Elveda Edward Said, Filistinli, New York’lu, Evrenselci…
Filistin sorunu gönlüne düşmüş, bizim kuşağın zihnini aydınlatan deniz fenerlerinden biriydi o. Gerçi Filistin sorununun doğum tarihi 1948’dir ama bizim kuşak (ve dünyadaki birçok insan için) ergin yaşımıza eriştiğimiz 1967’dir. Filistin topraklarının tümünün işgal altına düştüğü ve ‘sürgün’ ve ‘mülteciler’ olgusunun olanca çıplaklığıyla dünyanın gözlerinin önüne serildiği yıl.
Ardından, dünyayı değiştirme iddiasının meş’alesini taşımaya kalkışan bizim kuşağa adını veren 1968 geldi; o gün bugündür Filistin sorunu ile ‘ruh ikizi’ gibi yaşarız.
O, bu yüzden de hızla zihnimizin ‘radar ekranı’nda belirivermişti. Edward Said. Önce 1979’da yayınlanan Orientalism adlı bir başyapıt olan kitabıyla. Türkçe’ye ‘Oryantalizm’ başlığıyla ve çok yerinde aslından uzaklaşan berbat bir çeviriyle aktarılmıştı. Yine de, Edward Said ismiyle onbinlerce insanımızın buluşmasını sağlayabilmişti.
Yüzyüze gelmeden, neye benzediğini bilmeden dahi bir ‘entellektüel karizma’sını hissettirebilmişti. Onunla ilk kez, 1983 yılında Cezayir’de yapılan ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün parlamentosu sayılan ‘Filistin Ulusal Konseyi’ toplantısında karşılaşmıştım.
Amerikan vatandaşı Amerikan vatandaşı ve NewYork’ta Columbia Üniversitesi’nde ‘Karşılaştırmalı İngilizce Dili’ profesörü idi. Beyrut’ta onca yıl hiç karşılaşmamıştık ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Beyrut’tan sökülüp atılmasından sonra, ‘yeni bir sürgün’de, Cezayir’de karşılaşmak nasip oldu. Onca uluslararası siyasi şahsiyeti yakından tanımış olmama rağmen, yanına ürkerek yaklaştığımı hatırlıyorum.
Giyimi, kuşamı, fizyonomisi, kalkışı-oturuşu, duruşu; bir ‘entellektüel aristokrat’ı andırıyordu. Sanki ‘Lord Said’ diye tanıştırsalar, garip kaçmayacaktı. Özellikle alçakgönüllü olduğunu söyleyemeyeceğim ama olağanüstü denecek ölçüde kibar bir insandı.
Edward Said’i 1980’li yılların ikinci yarısında yine bir Filistin Ulusal Konseyi toplantısında Cezayir’de gördüm. 1990’lı yılların sonlarında Beyrut’ta iken ‘Edward Said’e Şükran’ haftasının başlamak üzere olduğuna dair afişler ve ilanlar dikkatimi çekti. Beyrut, Edward Said’i bekliyordu. Kan kanseri olduğunu o vakit öğrendim. ‘Sürgün yaşamı’nı sona erip, sonsuz yolculuğa başladığını öğrendiğim önceki gün, aklımdan, aslında hayatının belki de en aktif son on yılını, ömrünün kısaldığını öğrendiği vakit yaşadığını geçirdim.
Edward Said, ‘saplantılı şekilde İsrail düşmanı’, ‘radikal solcu’, ‘siyasal-köktendinci İslamcılara yarayan tezlerin sahibi’ gibi sıfatlarla tanıtıldı. Bence hiçbiri değildi. Bu çarpıtmalı tanıtımda, 1993’te başlayan Oslo Barış Süreci’ne karşı çıkması ve Yasir Arafat’la ters düşmesinin, payı vardı. İsrail ekstremizmine dahi kefil olan Amerikan Yahudi çevrelerinde Edward Said isminin çizilmesi gerekli görüldü. Hele, Lübnan sınırında, ‘İntifada gençliği’ ile dayanışma halinde ‘İsrail’e taş atan Filistinli-Amerikalı profesör’ görüntüsü, Amerikan Yahudileri içindeki ‘Likudnikler’ce kabul edilemezdi.
Doğru; Edward Said, son on yıldaki ‘performansı’ ile ‘radikal’ imajı çizdi. Oysa, üzerinde asıl durulması gereken, bunu niçin ‘bilinçli’ olarak yaptığı olmalıydı. Onun tüm Amerikan vatandaşı ve Columbia profesörü sıfatlarına rağmen, bir ‘Filistinli’ olduğu asla unutulmamalıdır. O, bunu eşi görülmemiş türden bir adaletsizliğin ürünü ve adeta bir ‘ebedi sürgünlük mahkumiyeti’ ile eş anlamlı olarak algıladı. Kudüs’lü bir Hristiyan Filistinli ailenin, Kahire’de doğan, Amerikan vatandaşı olan, Amerika’dan dünya sahnesine çıkan çocuğu… Kendi kişiliğinde tüm bir ‘Filistin dramı’ ya da ‘dramatik Filistin kişiliği’ni simgeleyen ve bunu erişilmez mükemmelikteki İngilizcesiyle, tüm dünyanın bilgi dağarcığına ‘Filistinli kimliği nedir?’ sorusunu cevaplayarak, entellektüel bir kavramsallığa taşıyan büyük beyin, büyük kalem… Böyle entellektüeller, özünde, intihar bombacılarından daha tehlikeli olmuşlardır ve yaşadıkları her an ‘kişilik katli’nin vazgeçilmez hedefidirler.
En az ‘Orientalism’ kitabı kadar önemli olan ‘Reflections on Exile’ (Sürgün Üzerinde Düşünceler- Harvard Üniversitesi Yayınevi, 2002) ve 1996 yılında basılmış olan ve aydın kimliği ve kişiliğini irdelediği ‘Representations of the Intellectual’ kitaplarını kaydetmek gerekiyor. Belki de en önemlileri, Filistin toprağının gasp edilmesi ve buna bağlı olarak bir halkın kimliğinin yokedilmeye çalışılması üzerine kaleme aldığı ‘politics of Dispossesion’ (Elindenalma Siyaseti-1994) ve kendi Filistinli çocukluğu ve gençliğinin acı, felsefi bir analizi olan ‘Out of Place’ (Mekan Dışı-1994)…
Edward Said, kendisinden çok daha yakından tanıdığım, bir başka Arap-Amerikalı ve onun gibi New York’lu, Prof. Fouad Ajami ile her konuşmamızın sanki demirbaş konu başlıklarından biriydi. Birbirlerinden nefret ettikleri söylenirdi. Birbirlerine pek yakın ve daha zıt iki kişiyi bulmak mümkün değildi. Fouad Ajami, Lübnanlı Şii-Müslüman kökenliydi. Güney Lübnan’daki köyü Arnoun ile Filistinli Hristiyan Edward Said’in Kudüs’ünün arasındaki mesafe, arabayla taş çatlasa iki-üç saati geçmezdi. Fouad Ajami de, Amerikan vatandaşı idi.
O da müthiş bir İngilizce dil ustası. İngilizce’yi, her ikisi de, İngilizce konuşmayan ulusal kökenlere sahip iki büyük ustayı kendisine ‘idol’ tayin ederek mükemmelliğe taşımıştı: Joseph Conrad ve v.s. Naipaul… Fouad Ajami’nin, Edward Said’e oranla önemli bir farkı vardı. Gerçi o da ‘Arap kimliği’ üzerinde ‘The Arab Predicament’ (Arap İmtihanı) ve ‘The Dream Palace of the Arabs’ (Arapların Rüya Sarayı) adlı, İngilizce ustalığının şaheserleri niteliğinde ölümsüz kitaplar kaleme almıştı ama Ajami, Arap kimliğine tepkiliydi ve Amerika’daki yükselişini, çok büyük ölçüde, koyu İsrail yanlısı, ekstremist Yahudi entellektüelleri ve zenginleriyle sıkı ilişkiler kurmasıyla sağlamıştı.
Edward Said, Fouad Ajami’yle köken ve ilgi alanı benzerliklerine karşılık, tam zıt istikamatte dikildi. Ölümünün ardından, söylenen ve yazılanlar her faninin gıpta edeceği türdendi:
“Edward Said’in ölümüyle insanlık, kültürel, entellektüel ve yaratıcı alanlara aktif biçimde katkıda bulunmuş seçkin dahisini kaybetmiştir. Yasir Arafat” ; “Bir Filistinliye dünya karşısında neyinle övünürsün deseler, Edward Said’le diye yanıt verecektir… Çünkü Edward, kalbinin canlı derinlikleri ve kültürel genişliğiyle Filistin’i dünyanın, dünyayı da Filistin’in kalbine yerleştirdi.”