“HAYAT YİNE DE ÜZÜLMEYE DEĞER!” KIRMIZI KAHVERENGİ DEFTER – NİLGÜN MARMARA

Zaman, Yer, Sonra
Ayla örtünüyoruz çağlardır, buğulu camlar ve farklanmış yüzümüzle. Başkaları uygarlıktan sözediyor, bilmeden her geriye dönüşün belki ulaşılmaz bir ileriye adım olduğunu. Tohumdan korkuyoruz, yeryüzünün ilgisizliği hafif kılıyor bedenlerimizi, bakışımız göğe yönelirken yürekler serin tutuluyor. Sonra her çınlamayla endişe güğümleri omzumuza biniyor; toprağın değişmezliği, yapıların kalıcılığı, anaların istemi kadar tehdit edici yükler. Örümcek ağında gizlenen eski yazılar kinin kuşkusunu kusuyor. Yeniden hatırlanıyor bir zamanın beyaz evleri, dudakların uyarısıyla sonu ertelenen aşkın iyicil kucağı açılıyor, öte dünyanın gerçek konutlarında…
Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan, kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdi’yi saklayan güzellik! Hiç bitmesin diyoruz dingin tavrımız, bir kez seçilmiş uğraşı yaşamdan ayırmamakla. Arınalım, arınalım artık yozluklarından, şu densiz yeryüzünün kalık çirkefinden; Sevgi yazısıyla!

Bir de körler var kuşkusuz, kuşsuz. Hep karanlıkta düşünürler.

  • Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden,kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum,kendimi bir yer edinemiyorum,kendime bir yer… Kafatasımın içini,bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan,o tuhaf sır içinden!Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.Oyuncağı panik olan sayrı yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.’
  • Kapı kimin üzerine kapatılıyorsa, o, dışarıda kalanın değildir.
  • Sonra sözcüklerin kumda bıraktığı izlerin içine yerleştim.
  • Biz neden kendi zamanlarımızı yaşayamıyoruz, niye hep başka zamanlar ve hep başka kendimiz? Ne bu ertelenen, bir tansık olma dileğiyle -tansığın olmasını beklemek değil, özün tansığa dönüşmesini ummak- ben’i ve biz’i tansık yapmak arzusu? ‘Şimdi’nin karanlığı daha ne kadar üretilecek? Bu karanlıktan beslenen ruh kurtçukları daha ne kadar maledecek bizleri kendilerine? Bu kurtlar içten içe daha ne kadar uluyacaklar? Bu görünmez salıncakta daha ne kadar sallanacağız? “aya dokunmak istiyorum” tümcesini sessiz bir çığlık olarak yineleyerek. Bu huzur için çığlıklar ne köpekler toplumunda, kim duyar? Çığlıklar neden bu den sessiz? Bu balıkhaneler bu kancalar niye varlar, yüzlerimiz neden yüz, bedenlerimiz niçin balık öyle asılı dururken ve dönerken ağır aksak?

Üzerimizden trenler kamyonlar tırlar ve tüm araçlar  geçiyor.
Sana doğru yürürken bu sonsuz, evcilik oyununda.

  • “Sen geldin benim deli köşemde durdun”
  • Küçücük bir dileğim var seninle evde de olsa karşılaşıp yakın iki insan gibi birlikte durup konuşmak… böyle bir dileğin nesnesi olmak çok aşağılatıcı ve alçaltıcı bir şey midir? Geri kalan zamanların ağırlığı ve şiddetini üstlenir, ben tek başıma yaşarım. Her insan bir odalık ve bir, yalnızca bir aynalıktır. Ancak bu odanın ve aynanın dehlizlerini bilmek önemli.
  • Geniş alınlarımız var geniş tutulmuş yazılar için, bazan yağmurda yazılar akıyor güzlerimize doluyor.
  • Anıların müthiş bir dirençliligi var; kişi anmak islediğinde her şeyin içinden geçip Anı şimdiyi aşıp ancak istediği anıya dönebiliyor, çıplak ve savunuşuz çocuklar gibi. Anıların her gün her an ırzına geçilebilir. Bir tür sıçrama ve hiç bir şey elde edememe.
  • Anımsamadığım tüm sözcükler anımsayabildiğim tek bir sözcüktü: Yara!
  • Beni hiçbir ışığın altında görmeyecek o! Bildiği hiçbir ışığın! Çünkü ışığı yok onun!
  • Dönmek —istanbul’a— istiyorum. Ama sonrası da beni çok ürkütüyor; binlerce binlerce düşüm, dileğim, gerçekleştirmek istediğim şey var… Arzu yeterince varsa dönüştürme kolaylaşır.
  • Bir aşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiç bir ayrımı yok. Dilsiz
    Dilsizliğimi, uzam ve insanın eksjkliginin genliğinde Öğrendim.
  • Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…
    niye kimseler izin vermez yollarına kuş konmasına? “öyle güzelsin ki
    kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.
  • (…)devam ediyorlar. Nereden gelip nereye gittikleri belli değil, kaza eseri aşklar, bu çarpışmalar bazen bir bir bazen iki iki bazen daha çok sayıda büyük bir telaşla koşuşturuyorlar-. Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında. Ne zavallılık!

İnsan güneşle arasına bir kitap koymalıdır.

  • İçerde olan tek kişilik oda oyunlarına düşkün olan üzerine kapatılan kapıdan habersiz ve kolayca dışarda olanın üzerine kaç kapı kapıyor.
  • Kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var. Yeni düşalanları yapılmalı, olanlar restore edilmeli ya da tümden yokedilmeli.
  • Doğamı olmak bir referans mektubunu nereye kime götüreceğimizi bilememektir.
  • Yeryüzündeki aşk olasılığı ve süreci de karıncaların karşılaşmaları ve yaklaşık 10 saniye birbirlerine dokunmaları oranında.Ne zavallılık!
  • Bir yaşamın düşe eklenmesiyle bir düşün yaşamdan çıkarılmasının hiç bir ayrımı yok.
  • Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?
  • Başkaldırılmış düşünce bedenin aşık olurluğundan başka ne?
  • Ah! yüzüne düşkün bazı kimseler vardır ve durumun böyle olması hiç de tuhaf değildir. Düşkündürler yüzlerine ve hayat kendi gözlerine bakar, yüzlerinden fışkıran kalemlerle! Ve yine de düşkündürler ölüme, yüz görümüyle, ölüme! Acı mı? Değil!Bir tapınma biçimi yalnızca kürke!
  • Yaşam boyunca, kimileri vardır ki, belki umutları henüz bağırsaklar uzunluğunca olup kendi boyunlarına dolanmamıştır, onlar altruizm meydanına çıkar; kimileri de, meydanın kendisini tüm yokluğuyla yadsır. Tıpkı yadsıdıkları hayatın yokluğu gibi.
    Ve onlar her zaman şöyle haykırır;
    “Ölürken kahkahamı ona bırakacağım. Kış uykusundaki melek”
Nilgün Marmara


Nilgün Marmara’nın günlüklerinden okuduğu kitaplardan yaptığı alıntılara, mektup taslaklarından yazıp yayılanladıkları dışındaki her  her satır, her harfin yer bulduğu  “Kırmızı Kahverengi Defter” adlı kitaptan alımştır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz