KADINLARIN ŞİİRLERİNİN ORTAK YÖNLERİ – NİLGÜN MARMARA

VE PLATH‘IN DİZELERİNİN BU NİTELİKLERİ VE KISITLAMALARI BARINDIRMA ÖLÇÜSÜ

“Kayıtlarımız genellikle resmen saklanacak kadar değerli görülmez.”
A. Rich

Rich’in resmen saklanma dediği şeyin kadınlar için ulaşılması gereken eşsiz ve üstün bir gaye olup olmadığına emin değiliz, ancak kendisi şu gerçeğe dikkat çeker! Kadınlara ait kayıtların, her ne iseler, (genelde) özen görmeleri, anlamlandırılmaları, değer verilmeleri ve korunmaya çalışılmaları henüz başarılmış değildir. Bu fenomen (erkeklerin kurduğu bir uygarlıktaki düşük statü) kadınların şiirlerinde ciddiyetle yansıtılır, üsluplardaki sertlik değişken olsa da. Androjen bir sanat eserine ulaşma eğiliminde olsak da olmasak da, hem erkek hem de kadın sanatçılar bu kavramı ya onayladıklarını ya da onaylamadıklarını belirtirler ve kendilerini bu çemberin dışında bırakamazlar.

Kadınların şiirlerindeki ortak nitelikler dikkatimizi çeker çünkü kullandıkları temalar birbirine benzer; ölüm, aşk, canlı olmanın ayrıntıları, küçük hisler, insan zihniyle dışsal gerçeklik arasındaki ilişkinin kadınsı bir duyarlılıkla ele alınışı. Yukarıdaki temaların kadınların şiirlerinde işleniş tarzlarını analiz ettiğimizde , hepsinin de bu temaları zaman ve mekânı özel bir şekilde algılamak için manipüle ettiklerini görürüz.

Her ne kadar romantizm 19. yüzyılda akıl çağına, insan ırkına ve tarihe tamamen mantıksal bir bakış olan neoklasisizme tepki olarak çıkmış bir akım olarak tanımlansa da; bu terimi bağlamından çıkararak sadece romantikliği, kadınları ve romantikliğin tüm kadınlar, özellikle de tarihsellik dışında, hayata bakışlarını edebi kariyerleriyle netleştiren kadınlar üstündeki etkilerini yücelten oturmuş bir gelenek olarak yorumlayabiliriz. Seçkin bir farkındalığa sahip bu kadınlar; erkeklerle kadınlar, erkeklerle erkekler, kadınlarla kadınlar, ebeveynlerle çocuklar arasındaki mutsuz ve yetersiz ilişkileri görerek onların romantik acılarını aktarmaya çalışmışlardır.

Eski dönemlerden başlayarak Sappho ve Bilitis gibi kadın şairlere baktığımızda, onların’ oldukça bireysel, gizdökümcü ve lirik bir şekilde sevdiklerine seslendiklerini görürüz.

Bu sesleniş zamanla şiirlerine çeşitli temalar seçmekte temellenen bir haykırışa dönüşmüştür. Bazen aşkın yerini din almış, Tanrı’ya ulaşma ideali sevgiliyle bir araya gelmeye eşdeğer hale gelmiştir. Ortaçağın dinsel kadın şairleri idealize edilmiş aşkı ana temaları yaparak kendilerini ifade etmişlerdir. Zaman geçtikçe kadınlar romantizmi, kendilerine tamamen yabancı bir ortam tarafından fethedilmiş lanetli, mutsuz bir benliğe dönüştürme cesaretini kazanmışlardır, A. Bradstreet’le E. Dickinson’ı anımsadığımızda, çağdaş kadın şairlerin hâlâ tema olarak kullandıkları benzer bir yabancılaşma görürüz. Bir karşılaştırma yapmak için, Dickinson ‘la Plath’ı ele alalım; çünkü bu her iki kadının şiirlerinde de agabey/baba/koca/sevgili ilişkileri önemlidir. Taklit ve yansıma evreninde o iki kadın şairi hızlandıran itici güçlerdir. Plath’in ölüme olan saplantısı Dickinson’ınkiyle ve hatta bazen Bradstreet’inkiyle ilişkilendirilebilir. Onlara göre ölüme dair bu bakış açısı zirvede bir yaşam deneyimiyle, belki de erotizmle tanımlanabilir. Dickinson da, Plath da bu gotik geleneği öyle aşırı bir şekilde yüceltirler ki, “kişiliklerini” ölüm kavramının gereklilikleri ve zorunlulukları üstüne kurarlar, ölümden sakınma çabasıyla buna zıt bir şekilde ölümün arzulanması, onlara alaycı bir yaşam deneyimi bilgisi sunar ve oldukça yeni bir kadın imgesi oluşturmayı başaran kendi başkahramanlarına dönüşürler. Toplumda pasif insanlar olmak yerine, şiir sayesinde kendilerinin bilincine vararak, onları hem kendini kabullenmeye hem de aynı zamanda değişmeye zorlayan “gerçekliği” algılar ve yorumlarlar. ‘ölüm İçin Duramadığımdan” adlı şiirinde Dickinson, ölümü evcilleştirir ve her ne kadar kabullenilen yitiriliş duyarlılığı dayatsa da aynı zamanda kabullenilişi süregelen hayatın algılanılışına göre görecelidir. Kişi geçiciliği tasdik ederek sonsuzluğa ulaşırken, yaptığı son tahmini anımsar’..

“İlk kez tahmin ettiğimde,

atların başlarının sonsuzluğa çevrildiğini.”

Plath, kaotik yaşamın peçesinin kaldırılmasına yönelik bu özlemini “Bir Doğum Günü Armağanı” adlı şiirinde kederle, zıtlıkla ifade eder’

“Peçesini indirin yeter, peçesini,peçesini.ölüm olsaydı”

Her iki şair de bir bakıma imgecidirler, çünkü içedönüktürler ve kendilerini anda, onlara yoğun çağrışımlar getiren imgede odaklarlar. Bize büyük imgeci şairlerden biri olan Hilda Doolittle’ı anımsatırlar. Onunla Plath arasında da benzerlikler bulabiliriz. İkisi de bilinçsiz bir özlülükle ve şekil tasvirleriyle yazarlar. İkisinin de şiirleri homojendir, kırılganlık sergiler, donuktur; ama nettir ve sade bir üslup zarafeti içerir.

H. Doolittle’ın “Mezar Kitabesi” adlı şiiri aklımıza Plath’ın “Kenar” adlı şiirini getirir (ki bu aslında onun mezar kitabesidir). Aradaki fark Plath’ın kasvetli yoğunluğudur. Doolittle, ölümünden sonra kendisi için şöyle denebileceğini söyler:

“Yunan şiiri, Yunan vecdi
sonsuza dek geri alıyor
karmaşık bir şarkının yitik ölçüsünü
takip etmiş
kişiyi.”

Plath‘a göre, ölü beden kusursuzlaştırılmıştır, çünkü: “…başarmışlığın gülümseyişini taşır, Bir Yunan gerekliliğinin illüzyonu Togasının kıvrımlarından akar…” Doolittle’ın “vecdi”, “karmaşık bir şarkının yitik ölçüsü” olan bir “illüzyona” dönüşür.

Ortak faktörleri daha ayrıntılı olarak inceleyebilir, özellikle çağımızdaki kadın şairlerin en gözde temasının saygı görmemekten şikâyet ile saygı görme, hayal etme ve yaratma Özgürlüğüne kavuşmak için seslenişler olduğunu vurgulamaya çalışabiliriz. Plath’ın “Aday” adlı şiirini anımsayalım. Orada bahsettiği “şey” ister iş arayışı olsun ister evlenme arzusu, elleri sadece “çay fincanları” getirmeye yarar, “kafası boştur’ ,

“Dikiş dikebilir, yemek yapabilir, Konuşabilir, konuşabilir, konuşabilir…”

Devletin statik koşullandırmalarına karşı aşırı bir gururla özgürlüğe, eşitliğe , insanlıkla ve hemcinsleriyle kardeşliğe ulaşma arzusu, egonun iç çatışmalarına mahkûm edilir; trajik kahramanın eski çağlardan beri sorunudur bu.

“Yarattığımız şair, o günlerde erkeklerle kadınların gündelik bir antlaşmasından doğmuştu. Kendimizi ne sanıyorduk, kişiliklerimizin insanoğlunun zayıflıklarına direnebileceğini nereden çıkarmıştık bilmiyorum.”

A. Rich

Herhangi bir kişiliğin, 20. yüzyılın başat korumalarına karşı koyabilmesi için, erkeklerle kadınların birbirlerinden pek de farklı olmadıkları bakış açısıyla ilgili herhangi bir yenilik ile egemen düzen arasındaki tüketici, uzun benlik mücadelesiyle yüzleşmesi gerekir. Plath ile diğer kadın şairlere gelince; talihsizlikten, cinsel bir kutuplaşmaya inanıştan kaynaklanan huzursuzluğu hissederiz, buna isyan etmeye çalışsalar bile.

Plath’ın başat bir erkek figürünü hep özlemesi üzücüdür; bunun sebebi belki de babasız olması ve annesi tarafından büyütülmesidir. Kendini gerçekten androjen hissedebilse ya da böyle olduğuna ikna olabilse, belki de “hayata ve ölüme soğuk bir gözle” bakabilirdi.

Her ne kadar şiirlerinde kadınların kaderini modern uygarlığın kaderiyle kusursuzca birleştirse de, bunu kabullenmenin dehşetini algılayamaz ve S. de Beauvoir’ın Erkeğin asıl zaferi, kadının onu kendi kaderi olarak kabullenişidir” sözüyle belirttiği gerçeği aşmaya çalışmaz.

Nilgün Marmara
Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz