Şimdi insanlar öldü ya, güzide basınımız gene başlar dövünüp bağırmaya, “kaçak yapılaşmaya hayır” diye. Refleks gibi bir tepki, vur dizine tokmağı bacağı zıplasın. İnsanlar neden ölüyor? Kaçak yapılaşma yüzünden ölüyor! Tak, zınk! Beyne gerek yok, omurilik neyine yetmez?
Halbuki memlekette her şey Devlet’imizin gözetim ve denetiminde olsa ne güzel olur değil mi? Vatandaş yasalara ve yönetmeliklere uyar, yapılaşma planlı olur, kimsecikler ölmez. Basit.
Belanın başı Devlet
Ben size açık açık söyleyeyim. Bu ülkenin başındaki birinci büyük bela Yeniçeri ise, ikincisi İmar Şebekesidir. Kökünden sökülüp atılmadığı sürece Türkiye’nin medeni bir ülke olma ihtimali yoktur, hiç hayal kurmayın.
Bir zamanlar dünyanın en güzel kasaba ve kentlerinden yüzlercesine sahip bir ülkeydi burası. Hepsi bir örnek ucuz, sefil, zevksiz, sağlıksız, kişiliksiz apartman yığışmaları diyarına çeviren kimdir, bir düşünün. Kaçak yapılaşma mıdır? Yoksa “kafana göre ev yapamazsın, ne yapacağına Devlet karar verir” diyen, memleket çapında örgütlenmiş imar çeteleri mi?
Önceki gün Kalkan’daydım, zihnimde henüz taze. Yirmi yıl önce orada olan dünya şekeri küçük köyün etrafında şimdi azgın bir vahşetle dağları tepeleri sarmış bir Ucubekent var. Sizce kaçak mıdır? Yoksa muteber bir üniversitede şehircilik okumuş biri imar planını çizmiş, belediye çatır çatır haracını kesmiş, denetimini yapmış, mimarı, mühendisi, boku, teki çarşaf çarşaf projelerini yapıp yağmadan yasal paylarını almış mıdır?
Kalkan misal sadece. İstanbul deyin, Tirebolu deyin, Çemişgezek deyin fark etmez. Yürürlükteki yasalara uygun olarak yapılanıp da güzel, insancıl, akla uygun, kalıcı olan BİR TEK yerleşim yeri söyleyin bana, bu yazıyı yiyeyim.
Halkın suçu değil
Hayır, ahaliyi suçlamanın anlamı yok. Bin seneden beri güzel ev, güzel kasaba yapmayı iyi kötü becermiş bir halk durduk yerde bozulmadı herhalde. Efendim göçebe geleneğiymiş, şuymuş buymuş,bunlar da inandırıcı değil. Safranbolu’yu yaparken göçebe değildiler de şimdi mi göçebe genleri depreşti?
Benim için esas ipucu şudur. Küçük Oteller Kitabı yüzünden memleketi fellik fellik dolaştığım şu son on beş yılda gönül hoşluğuyla “budur” dediğim ya yirmi ya otuz tane yeni yapılaşma örneği hatırlıyorum. Hani içinde güzellik vardır, zekâ pırıltısı vardır, teknik beceri vardır, görünce yüzün güler, ne güzel yer, burada yaşasaydım keşke duygusuna kapılırsın, öyle.
Şimdi bakın, bu yirmi-otuz örneğin hemen hepsi “kaçak”! En az yarısının kapı gibi YIKIM EMRİ var. Ya da insan ömrünü tüketen mücadeleler sonunda, bin bir güçlükle, zorla, rüşvetle, torpille “kitabına uydurulmuşlar”. İstisnasız hepsini İmar Çetesinin şu ya da bu şubesi durdurmaya çalışmış. Büyük çoğunluğuna mimar ve mühendis eli değmemiş; ya da değmişse yasal mecburiyet yüzünden değmiş, ona RAĞMEN iş başarılmış.
Sonuç: Güzel (insanî, akılcı) yapılaşmanın önündeki esas engel İmar Şebekesidir. O şer örgütünü yok etmedikçe, bireysel kahramanlık eseri olan münferit işler dışında, memlekette iyi bir şey yapmanın imkânı yoktur.
Bürokrasi bozar
Böyle olmasının sebebi meçhul mü? Değil. Sayalım:
Bürokrasi sorumsuzdur. Kalkan’ı neden rezil ettin diye kendisinden hesap sorulmayacağını bilir.
Bürokrasi akılsızdır. Çünkü akıl, ancak bireysel vicdanın olduğu yerde serpilir. “Mevzuat böyle, amirim de emretti, ama BENCE bunlar yanlış” diyemeyen insanın akılla işi olmaz.
Bürokrasi çirkindir. Çünkü estetik duygusu da bireyseldir. “BEN bunu beğendim” deme özgürlüğüne malik olmayan adam güzelliği ne yapsın?
Bürokrasi kıskançtır. Kendi üç kuruş maaşa ömür tüketirken iş ve ev ve kent kuran adamdan için için nefret eder, kötülük üretir.
Bürokrasi bencildir. Temel içgüdüsü, vatandaş aleyhine kendi iktidarını büyütmektir. Güçlü bir ahlakî-felsefî öğretiyle zapturapt altına alamadığın bürokrasi, bir süre sonra kendi kurumsal çıkarı dışında hiçbir şeyi düşünemez olur.
Bürokrasi zalimdir. Eline yıkma ve öldürme gücü verdiğin, kendi kendini besleyen bir kontrolsüz şebekeden hayır bekleme!
Deprem faciası
1999 depreminin neden olduğu felaketlerin en büyüğünü büyükşehir ahalisi pek bilmez.
Depremi izleyen bağrış çağrış ortamında 3194 sayılı İmar Kanununu şipşak değiştirdiler. Eskiden belediye alanları dışındaki köylük yerlerde (bir sürü istisnayla da olsa) yapı işleri nispeten özgürdü; muhtarı ikna edip iki ustayla kendine bir ev yapabilirdin. 99’dan sonra o da kalktı, dağ başındaki tarlada tavukların için kümes yapmak bile İmar Şebekesinin iznine bağlandı.
Nedenmiş? Ruhsatsız yapılaşma yüzünden depremde insanlar ölüyormuş! Siz depremde hiç köylü yapısı ev yıkıldığını gördünüz mü? O yıkılanların hepsi izinli, ruhsatlı, onaylı, imar planlı, projeli apartmanlar değil midir? Devlet eli bir yere ne kadar çok değmişse yıkım şansının o kadar arttığı görülmemiş midir? İmar kanserinin sebep olduğu felaketi önleyelim derken o kanseri daha da büyütmenin mantığı var mı?
Yasa değişikliğinin sonucunu görüyorsunuzdur ama farkında mısınız bilmem. 1999’a dek Türkiye’de binde bir de olsa güzel, terbiyeli köy evleri yapılıyordu. 99’dan sonra bitti. Yarın bu ülkenin sosyal tarihini yazacak olanlar, beş bin yılda oluşmuş bir mimarî kültürün 1923’ten sonra yozlaştığını, 1999’da sona erdiğini anlatacaklar.
Nalıncı keseri iş başında
Bu sel afetinden sonra da İmar lobisi yaygarayı başlatacaktır, şüpheniz olmasın: “Kaçak yapılaşmaya son,” “Denetimler sıklaşsın,” “Planlı kalkınma,” vs. vs.
Mühendisler Odası başkanı selin ertesi kalkıp konuşmuş bile. Ne demek istemiş ben size mealen aktarayım: oda harçları artsın, üç mühendis yerine beş mühendisten rapor istensin, çark dönsün, çorba kaynasın, gücümüze güç katılsın…
Kanmayın sakın.
12 Eylül 2009
Sevan Nişanyan
Ağır Kitap (Siyaset, Tarih, Dilbilim ve Din Üzerine Yazılar)