“İnsan Kafka okuyamazsa bitiktir işi”* Kafka ve yabancılaşma üzerine – Mehmet Emin Kurnaz

KafkaGünter Anders: “Kafka, bir Yahudi olarak tümüyle Hristiyan dünyasının insanı değildi.Yahudiliğini umursamayan- ki gerçekte umursamıyordu- bir Yahudi olarak tümüyle Yahudilerden sayılmazdı. Almanca konuşan biri olarak tam anlamıyla bir Çek insanı değildi. Almanca konuşan bir Yahudi olması nedeniyle, tam anlamıyla Bohemyalı bir Alman olduğu söylenemezdi. Bohemyalı olması tam anlamıyla bir Avusturyalı olmasını önlüyordu. Sosyal Sigorta memuru olarak tam burjuva değildi. Bir burjuva ailesinin oğlu olarak emekçiler sınıfına da girmiyordu. Ama büro insanı da değildi çünkü yazar olduğunu duyumsuyordu. Gelgelelim bir yazar da değildi, çünkü gücünü ailesine harcayan bir yabancıydı

Kafka bir yazar olarak, üretim süreci içinde emek-sermaye çatışması var oldukça sürecek bir sorunsalın, “yabancılaşmanın” en somut ifadelerinden biri olarak geleceğe uzanan algısıyla bugün hala güncelliğini korumaktadır.

Bu yazıda Kafka’yı; onun Kapitalizme yönelttiği edebi eleştiriyi, bu eleştiri üzerine kurulu yabancılaşmış bireyi ve Kafka üzerine farklı kalemlerin birbirine zıt yorumlarını anlatmaya çalışacağız.

Kapitalizmin gelişme sürecinde bir geçiş dönemi kuşağına mensup Kafka, en başta insanın üretim ilişkisi içinde yabancılaşmasını ele almış, hemen hemen bütün eserlerinde ince alaylı ve fantastik biçimlemelerle bireyi ve onun toplumsal yaşam karşısındaki trajik duruşunu acımasızca gözler önüne sermiştir. Üstelik bunu, belki büyük yazarlara özgü bir yazgıyla yaşadığı çağın sonrasında hala tartıştırarak.

Sancılı, derin bir iç savaşım ve yenilgiyle dolu yaşamında kaleme aldığı eserler de tamamlanmamıştır, tıpkı eksik kalan kendi yaşamı gibi.. Yaşarken öylesine kendi savaşımını anlatmıştır ki, o savaşım bireyin nezdinde toplumsal bir çözülüşe, ya da yeni sömürünün yeni toplumsal müteşekkiline yönelik bir hezeyandır.

Taşralı bir Çek proletaryasından gelip, zengin bir tüccar konumuna yükselmiş bir baba ile, zengin ve aydın bir Yahudi annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Kafka, ilk ciddi çatışmasını ailesinde babasına karşı yaşamıştır. Sonradan burjuva konumuna yükselen tüccar baba ile oğul çatışmasını Kafka şöyle belirtir;

“Bana uyguladığın yetiştirme yöntemin sonucu ise uzaktan bile seni hatırlatan her şeyden kaçmam oldu. Her şeyden önce işyerin… Önceleri orada doğal saydığım şeyler, bana acı ve utanç verdi. Özellikle personele karşı davranışların… Çalışanlara ücretli düşmanlar diyordun, öyleydiler de ama onlar öyle olmazdan önce kanımca sen onların ücret veren düşmanları kesilmiştin..”

Kapitalizmin gelişme sürecine denk düşen bu dönemde, Kafka’nın gerek kendi ailesi gerekse sonraki memuriyet hayatında sistem karşısında yaşadığı çelişki ve işçi sınıfından yana gerçekleşen tercih daha çok vicdani açıdan değerlendirilmelidir. Çünkü Kafka, bütün eserlerinde de kendini hissettiren ve sonradan “Kafkaesk” olarak adlandırılacak bir arada kalmışlığın, yabancılaşmanın ve hatta yazarlığına ilham kaynağı olan bireysel zayıflığın etkisiyle- tümüyle olmasa da- karamsar bir dünya görüşünü benimseyerek Ernest Fischer’in deyimiyle “Basite indirgenecek bir tarih felsefesi çizmiştir”.

Wagenbach, kaleme aldığı Kafka biyografisinde Kafka’nın siyasi yönünü “Birincil Marksizimden oluşan bir sosyalizm” şeklinde açıklar. Yani bir partiye üye olmadan, sığınmaktan korkarak ve yalnızlaşmayı bilinçli bir seçime dönüştürerek gelişir sosyalist pratik yaşamında. Onun yaşamı, yalnız bir daire içinde yalnız bir nokta olarak özetlenmiştir.

Günter Anders, “ Kafka Pro Et Contra” başlıklı araştırmasında Kafka için şöyle der;

Kafka, bir Yahudi olarak tümüyle Hristiyan dünyasının insanı değildi.Yahudiliğini umursamayan- ki gerçekte umursamıyordu- bir Yahudi olarak tümüyle Yahudilerden sayılmazdı. Almanca konuşan biri olarak tam anlamıyla bir Çek insanı değildi. Almanca konuşan bir Yahudi olması nedeniyle, tam anlamıyla Bohemyalı bir Alman olduğu söylenemezdi. Bohemyalı olması tam anlamıyla bir Avusturyalı olmasını önlüyordu. Sosyal Sigorta memuru olarak tam burjuva değildi. Bir burjuva ailesinin oğlu olarak emekçiler sınıfına da girmiyordu. Ama büro insanı da değildi çünkü yazar olduğunu duyumsuyordu. Gelgelelim bir yazar da değildi, çünkü gücünü ailesine harcayan bir yabancıydı

Kafka’nın kapitalizme karşı sezinlediği asıl vurgu olarak yabancılaşma; başta bürokrasinin egemenliği altında Habsburg İmparatorluğu’ndan Prag’a, aileden bireysel ve toplumsal yaşam içinde türlü olumsuzlamalarla tüm kapitalist dünyanın en temel yaşantısına dönüşmüştür. Marks’a göre yabancılaşma, insanın doğaya karşı yabancılaşması yani insanın doğadan kopuşunu ortaya çıkaran zorunlu bir süreç olarak meydana gelen, insanın kültürel- toplumsal alanda yeniden varoluşuyla doğaya karşı şekillenen bir süreç olarak ele alınmakla birlikte; Marks’da asıl yabancılaşma, kapitalist toplumsal sistemin neden olduğu, insanın kendi doğasına karşı duyduğu yabancılaşmadır. Kapitalist üretim ilişkileri içinde insan, kendine, doğaya, sosyal ilişkilerine yabancılaşarak, kapitalist üretim ilişkilerinin bir aracı haline gelir.

Kafka; Dönüşüm, Amerika, Dava ve Şato gibi eserlerinde bu olguyu yoğun biçimde işlemiştir. Söz konusu eserlerden Dönüşüm; bir sabah uyandığında kendini böceğe dönüşmüş bulan Gregor Samsa’nın fantastik biçimlemelerle süslenmiş trajedisini anlatır. Samsa, ailesi ve patronu tarafından bir metamorfoz geçirdiği için değil de işe gidemeyerek ailesine artık maddi destek sağlayamayacak olması nedeniyle dışlanıp acı içinde ölüme terk edilmesiyle dikkat çeker. Kafka, sistemin çarklarında bir nesne haline gelen insanın böcek kadar değersizleşen varlığını dile getirmiştir. Üstelik bu değersizleşme, ya da ücretli köleliğin toplumsal baskısı ilk olarak en yakın çevresinde, bizzat ailesinde vücut bulmuştur. Güney Çeğin Kafka adlı makalesinde Dönüşüm için şöyle der; “Dönüşüm, toplumsal hiyerarşi ve iktidarın biçimlendirdiği düşünsel yapının öncelikle “ailesel totalitarizmin” göbeğinde nasıl kurulduğunu göstermesi bakımından örnek bir metindir.”

Amerika, Dava ve Şato; birbirini izleyen bir üçlemenin “Karl, Franz K. ve K “ nezdinde giderek silikleşen kahramanların trajedisini anlatmıştır. Amerika romanında Karl, insana yabancılaşan dünyanın anlamsızlığına karşı bir çıkış yolu arar. Senatör dayısı sayesinde önce zengin bir yaşamı tanıyan Karl, yine dayısı tarafından suçlanarak yabancısı olduğu Amerika’da sınıfsal sömürüyü de bizzat yaşayarak ötekileşmiştir. İnsanlar tarafından takdir göreceği bir iş bulursa belki anlamsızlaşan hayata bir anlam yükleyebilir. Karl; diğer iki romandaki kahramanlardan daha umutlu ve idealist bir gençtir. Ama o da bu toplumda yaşamanın bedelini canıyla öder.

Dava ise, Amerika’daki Karl’ın yenilgisinin bir devamı gibidir. Franz K. bir sabah aniden tutuklanır ve idamına kadar,- yabancısı olduğu- kendisini mahkum eden mantık ötesi hukuk mekanizmasına her geçen gün teslim olarak ölüme gider. Fantastik biçimler yine burada da vardır. Örneğin, tavan arasına kurulan tozlu, pis mahkemelerde bürokratlar temiz havaya bile alışkın değildirler. Bir rüya atmosferinde yaşanan roman, bireyin karmaşık devlet mekanizması karşısında duyumsadığı ölümcül acizlikle son bulur. Franz K. suçlu olduğuna inandırılır. İktidarın üstyapı aygıtlarından hukuk, yine iktidarın güvenliği ve idamesi için toplum üzerinde suç, korku, düşman(ya da terörist) yaratır. Kafka bir aforizmasında Dava için şöyle der; “Kafesin biri bir kuş aramaya çıkmış”.

Şato, bu üçlemenin son boyutu olarak buz gibi, karamsar bir atmosferde başlar. Kendini Dava’da suçsuz olduğuna inandıramayan Franz K., etkisizce başkaldırmıştır. Şato’daki adsız K. ise artık başkaldıramaz. Tek amacı yabancısı olduğu topluluğa girebilme isteğidir. Suçsuz yere topluluğun dışına itilen K., bürokrasiyle örtülü bir mekanizmanın izni doğrultusunda kendini bir topluluğun içinde var etme çabasının yenik kahramanıdır. Ulaşılması imkansız bir gücü temsil eden Şato, bürokrasi temelinde yabancılaşmanın en keskin eleştirilerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Yazar, bu eserinde şüphesiz kapitalizme geç eklemlenmiş Avusturya’nın bürokratik- kapitalist yapısından etkilenmiştir.

Kafka üzerine yapılan değerlendirmeler yalnızca bu yönde değildir elbet. Ölümünden sonra Kafka’nın vasiyetine uymayarak eserlerini yayınlayan dostu Max Brod da Kafka üzerine bir hayli değerlendirmede bulunmuştur. Max Brod, Kafka’nın toplumsal eleştirileri olduğunu kabullenmekle beraber, “Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk” isimli Kafka denemesinde karşı güç olarak tanrıyı koyar. Buna göre Kafka’nın inançlı biri olduğunu, örneğin; Dava’daki yargılamanın insan ve günah arasında bir iç hesaplaşma; Şato’daki ulaşılmaz gücün ise tanrı olduğunu dile getirir. Amerika romanında Karl’ın iyiyi-umudu, Dava’da Franz K.’nın tamamen kötüyü-umutsuzluğu temsil ettiğini, Şato’da K’nın ise bunların bir sentezi olduğunu ve Kafka’nın Şato ile insanın tanrı karşısında yazgısına boyun eğişini anlatmak istediğini belirtir. Brod, Kafka’yı aziz ilan ederek şu şekilde açıklar;

“İşte ödün vermez bir inancın sahibi olan ve bu inanca uygunluk içinde aktif bir tutumu sergileyen gerçek Kafka, alabildiğine yüce anların Kafka’sı aşırı Platoncu izlenim uyandıran şu görüşleri benimsemiştir: “Topu topu manevi bir dünya vardır; bizim maddi dünya dediğimiz manevi dünyadaki Kötü’dür.”

Onun bu yaklaşımına en büyük tepki Ernest Fischer’dan gelmiştir. Fischer, Kafka üzerine kaleme aldığı incelemede Brod’a ve idealist Kaska yorumcularına karşı şöyle söyler; “Yapılması gereken şey Kafka’yı aziz ilan edilmekten korumak; en az bunun kadar önemli olan bir iş de Kafka’yı dogmatik aşırılıklara kayanlar karşısında savunmak. Bir aziz değildir Kafka, aziz olmanın çok ötesindedir, büyük bir yazardır..”

Fischer, Brod’un Kafka yorumuyla Kafka’yı değil; bizzat kendi düşüncelerini Kafka üzerinden dile getirdiğini belirtmiştir. Brod’un, Kafka’nın inançlı ve idealist bir yazar olduğuna dair ne romanlarında ne de aforizmalarında hiçbir ciddi ispat olmamasına rağmen zorlama yorumlarla Kafka için hatalı değerlendirmelerde bulunduğunu düşünür. Fischer yine şu yorumlarda bulunur;

“Brod, kendi Platonculuğunu Kafka’nın temel yaşantısına (Grunderlebnis) dönüştürüp yorumlar.; Brod’a göre Kafka’nın olumsuzun ardında (Platon anlamında) idealar dünyasını görmüş olması- bu konuda herhangi bir zaman tek kelime konuşulmamışsa da-, Kafka’nın yaşamında ve yapıtında belirleyici öğe olarak kalmıştır. Buna karşılık Kafka 1917 Ekiminde Brod’a şöyle yazar; Son hedefimin ne olduğunu kendime sorduğumda, aslında iyi bir insan olup yüce bir yargı makamının buyruklarına uymaya çabalamadığım bir konum çıkıyor ortaya.. Yine 1922 Temmuzunda Brod’a gönderdiği bir mektupta kendisini “inanca yabancı olan, ruhun esenliği için dua etmesi bile beklenemeyecek” bir insan diye betimler..”

Brod’un idealist yorumlarının aksine –kendisi de bizzat Marksist olan- Fischer, Kafka’yı materyalist olarak değerlendirmiş, sınıfsal olarak işçi sınıfından yana, kapitalizm içinde gördüğü ve sonraki dünya kapitalizminde yaşanacak yabancılaşmayı bir önsezi olarak gören; hatta ve hatta bürokratizme kayan sosyalizm deneylerinde de insanın yabancılaşmasının bir anda ortadan kalkmayacağını savunan bir yazar olarak değerlendirmiştir.

Fischer’in şu görüşleri de önemlidir; “Kafka’nın romanı emperyalizm çağında amacına erişebilmiş, gerçekten insancı bir yaşamın kesin olanaksızlığının çok açık dile getirilmiş kanıtıdır. Geç kapitalist dönem dünyasının tipik karakterleri; gelişmiş değil, gerilemiş kişiliktir.”

Kafka gerçek bir sanatçıdır. O, anlatmak istediğini olabildiğince estetize ve düşündürücü olarak dile getirmiş, bu ustalığıyla Brod gibi farklı yorumlamalara da kapı aralığı bırakmıştır. Özellikle Dava ve Şato adlı romanlarında kendisi açıkça görünmediği halde etkisi yoğun biçimde romanın temel çelişkisine oturan gizil güç; iktidarını doğrudan tanrıdan alan mutlak monarşilerden kalma bir benzerlikle insanın yabancılaşarak sömürünün ya da iktidarın değişmezliği üzerinden kendi içinde yaşadığı zayıflığı-yabancılığı dile getirmiş de olabilir. Yani bu durum teolojik bir yoruma da açıktır. Ama bu kendiliğinden çıkan ya da sanata özgü çok anlamlılık fikri üzerinden gelişir. Kafka, genel bir değerlendirmeyle aziz ilan edilemez.

Bu konuda Kundera’nın şu görüşlerini incelemekte fayda var; “Bilindiği üzere Kafka’nın ilk yorumcuları, onun eserlerine yerleşmiş dinsel bir retoriğin mevcudiyetinden bahsederler. Ancak bu tespit yanlıştır. Çünkü Kafka dışavurumcuların yergisini de aşan karamsar ironisinin eşiğinde, yaşamdaki nesnel durumlar olarak kavradığı şeyleri alegori olarak görüyordu. Öte yandan iktidarın kendini Tanrı’nın yerine kame etmesi kendiliğinden inşa edilen bir teolojiden bahsetmek de olası.”

Kafka’nın yaşamında ve eserlerinde, sistemle hesaplaşan yön, açıktan bir savaş yürüten güçlü bireyler olarak değil; aksine gücünü zayıflığından alan, çelişkiyi en çıplak haliyle ortaya çıkaran, iktidarı, birey ve onun nezdinde ortaya çıkardığı toplumsal korkuyu, dışlanmışlığı, akıl dışına ve belki bilinç altına uzanan gizli isyanın iç ve dış dünya ile savaşımı doğrultusundadır.

Nazilerin 1933-1945 yılları arasında onun eserlerini yasaklama girişimi, Kafka’nın üç kız kardeşinin toplama kamplarında katledilmesi, iktidarla hesaplaşan Kafka’nın sistem için tehlike unsuru görüldüğünün de kanıtıdır.

Yazımıza usta Kafka yorumcusu Fischer’in, sosyalist okura yönelttiği bir tavsiyeyle son verelim; “Yabancılaşma kapitalist dünyada korkunç boyutlara vardı. Ama bu sosyalist dünyada da kesin olarak aşılmış değil. Sosyalist okur, bu romanlarda kendi sorunsalının bazı çizgilerini bulacaktır; bu ülkelerdeki görevliler de bazı konular üzerinde daha esaslı düşünmek zorunluluğu duymalıdırlar.”

Mehmet Emin Kurnaz

*Oğuz Atay

Kaynakça:

Ernest Fischer- Franz Kafka, BFS Yayınları, 1985, İstanbul
Max Brod, Kafka’da İnanç ve Umutsuzluk, Cem Yayınevi, İstanbul, 2000
Erinç Büyükaşık, Yazar- Metin Çözümlemesi Işığında Kafka ve Prag, Makale
Güney Çeğin, Franz KAFKA Üzerine Makale

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz