O ki, sözmüş dilden dökülen, yazıymış kâğıttan okunan, hikmetmiş zamana kazınan.
Söz ki, şairin sazıymış, kalbi ile aklı arasında çınlayıp duran.
Saz ki, kederi öğretirmiş kişiye.
Keder ki, âlimin en büyük düşmanıymış.
Âlim ki, hiçliği şık bir elbise gibi giymiş ahir ömrü boyunca.
Hiçlik ki, varlığın bütün renklerini, bütün seslerini, bütün kokularını içinde taşırmış.
Varlık ki, yokluğun bütün ihtimalleriyle vücut bulurmuş.
Yokluk ki, gönül hazinesiymiş; yok, yokmuş onun sınırsız evreninde.
Gönül ki, maddeden de almış alacağını, manadan da, ama hiçbirine kıymet vermemiş.
Madde ki, evrile çevrile, dolana döne Âdem’e varmış, göz olmuş görmüş, kulak olmuş duymuş, dil olmuş söylemiş, burun olmuş koklamış, ten olmuş hissetmiş.
Evrim ki, anlamayana tevatür, anlayana sırmış.
Anlam ki, hakikati yalandan kurtarmış.
Hakikat ki, nehrin suyu gibi daha o anda başkalaşmış.
Nehir ki, aktığı sürece, umudu taşımış.
Akış ki, temiz kadar kirliyi de taşımış.
Temiz ki, kıymeti ancak kirlinin yanında anlaşılmış.
Kirli ki, yaşanmışlığın delili sayılmış.
Yaşanmışlık ki, bir mucizeymiş.
Mucize ki, sıradanlığın kardeşiymiş.
Sıradanlık ki, en büyük sırları saklarmış.
Sırlar ki, korkmadan her türlü mahlûkatı sergilermiş.
Korku ki, pusatsız, zırhsız bir düşmanmış.
Düşman ki, kahramanlıktan başka bir şey değilmiş.
Kahramanlık ki, cenksiz, kavgasız bir kibirmiş.
Cenk ki, ruhumuzu saran o büyük fırtınadan başkası değilmiş.
Ruh ki, bedensiz olmazmış ama bir bedene de sığmazmış.
Beden ki, olgunlaşmak için yaşlanmaya ihtiyacı varmış.
Olgunlaşmak ki, okumak yetmez, yazmak yetmez, görmek yetmez, çilesini çekmek gerekirmiş.
Çile ki, insan görünümündeki hayvanı insan yaparmış.
İnsan ki. cümle mahlûkatın acısını içinde duymadan, kendini dahi anlamazmış.
Mahlûkat ki, maddenin mucizesiyle arzı endam edermiş suda, karada ve de havada.
Arzı endam ki, güzellik, onun en zarif biçimiymiş.
Güzellik ki, görünen değil, tadılan değil, dokunulan değil, koklanan değil, duyulan değil, hissedilenmiş.
Görünen ki, aslı görünmeyendeymiş.
Görünmeyen ki, bilmediklerimizi bağrında gizlermiş.
Bilmediklerimiz ki, bildikçe çoğalırmış.
Bildiklerimiz ki, yanılgılarımıza yetmezmiş.
Yanılgılarımız ki, hakiki mürşitlerimizmiş.
Hakiki mürşitlerimiz ki, öğreten değil, fark ettirenmiş.
öğreten ki, yanlışın yoldaşıymış.
Yanlış ki, doğrunun muhabbet taşıymış.
Doğru ki, suya çizilen çizikmiş.
Su ki, bize bizi getirenmiş.
Biz ki, insanlığın doğadaki suretiymiş.
İnsanlık ki, Ömer Hayyam’ın dizelerinde anlattığıymış…
Ömer Hayyam ki, insanlığın kendisiymiş…
Kaynak: Ekrem Ataer’in Besteleriyle Ömer Hayyam