Mahmud Derviş: Alelacele kalkar tabutlar, ve çabucak gömülür…

Yeşil Sinekler

Toplanılacak yer bellidir. Yaz ve ter içinde, ufkun ardını düşlemeden yaşlanır hurma ağaçları. Bugün dünden daha önemlidir. Ancak katiller hiçbir şey olmamış gibi yenileniyorlar. Her gün yeniden doğuyorlar. Uykularında rüya görecek fırsatları bile olmadan bu katiller tarafından öldürülüyorlar. Sayıların önemi yoktur. Kimse kimseden yardım istemiyor. Berriye’de sözcükler çığlıklarını arıyor, ve yankı yaralı bir gülüşle geri dönüyor. Kimse yok. Ancak ağızlar haykırıyor: “Dünkü katili araştırdık içgüdüyle katili savunandan.” Ama katiller sonradan bunu söylüyor: “Çığlık gerçek olsa da, gerçeği gülerek savunmak erdemdir.” Namaz zamanında katiller kulak kabartıyor, omuzlarda yükselen cenazeler birbirlerine benzerken. Alelacele kalkar tabutlar, ve çabucak gömülür… Geçmiş ve geleceğin katilinde hiçbir cenaze töreninin tamamlanacak zamanı olmuyor, iki hız arasında son bir saldırı daha yaşanıyor. Yaklaşan kalabalığın adımları veya ailelerin öksüz kalanları ölülerini gerilerinde uluorta yerde bırakmak istemiyor. Gökyüzü kül renginden, denizin mavisi kül rengindendir. Ama TV kameralarında akan kanın utancı her daim yeşil sineklerle süslüdür.

Şiir Gibi Düzyazı

Şiir gibi düzyazıya akar yaz mevsimi. Ağaçlara vedamı duyurmadan hafif bir esinti duyumsuyorum. Çayıra hafif sararmış bir fotoğraf konmuş, bir makaranın yaptığı gibi haber bildirir. Ne halktan gizli ne apaçık birbirlerine bağlı devriyeler, anlamlar arasında yiten canlılık. Bedenin doğallığı süs ve makyaj arasın da kaybolmuş; yağmurun şehvetiyle uyandırılmayı unutmuş nar, üzüm ve incirin olgunlaşması gecikmiş. “Gözlerini kapatmana gerek yok, şiir buna gerek duymaz” Şair içinde barındırdığıyla cesaretini azalttığını söyler. Hedefsiz yürür apaçık izlerin peşin den, anımsadıklarıyla yürür sağlığını etkileyecek düzeyde çarpar kalbi. Oysa yaşanan her şey soluk soluğa delice anılardan fazla değildir. Yaz, ant içilen marşları silahlandırmaz. Yaz, yükseklerde soyunan hüznün zaferiyle düzyazı bir şiirdir.

Tükenişten Uzak

Televizyonun karşısında oturuyorum, öylece oturuyorum başka bir şey yapmadan. Orada, televizyonun karşısında, paltomla iki büklüm, benden benimle ilgili bir şey söylenmediğini görüyorum. Benden duman yükseliyor. Kesik ellerimi uzatıyorum bedenimden ve sayısız yanmış, kesilmiş, ezilmiş organımı tutu yorum; ne yeniliyorum ne onlardan kaçıyorum; işkencenin çekçililiğinden ötesine geçebiliyorum ancak. Ben denizin diliyle ve içten ayrılıklarla kuşatıldım. Televizyon karşısında benimle vedalaşan insanları Beyrut havalimanından kalkan son uçakla söküp attım. Geriye kalan ölüme tanık olurum milyonlarca tanık gibi; Dekart’ın düşüncesiyle öne sürülen hiçbir şey kanıtlanmadan. Şimdi İspanya’da, yakınlarımı tek tek uyandırıp sıraya dizerek benden aldıklarını görüyorum. Televizyona bir vahşi olarak girerim. Benden daha vahşetini öğretirim bombalayan uçaklar rutin uçuşlarla delirirken. Ancak ben onlara karıştıkça benden güç alıp daha da istekli oluyorlar, mecazi kahramanlar: Vahşet bana, beni yerle bir etmeden önem verir. Her defasından daha sağlam çıkarım. Ruhumdan ışıklar saçıyor vahşetin göbeğinde duran bu son bedenim korkarak ve daha güçlenerek duruyor. Ancak ben şimdi nerede olduğumu bilmiyorum. Televizyonun karşısında veya bir televizyon programında, kalbimden çıktığımı görüyorum bir hurma yaprağı gibi Lübnan dağından Refah’a!

Düşman

Bir ay önce oradaydım. Bir yıl önce oradaydım. Her zaman oradaydım. Benim gibi orada olmadan. Bugün bize anlatılma yan şey geçmişte, yani 82 yılında anlatıldı. Kuşatıldık, öldürül dük ve direndik; her şey bizim üstümüze cehennemden yayıldı. Katledilen / şehit düşen birbirlerine benzemez. Her biri tek başına direnişin özüdür ve özde benzerdir, gözleri ve adları ömrün iki şeklidir. Ancak onlar birbirine benzer diye katledildi. Madeni aletler bölünmüş paylaşılmış ve katil aynı anlayış içinde, elektronik düğmelerle kuşanmıştır. Öldürüp gizlenir.

O bizi görür biz onu görmeyiz, bize benzemez, sonu olmayan düşüncesi çelikten bir maskedir… Ne parıltısı var, ne gözleri ve ne de adı. O… O yalnız bir adıyla hatırlanır: Düşman!

Neron

Neron’u anımsatarak neden dolaşıyor, o Lübnan’ın yangınını izlerken? Sevinçten iki gözü dolar, dans eder gibi yürür düğün kalabalığıyla: Bu delilik, deliliğimdir, efendinin hikmetidir. Ver dikleri hariç bütün şeyleri ateşe verir. Hazır nağmelerle karışır çocukların yeteri kadar yükselen çığlıkları, edep ve gidişlerle!

Neron’u anımsatarak neden dolaşıyor, o Irak’ın yangınını izlerken? Yükselerek uyarırken tarihin ormanında anılarını, Hammurabi düşmanlarının adlarını, Gılgameş ve Ebu Nevvas’ı ezberler: Yolum o yolların anasıdır. Sonsuzluğun otları biter tarlamda. Şiir(?) bu sözcüğün anlamı nedir?

Neron’u anımsatarak neden dolaşıyor, o Filistin’in yangınını izlerken? Kimselerin olmadığı bir günde peygamberlerin peygamber diye kalktığı adı merdiven basamaklarım soluksuz kalarak… Ben Tanrının kelamıyım dedikten sonra; Peygamberin Tanrı adına yok ettiği hayatları tashih etmiştir onları semavi kitaplarda kuşatmadan!

Neron’u anımsatarak neden her coğrafyada dolaşıyor, o insanların yaşamındaki yangını izleyerek? “Ben kıyametin sahibiyim” der, sonra kameramandan kaydedilen görüntüyü ister; Amerikan yapımı bu uzun metrajlı filmin sonunda parmakların ucuyla başlattığı birçok yangını hiç kimsenin görmesini istemediği gibi!

Güvercinler

Çılgın bir dumanın içinden, ansızın bir şeyin yerinden sökülmesi gibi ürkerek uçar güvercinler. Göğün merdiveninde bir şimşek gibi parlarlar. Parçalanan mavi kanatları şehrin bir köşesine üst üste yığılır veya külden renklerin arasına konar. Bize şu anda mevcut olmayan bir yüzü anımsatıyorlar: Ne bulunur ne tam an lamıyla bize dönüp aramıza katılır veya sonunda kaybetmemize karşın muhalefetini göstererek bize dönecek sandığımız. Savaşlar, savaşta ölen kimse yanındakinin öldüğünü fark ettirmez, oysa acıyı derinden duyumsar. Acı, savaşta yalnızlığın nimetidir. Ortalıkta duran hükümle birlikte hatta hayatla öldürür. Oysa o anda kimse kimseyle sözleşmez ve unutkanlık uzak caddelerde dolaşır, görünmeyen beklenir bulunana dek ürkmüş güvercinlerden bira kılan. Lübnan akşamında güvercinlerden çok yenilginin yüzünde yükselen dumanı görüyorum!

Katledilen Ev

Bir dakika içinde biter, talan olur düzenli bir evin hayatı. Hayatına son verilen o evde toplanır katiller, hatta evin o halinde otururlar. Nedeni, bina yapılırken verilen ilk söz bu evi ilk fırsatta mezarlığa çevirmektir veya savaş zamanında bireyin ünü şiirden başka bir şeyin olmamasıdır. Katledilen evin o eşyaları ilginç alanları ve adı ziyarete açılır. Trajedinin gereksinimi haya tın nesnesinde parlar uyarıları onaylarken. Parmakları anarken, kokuyu anarken ve fotoğrafları anarken, oluşum bütün şeylerde acı çeker… Evler katledilir içindeki insanları katleder gibi: Önce eşyaların anısı katledilir, taşın, otun, camın, demirin ve kalkan gibi patlayan beton; pamuk, keten, ipek, defterler ve kitaplar sözcükler gibi yırtılıyor; dostların söyleyemedikleri sözlerden dolayı dişleri birbirine vuruyor. Tabaklar kırılır, oyuncaklar ve kaşıklar dağılır, aseton şişeleri ve musluklar ve su boruları patlar, kapı tokmakları, buzdolabı, küvet, vazolar, zeytin ve reçel kavanozları, özel eşyaların kutuları sahiplerinin kırıldığı gibi kırılıyor. Tuz ve şeker, baharat ve kibrit kutuları dağılıyor, lambaların prizleri kırılıyor, saklı öfkeler ve tarakların dişleri ve sarımsak ve soğan örgüsü dağılıyor, domatesler ve bamyalar ezilir, pirinç ve mercimek dostların anlattığı gibi dağılıyor. Komşuların bohçaları ve evlilik cüzdanları yırtılıyor; doğum tarihleri, su ve elektrik faturaları ve kimlikler, pasaportlar, saklı mektuplar dostların yırtılan kalpleri gibi yırtılıyor. Fotoğraflar ve yataklar, saçların tarak dişleri, ziynet kutuları ve boyun kolyesinin ve başörtülerin boncukları uçuşu yor, ailenin gizi bozgunla yığılıyor. Bütün bu eşyaların anısı insanlara aittir. Dağılan eşyalarla boşalıyor insanlar, eşyaların anısı insanlardan böyle boşalıyor.

Bir dakika içinde her şey tükenir. Eşyalar ve nesneler bizim gibi ölür. Ancak bizimle gömülmez!

Sivrisinekler

Sivrisinekleri hangi adla anacağımı bilemiyorum: Bu komik durumu sen yürürken seni geçen adımlarının seslerine mi bağlasam. Emdikleri kan yetmeyeceği kesin, aramızdaki savaş alanında tökezlediklerinde kusacaklar. El Mütenebbi’nin Şiirindeki kışkırtıcılığı bu zulüm sayesinde defalarca oku. Hedefi vurduktan sonra savaş uçakların sesini duymamak için çişini tutarak ziller çal. Ne de olsa hedef kanındır. Işığı yakarsın ve odanı dört duvarını süzersin sehpanın üstündeki zambakları yoklarsın ve o zalim sivrisineğin bir köşede saklandığını görürsün… Tek güvencen onun boyun eğmesi ve teslim olmasıdır. Ona doğru sessizce yönelir ve ayakkabının tekiyle öldürürsün, ölü hali sırtındaki benlere döner, kendini bir süre avutursun. Havayı yoklarsın sesi çoğalarak yükselir. Yeniden ayaklanırsın seni korkutan bu sese: Uyu, ben de uyuyayım! Sanırsın ki, seni anlayıp ikna oldu ışığı söndürüp uyursun. Yeniden saldırıya geçer iniltisi çoğalarak gelir, ancak bu defa kanını fazlasıyla emmeye kararlı. Ter içinde seni savaş alanına çekmek ister, ikinci bir defa ışığı yakarsın ve ayaklanırsın, o ve terin savaş halinde; akşamdan masaya bıraktığın kitabı alıp kaldığın yerden okuyorsun. Ancak sivrisinek okuduğun sayfaya konarak senin ve okuduğun sayfa arasında bir duvar çeker, kendi kendine mırıldandığın sözlere sevinirsin: Tuzağıma düşene kadar beklemeliyim. Hızla kitabı üstüne kapatırsın: Öldürdüm… Seni öldürdüm, diye haykırırsın!

Kitabı yavaşça açarak zaferini görmek istersin, ama ne sivrisinek ne de sözcüklerden bir harf bulursun, önünde bembeyaz bir sayfa!

Sivrisinekleri hangi adla çağıracağımı bilmiyorum, yanmadın, uçmadın bu bir kabus, büyük bir anlamsızlık. Sonuçta haşereler senin kanını seviyor yirmi mil uzakta olsan da. Akşamları kanın sebil değil tek nedenin korkundur:

Sanırım en iyi soyunun kanını değiştirmek olacak!

Mahmud Derviş
Kaynak: Kelebeklerin İzi – Günlükler

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz