi. İlerici hareket, Serteller’in başını çektiği, tek parti rejimine karşı Demokratlar’la işbirliği taktiğini seçti. Komünist hareket bu süreci bir legalleşme olanağı olarak gördü. Demokratlar da siyaseten güçlenmek ve hükümeti ele geçirebilmek için bir süreliğine ilerici hareketle işbirliği taktiğini benimsedi ve:

 “TAN olayından bir yıl kadar sonra, Adana’nın tanınmış ailelerinden, arkadaşım Rauf Meto bana ilginç bir anısını anlatmıştı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bir sabah kendisine bir görev vermiş: ‘Derhal Celal Bayar’a git, kendisini kahvaltıya beklediğimi söyle, arabayla buraya getir.’ Celal Bayar, derhal resmi elbiselerini giymiş, gitmişler, İsmet Paşa kendilerini pijamasıyla karşılamış, gülerek ‘Kahvaltıya bu kıyafetle mi gelinir’ diye takılmış, sofraya oturmuşlar, uzatmalı kahvaltı sırasında İstanbul’dan durmadan telefonlar geliyormuş. Paşa ‘Gençler üniversitede toplanıyor’, ‘yürüyüşe geçtiler’, ‘sizinkilerin gazetesine vardılar’, ‘gazeteyi tahrip ediyorlar’, ‘hâlâ bunlarla beraber misin’ diye bilgi veriyor ve Celal Bayar’a takılıyormuş”. [2]
İlerici gazeteler ve basıldıkları matbaa yıkılıyor. Vali Kırdar seyrediyor, Demir Ahmet seyrediyor ve İsmet Paşa kahvaltısını ediyor. Celal Bayar’ı ayağına getiriyor, “tatlı” bir gözdağı veriyor; “Sol”la işbirliği cısss. Demek ki Muhalefetin solla ilişkisini baştan bitirmeye karar vermişler. İkinci bir nokta da legal alana uzanmak isteyen solun önünün kesilmesi oluyor. Sınıf temelli partilerin kurulmasına ilişkin bir yasa meclisten geçiriliyor. İki farklı sosyalist parti kuruluyor. Birisi Esat Adil’in diğeri Şefik Hüsnü’nün. Hemen peşi sıra da kapatma kararı alınıyor.
Yeni Dünya bu denklemde nereye düşüyor? Yeni Dünya’nın kurucuları Cami Baykurt, Sabahattin Ali ve Esat Adil Müstecaplıoğlu’dur. Yani Türkiye Sosyalist Partisi Başkanı Esat Adil’in katılımıyla çıkartılıyor gazete. Sabahattin Ali ile Esat Adil’in dostluğu 22 yıla varıyor. Sabahattin Ali, Esat Adil’i “dürüstlüğü, vatanseverliği, ileri fikirleri, tok yazıları ile tanınan[3]” diye niteliyor. Dostları da Sabahattin Ali için “Esat Adil’i sever, sözüne itimat eder” diyor.
Sabahattin Ali kendisini sosyalist olarak niteliyor. Dünyanın dev adımlarla sosyalist bir iktisadi nizama gittiğini düşünüyor. Türkiye gibi geri kalmış bir ülkenin ancak ve ancak sosyalizm aracılığıyla “yüksek medeniyet” seviyesine çıkabileceğine inanıyor. Sosyalizme giden yolun ise her memleketin kendi bünyesinden filizleneceğine, ancak o ülkenin kendi koşulları içerisinden çıkartılabileceğine inanıyor. Kendisinin bağımsız bir yazar olduğunu söylüyor, mizacının herhangi bir örgüte üye olmaya uygun olmadığını belirtiyor.
Özetlersek, Sabahattin Ali sosyalisttir. Bir ülkedeki sosyalizm mücadelesinin başka bir ülke ya da örgüt tarafından tayin edilmesine karşıdır. Bağımsız bir yazar kimliğiyle, sosyalist örgütlerle işbirliği içinde olmayı kendi mizacına daha uygun görmektedir.
Bütün bu düşünceleri kafasında olgunlaştıran Sabahattin Ali, Halide Edip Adıvar’ın evinde Cami Baykurt’la tanışır. Bir çok noktada Cami Baykurt’la ortaklaştıklarını fark eder. Tanışmadan birkaç ay sonra Cami Bey’le tekrar karşılaşır. Baykurt, oğlunun gündelik bir siyasi gazete çıkaracağını, Sabahattin Ali’nin de gazetede olmasını istediklerini söyler. Uzun uzadıya tartışırlar. Gazetenin ilkelerini belirlerler. Hazırlıklara başlanır. Cami Baykurt Gazetenin çıkabilmesi için bankadan yüksek faizle kredi çekmeye karar vermiştir. Sabahattin Ali bu fikirden onu vazgeçirir ve beş bin liralık bir sermaye sağlar. Gazete hazırlıkları devam ederken, Sabahattin Ali bir taraftan da Cami Baykurt’la mektuplaşır. Bu mektuplarda gazetenin ilkeleri kesinleştirilir ve isim arayışına girilir. Sabahattin Ali on ana ilke tespit eder ve hepsi de kabul görür. Bu ilkeleri gözden geçirmeden önce şunu aktaralım:
Pek muhterem Cami Beyefendi, gazetenin nasıl bir mücadele organı olacağı ve hangi nihai gaye için mücadele edeceği hususlarında, kanaatimce anlaşmıştık[4].”
Sabahattin Ali “Marko paşa”yı da açıklayan çok önemli iki sözcük kullanıyor “mücadele organı” ve “nihai gaye”. Sabahattin Ali’li “Yeni Dünya”, “Marko Paşa”, “Ali Baba” hep bir mücadele organı olarak kullanılıyor ve “nihai gaye”ye odaklanıyor. İlki haricinde “araç” amaca hizmet edemez hale gelince de kapanıp yerini yenisine bırakıyor. Velhasıl, Sabahattin Ali mücadele etmeyi biliyor.
Yayın organı çıkartmak isteyenlerin önündeki en önemli sorunlardan biri de isimdir. İsim önemlidir. İsim “mücadele”yi niteler ve “nihai amaç”ı işaret eder. “Yeni Dünya” ismine varmak da kolay olmuyor. Önce “Ulak” ya da “Savaş” isimleri ortaya atılıyor. Sabahattin Ali ikisine de taraftar olmuyor. İlki garip kaçıyor, ikincisiyse militarist bir derginin ismini tekrarlıyor. Sabahattin Ali “Türkiye”, “Dünya” gibi isimler olabilir diyor eğer bunlar kabul görmezse “meşrebimize” daha uygun düşen “Barış”, “Hürriyet”, “Demokrat” türünden bir isim koyalım diyor. Vedat Baykurt, Cami Baykurt’un oğlu, “benim bulduğum en iyi isim Dikkat” diyor eğer bu kabul görmezse diye başlıyor ve bir dizi isim sayıyor. Netice:
Teklif etmiş olduğunuz YENİ DÜNYA ismini ittifakla kabul ettik.
Sabahattin Ali “mücadele” organının fikir ve isim babası oluyor. Savaş ismini militarist bir derginin adı olmasında ötürü kabul etmiyor. Ancak Mustafa Suphi’nin başında bulunduğu “Yeni Dünya” gazetesinin adını, katlinden yıllar sonra almakta bir sakınca görmüyor. “Yeni Dünya” sosyalizmi imliyor ve “Eski Dünya”nın demir pençesi dört sayı sonra matbaa bobinleriyle birlikte “Yeni Dünya”nın basılı sayılarını da Sirke’den denize kadar yuvarlıyor.
Şimdi, Sabahattin Ali’nin gazete için ortaya koyduğu ilkelerden bazılarını gözden geçirelim.
1-Demokratik ana hürriyetlerin, ezcümle söz, yazı, toplanma ve teşkilatlanma hürriyetlerinin tam, riyasız tahakkuku.
Bundan murat edilenin açık olduğunu sanıyorum. Legale açılmak isteyen komünist hareketin üstündeki baskının kaldırılması için mücadele etmeli diyor Sabahattin Ali.
2-Köylünün yeter derecede toprağa bedelsiz sahip kılınması…
Toprak reformu için kamuoyu oluşturmak ve feodal sistemin tasfiyesi için hükümet üzerinde baskı oluşturmak gerektiğini söylüyor.
3-Büyük sanayinin, münakalat vasıtalarının, madenler ve akarsular gibi toprak hazinelerinin, umumi hizmet ve zaruri ihtiyaç müesseselerinin ve bankaların devletleştirilmesi veya devlet kontrolüne alınması.
Kamulaştırmadan propagandası yapılmasını istiyor. Sabahattin Ali çapındaki bir adamın mevcut sistem içinde buna imkân olmadığını bilmemesine imkan yok. Sosyalist siyasetin hangi temel esaslar üzerinden yükseleceğine işaret ediyor.
4-Türkiye’nin emniyet ve selameti etrafını çeviren devletlerle iyi komşuluk münasebetlerine bağlı olduğu için, bütün hür ve demokrat komşu devletlerle samimi ve anlayışlı bir dostluk siyaseti kurulması ve bu devletlerin siyasi, kültürel ve ekonomik bünyelerinin ve inkişaflarının yakından ve yalansız takibedilerek milletin bilgisine sunulması.
Burada komşu devletlerden kast edilenin Sovyetler Birliği olduğuna kuşku duymamak gerekiyor. Sovyetler’in her yönüyle, yakından ve yalansız, halka anlatılması gerektiğini söylüyor. Dünya’daki tek sosyalist ülkeyle dayanışmanın bu biçimle yürütülmesini doğru buluyor.
Sabahattin Ali on madde sıralıyor. Bunların arasında faşist ve dinci ideolojilerin kanunen yasaklanması için uğraşmak, azınlıkların eşit birer vatandaş olarak görülmesi ve kendi kültürlerini ve dillerini geliştirebilecekleri bir ortam hazırlamak için mücadele etmek de var.
Ayrıca kendisinin fiilen bulunamayacağı durumlarda, gazetenin siyasi kontrolünün Esat Adil tarafından yapılacağı da karar altına alınıyor. Yani Sabahattin Ali, TSP çizgisine yakın bir siyasi düşünceye sahiptir. Bu partinin kurucusunun yirmi iki yıllık dostudur, mizacını uygun bulmadığı için bu partiye üye olmamıştır, yayıncılık yoluyla sosyalist siyasete enerji akıtmak fikrindedir.
Ancak “Yeni Dünya” dört sayı sonra çıkma imkânını yitirmiştir. Sabahattin Ali’nin beş bin liralık sermayesi de matbaayla birlikte yok olmuştur. Bu olay Sabahattin Ali’ye “ciddi” bir gazete yoluyla mücadele etmenin imkânsızlığını göstermiş ve bir arayış içerisine sokmuştur.
Marko Paşa
Marko paşa’nın fikir babasının kim olduğuna dair çeşitli rivayetler var. Rıfat Ilgaz’a göre, Esat Adil’in başkanlık ettiği sendikadaki işçiler ortaya atmıştır bu fikri. Aziz Nesin’e göre fikir kendisinden çıkmıştır sendika da kabul etmiştir. Sendika işçileri kendi aralarında para toplamaya başlamışlar gazetenin çıkması için. Ama yeterli miktarda para toplanamadığı için ilk girişim başarısızlıkla sonuçlanır. Tahminime göre Esat Adil bu işin peşini bırakmamış, konuyu Sabahattin Ali’ye açmış. Aziz Nesin’le Sabahattin Ali buluşturulmuş. Sabahattin Ali sermaye koymayı teklif etmiş. İlkeler üzerinde anlaşılmış ve gazete çıkarılmış.
Marko paşa çıkmadan önce Aziz Nesin adı pek duyulmuş değil. Nesin’in tanınmaya başlaması Marko paşa’lardan da sonra “Akbaba” sürecine dayanır. Aziz Nesin sürgünden dönmüştür. Akbaba’ya yazı götürür. Yazı işleri müdür çok beğenir. Falih Rıfkı’ya yazıların muharririnin çok yetenekli olduğundan bahseder. Falih Rıfkı yazarın adını sorar “Aziz Nesin” cevabını alır. “Hiç duymadım” der. Buna rağmen, Marko paşa kuruluşunda, Sabahattin Ali, üç romanı, altı öykü kitabı, bir şiir kitabı yayımlanmış bir yazar olarak, Aziz Nesin’e eşitiymiş gibi muamele eder. Aziz Nesin’e “mizah yazılarını kontrol ederim” der Aziz Nesin de “Öyleyse ben de senin başyazılarını kontrol ederim,” der. Sabahattin Ali kabul eder. Sabahattin Ali on bin lira gibi bir sermaye koyar ve Aziz Nesin’e “1500 liradan yukarı kazanca ortağız, daha aşağısı gelirse senin” der. Kısacası “bizden” iki yazara yakışır bir ortaklık kurulur.
Ancak Aziz Nesin henüz bildiğimiz Aziz Nesin değildir. Dolayısıyla Sabahattin Ali’nin yapmak istediğini kavrayabildiğini düşünmüyorum. Marko paşa, Sabahattin Ali için bir mücadele organıdır ve nihai bir hedefi vardır. Aziz Nesin içinse Marko Paşa bir araçtan çok bir amaçtır. Bunu sonraki süreçte yaptıklarını bildiğim için söylüyorum. Şöyle ki: Marko paşa hiç beklenmedik bir başarı elde eder. Altmış bin ila yüz bin arasında bir tiraja ulaşır. Bu süreçte hükümet dergiyi etkisiz hale getirmek için bir provakasyon gerçekleştirir. Orhan Erkip adında bir adam Marko paşacıların arasına sızdırılır. Erkip başlangıçta canla başla çalışır ve çalışma arkadaşlarına güven verir. Bir gece habersizce idarehaneye gelir ve Marko paşa’nın imtiyaz belgesiyle birlikte yazı arşivini çalar. İlerleyen günlerde Marko paşa tam tersi bir yayın organı olarak basılmaya başlanır: “Komünist şarlatanları ifşa ediyoruz.” Sorumlu yazı işleri müdürü olarak da Orhan Erkip adı görünmektedir. Bu provokasyondan altı ay sonra Sabahattin Ali öldürülür. Aziz Nesin sürgündedir. Bir gün bir mektup alır “Orhan pişman olmuş. İmtiyazı bize geri vermek istiyor. Ne dersin?” Cevap şöyle “Pişman olduysa tamam. Gazetenin bizim kontrolümüzde olması şartıyla evet”.
Gazetelerini ellerinden alan, kendileri için “Komünist şarlatanlar, vatan hainleri, memleketi Moskofa satanlar” diye yazı yazan bir adamla anlaşma yapmak başka nasıl açıklanabilir? Aziz Nesin henüz bildiğimiz Aziz Nesin değildir. İyi satan bir gazete istemektedir ve bunun için de Orhan Erkip’le işbirliği yapmayı kabul etmiştir.
Peki, bir hükümeti bu kadar rahatsız eden ne olabilir bir mizah gazetesinde?
Ali Baba Kırk Haramilere Karşı adlı dergideki bir yazıyı Tokat Kütüphane Müdürüne okuduğumda adamcağız ağladı: ‘Allahaşkına okuma, çoluğum çocuğum var, bu kadar baskı altında kalmış bir toplum olduğumuzu bu yazı ile anlıyorum. Çoluk çocuğum olmasa ben de sizin gibi olur, rejime karşı çıkardım’ demiştir”[5]
Sabahattin Ali’li Marko paşa serisinden dergiler çok geniş bir toplumsal kesim tarafından okunuyordu: memurlar, aydınlar, öğretmenler, öğrenciler, işçileri seyyar satıcılar, işsizler…
Ve Marko paşa, Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya’da belirlediği ilkeler üzerine kurulmuştu. Ancak bu ilkeler çok sağlam bir anti-emperyalist omurga üzerine oturtulmuştu. Anti-emperyalist nitelik Sabahattin Ali’nin baş yazılarından geliyordu. Sabahattin Ali baş yazılarında Marshall yardımından tutun da yapılan ikili anlaşmalara kadar. Alınan yardımın hangi kesim için harcanacağından, borcun kimin omuzlarına yükleneceğine kadar bir çok konuyu gözler önüne seriyor, ve gazetenin elden ele okunduğunu hesap edersek en aşağı beş yüz bin kişilik bir kitlenin kafasına kazınıyordu. Sabahattin Ali’nin ölümü de bu süreç sonunda vukuu buldu.

Temel bazı yanılgılara dair düzeltme

Bunlardan bir tanesi de Sabahattin Ali’nin soyadı meselesidir; Ali mi Âli mi? Bu konu tam bir keşmekeşe dönüşmüş durumda, aynı metin içinde bile bazen Ali bazen Âli yazılıyor. Sabahattin Ali hakkında kitap hazırlayan yazarlar bile bu konuda hataya düşebiliyor, Kemal Sülker’in “Sabahattin Âli Dosyası” gibi. Bu konuyla ilgili “doğru”yu da Sabahattin Ali’nin geride bıraktığı belgelerden çıkarabiliyoruz:
Esat benim adımı bilir ama, dalgındır, sakın Ali yerine Âli yazdırmasın, bu Âli adı kadar sinirlendiğim kelime azdır.”[6]
Bir de gevezelik meselesi vardır. Evet, Sabahattin Ali “konuşkan” bir adamdır. Hele de dost meclisinde susmak bilmez, sürekli anlatır. Ama yine dostlarının deyişiyle tatlı bir gevezeliktir bu. Bir çok mesele hakkındaki derinlemesine bilgisinden kaynaklanır. İsteyenler, söylediklerimi tartmak için araştırma yapabilir, yeterince kaynak vardır. Ancak Sabahattin Ali’ye atıfta bulunulan “gevezelik”te çubuğun büküldüğü yer başkadır. Aslında anlatılmak istenen Sabahattin Ali’nin “gevşek ağızlı” olduğudur. Bundan da kasıt “sol”cular arasında kalması gereken bilgilerin Sabahattin Ali tarafından ulu orta dillendirildiğidir. Oysa yaşanan olgular bunun tam tersini işaret etmektedir. Sabahattin Ali nerede konuşacağını, nerede susacağını, neyi ne kadar anlatacağını bilen bir yazar ve eylem adamıdır. Şöyle ki; Marko paşa’da “Topunuzun köküne kibrit suyu” isimli bir yazı yayımlanır. Yazı’dan ötürü derginin yasal sorumlusuna, yani Ali’ye, dava açılır. Sorgu süresince yazının kime ait olduğu sorulur. Sabahattin Ali sıkıştırılır. Yazı Aziz Nesin’e aittir, ancak Sabahattin Ali bunu açıklamaz. Yazıyı kendisi yazmış gibi davranır, yargılanır, hapis ve para cezasına çarptırılır. Polis yazının Aziz Nesin tarafından yazıldığını elbet bilmektedir. Niyet, zaten ceza alacak olan Sabahattin Ali’yle birlikte Nesin’i de içeri atmaktır. Böylece derginin devamının önüne geçilmiş olacaktır. Ancak Sabahattin Ali buna izin vermez. Yeri geldiğinde Aziz Nesin de aynı şekilde davranır.
Sabahattin Ali yalnızca dostlarına karşı ikirciksizdir. Gönlünden ve aklından geçeni duraksamadan söyler. Peki, dostları kimdir? Esat Adil, Pertev Nail Boratav, Şair Sütüven, Niyazi Berkes, Muvaffak Şeref, Niyazi Ağırnaslı, Serteller, Nazım Hikmet, Sabahattin Eyuboğlu, Bedri Rahmi, Melih Cevdet… Şimdi Sabahattin Ali’nin bütün bu isimlerle gizli kapaklı konuşacak neyi olabilir?
Sosyalist olduğunu herkesin önünde söylediği belirtiliyor. Cümle alem sosyalist olduğunu biliyormuş. Bakanı, milletvekili, Valisi, Emniyet Müdürü ve cümle halk. Memleketinde bunca sevilen bir yazarın sosyalist kimliğinin bilinmesinden hicap mı duymalıyız, gurur mu?
Sabahattin Ali özellikle de gençler arasında çok sevilen bir yazardı. Kuyucaklı Yusuf’u okumayan hemen hemen hiç yoktu. Ve Sabahattin Ali Sosyalist kimliğini ön plana çıkararak, mücadelenin meşrulaşmasına zemin yaratıyordu. Sabahattin Ali’nin öldürülmesi, ülkedeki sosyalist mücadelenin meşruiyet arayışına vurulan bir darbedir. Bakın ünlü savcı Kazım Alöç’ün “Neşriyatınızda sol fikirler fazlaca hakim görünüyor…?” sorusuna ne yanıt vermiş Sabahattin Ali:
Evet efendim. Ben, samimi bir sosyalist mefkuriyeliyim.
Ne kadar açık ve net, üstelik de bir savcının karşısındayken. Utanacak ya da saklanacak bir şeyi yoktu ki!



[1] Kırklı Yıllar-5 içinde Halil Lütfi Dördüncü’nün açıklaması, Tüstav Yayınları Eylül 2006
[2] Kırklı Yıllar-5 içinde Rasih Nuri İleri aktarıyor, Tüstav Yayınları Eylül 2006
[3] Mahkemelerde, Sabahattin Ali, YKY Nisan 2004
[4] Mahkemelerde, Sabahattin Ali, YKY Nisan 2004
[5] Sabahattin Ali Olayı, Kemal Bayram çukurkavaklı, syf 336, YENİGÜN YAYINLARI, EYLÜL 1978
[6] Mahkemelerde, Sabahattin Ali, YKY Nisan 2004

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz