MILAN KUNDERA: AŞK, TANIM OLARAK, HAK EDİLMEMİŞ BİR ARMAĞANDIR

Seçilmiş olma tanrıbilimsel bir kavramdır ve şöyle bir anlamı vardır: İnsanın hiçbir yeteneği olmadan, doğaüstü bir kararla, Tanrının keyfi değilse de özgür iradesiyle, benzersiz ve olağanüstü bir şey için seçilmesi. Ermişler, en korkunç işkencelere dayanma güçlerini bir inançta buldular. Tanrıbilimsel kavramlar, kendi kendilerinin yansılamaları olarak yaşamlarımızın bayağılığına yansırlar; her birimiz çok sıradan yaşamının bayağılığından dolayı (az ya da çok) acı çeker, buradan kurtulmak ve yükselmek ister. Her birimiz bu yükselişe lâyık olduğu, Tanrının iyi kulu olduğu ve bu yükseliş için seçilmiş olduğu yanılsamasına (az ya da çok) kapılmıştır.

Örneğin, seçilmiş olma duygusu her aşk ilişkisinde vardır. Çünkü aşk, tanım olarak, hak edilmemiş bir armağandır; hak etmeden sevilmek, gerçek aşkın eksiksiz kanıtıdır. Bir kadın bana, “Seni seviyorum, çünkü zekisin, çünkü namuslusun, çünkü bana armağanlar alıyorsun, çünkü zamparalık yapmıyorsun, çünkü bulaşık yıkıyorsun,” derse, hayâl kırıklığına uğrarım; bu aşkta çıkarcı bir yan vardır. Şöyle bir cümle duymak kimbilir ne güzeldir: “Zeki olmamana, namuslu olmamana karşın, yalancı, bencil, alçak olmana karşın senin için deli oluyorum.”

Belki de insan lâyık olmadan gördüğü ve bu nedenle var gücüyle bir hak olarak sahip çıktığı anne bakımı yüzünden ilk kez seçilmiş olma yanılsamasına kapılır. Eğitimin onu bu kuruntudan kurtarması ve hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu öğretmesi gerekirdi. Ama genellikle geç kalınır. Kız arkadaşlarına kendi isteğini zorla kabul ettirmek isteyen, ama bunun için yeterli gerekçesi olmadığından, açıklanmaz bir gururla ve yüksek sesle, “Çünkü bunu sana ben söylüyorum,” diyen on yaşındaki kızcağızı hiç kuşkusuz görmüşsünüzdür; ya da: “Çünkü ben böyle istiyorum.” Kendini seçilmiş hissediyordur. Ama bir gün, “Çünkü onu ben istiyorum,” diyecek ve çevresinde bulunanlar kahkahayla gülecekler. Kendisini seçilmiş sayan kişi seçilmişliğini kanıtlamak için, bayağılar yığınının bir üyesi olmadığına kendisini inandırmak, başkalarını inandırmak için ne yapabilir?

Bu noktada, fotoğrafın keşfiyle birlikte başlayan çağ yardıma gelir, yanında, uçsuz bucaksız bir ekrana yansıtılmış görüntüleriyle, herkesin uzaktan görebildiği, herkesin hayran olduğu ve kimsenin erişemediği görüntüleriyle bu çağın yıldızları, dansçıları, ünlüleri. Kendini seçilmiş sayan kişi, ünlü kişilere yöneltilmiş bir hayranlık aracılığıyla, olağanüstüler sınıfına ait biri oluşunu ve aynı zamanda sıradan insanlar sınıfına karşı, yani somut olarak kendileriyle birlikte yaşamak zorunda olduğu komşularına, meslektaşlarına, eşlerine karşı koyduğu mesafeyi herkesin önünde açıkça ortaya koyar.

Ünlü insanlar, böylece, sağlık kuruluşları gibi, sosyal güvenlik gibi, sigortalar gibi, tımarhaneler gibi bir kamu kurumu oldular. Ama ancak gerçekten ulaşılmaz olmaları koşuluyla yararlıdırlar. Bir kimse seçilmişliğini, ünlü biriyle doğrudan ve kişisel ilişki yoluyla doğrulamak isterse, Kissinger’a âşık olan kadının başına geldiği gibi, kapı dışarı edilmek tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bu kovulmaya, tanrıbilimsel dilde düşüş adı verilir. Kissinger’a âşık olan kadın, bu nedenle, açıkça ve haklı olarak trajik aşkından söz eder kitabında, çünkü Goujard’ın bununla alay etmesine karşın, bir düşüş tanım olarak trajiktir.

MİLAN KUNDERA: BİR KADINLA SEVİŞMEK VE BİR KADINLA UYUMAK İKİ AYRI TUTKUDUR

Immaculata, Berck’e âşık olduğu âna kadar kadınların çoğunluğunun yaşadığı hayatın bir benzerini yaşamıştı: Birkaç evlilik, birkaç boşanma, dingin ve hoş olduğu kadar sürekli bir hayâl kırıklığı yaratan birkaç âşık. Âşıklarının sonuncusu tapıyor ona; yalnızca yumuşak başlılığı nedeniyle değil yararlı olduğu için ötekilerden daha fazla katlanıyor bu âşığa: Televizyonda çalışmaya başladığında kendisine çok yardımı dokunmuş bir kameraman. Kendisinden biraz daha yaşlı ama adamda hayran olduğu bir ebedî öğrenci havası var; adam onun en güzel en zeki ve (özellikle) kadınların en duyarlısı olduğu kanısında.

Sevgilisinin duyarlılığı adama bir Alman romantik ressamın elinden çıkmış manzara resmi gibi geliyor: Üst yanda, Tanrının yurdu, uzak ve mavi bir gökyüzü ile akıl almaz biçimlere girmiş ağaçlarla kaplı bir manzara resmi; bu manzaranın ne zaman içine girse, tıpkı kutsal bir mucize karşısında olduğu gibi dize gelmek ve öyle kalmak için dayanılmaz bir istek duyuyor.

Yavaşlık
Milan Kundera
Fransızcadan Çeviren: Özdemir İnce, Can Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz