Güneş bahçeden ışınlarını çektiğinde ve ay kirişli ışığını çiçeklerin üzerine yaydığında, ben ağaçların altına oturmuş, mavi bir halı üzerinde gümüş noktalar gibi parlayan dağınık yıldızlara, dallara bakarak atmosfer fenomenini incelerken uzaklardan çevik adımlarla vadiden gelen coşkun şarkıyı dinliyorum.
Kuşlar dalların arasına sığındığı ve çiçekler yapraklarını kapadığı zaman inen muazzam sessizliğe rağmen, otlar arasından yükselen ayak sesi hışırtısını duyuyorum.
Pür dikkat kesilince çardağıma yaklaşan bir çift gördüm. Görünmeden onları izleyebileceğim bir ağacın altına oturdular. İyice sağına soluna bakındıktan sonra genç adamın şöyle söylediğini duydum: Yanıma otur söylediklerime kulak ver. Gülümse, çünkü senin mutluluğun ikimizin mutluluğunun simgesi, neşelen, çünkü ışıldayan günler de bizimle seviniyor.
Ruhum kalbindeki şüpheden beni uyarıyor, çünkü aşkta şüphe günahtır.
Yakında bu geniş toprakların sahibi olacaksın, bu güzel ayla aydınlanacaksın; sarayımın sahibi olacak ve tüm hizmetkâr ve uşaklar emrine itaat edecekler.
Gülümse sevgilim, tıpkı babamın kasasındaki gülümseyen altınlar gibi. Kalbim senden sırrını gizlemeyi reddediyor. On iki aylık konfor ve seyahat bizi bekliyor. Bir yıl boyunca İsviçre’nin gölleri üzerinde babamın altınlarını harcayacak ve italya ve Mısır anıtlarını görecek, Lübnan’ın kutsal sedirleri altında dinleneceğiz; mücevher ve giysilerine gıpta edecek prenseslerle buluşacaksın. Bütün bunları senin için yapacağım; yaptıklarım seni memnun etmeye yetecek mi?
Kısa bir an onların yürüyerek, çiçeklerin üstüne zenginin yoksulun kalbine bastığı gibi bastığını gördüm. Onlar uzaklaşıp gözden kaybolunca, aşkla para arasında bir karşılaştırma ve kalpteki konumlarını analiz etmeye başladım.
PARA! Samimiyetsiz sevgi, sahte ışık ve servetin kaynağı, zehirli su çeşmesi; yaşlanmanın çaresizliği!
Ben hâlâ tefekkürün uçsuz bucaksız çölünde gezinirken, kimsesiz, hayalete benzeyen bir çift, genç bir adam ve yakınlardaki tarım barakalarını, bu serin ve yalnız yer için ardında bırakan genç bir kadın beni geçerek çimlere oturdular. Birkaç dakika süren derin sessizliğin ardından havadan etkilenen dudaklardan iç geçirerek dökülen şu sözleri duydum:
Gözyaşı dökme sevgilim; gözlerimizi açan, kalplerimizi kölelikten kurtaran Aşk bize sabrın nimetini verdi. Gecikmemizle teselli ol, biz yeminle Aşkın türbesine girmişiz, çünkü aşkımız sıkıntılarla büyüyecek ve biz sevgi adına yoksulluğun engelini, sefaletin keskinliğini ve ayrılığın yalnızlık acısını çekiyoruz.
Zafere ulaşıp, yaşam yolculuğunu tamamlamak adına her şeye yardımcı olacak gücü avuçlarının içine verene kadar bu zorluklara saldıracağım.
Aşk, yaratanın kendisi, iç çekişlerimizi, tapınağında tütsü gibi yanan gözyaşlarımızı dikkate alacak ve bizi metanetle ödüllendirecektir.
Hoşça kal Sevgili, bana cesaret veren ay kaybolmadan gitmeliyim. Aşkın tüketen alevi, çaresiz özlemin acısı, sabrın tatlı çözümüyle birleşmiş saf bir ses, hoşça kal sevgili, dedi. Ayrıldılar, beraberliklerinin ağıtı, ağlayan kalbimin ağıtında boğuldu. Doğanın durgunluğuna baktım, derin yansımasında geniş ve sonsuz bir gerçeği keşfettim. Ne gücün talep edip etkinlik kazandığı, ne de servetin satın alabildiği bir şey. Zamanın gözyaşları, hüznün bile etkileyemediği bir gerçek; İsviçre’nin mavi gölleri ve İtalyan’ın güzel yapıtlarında bile keşfedilemeyen bir şey. Bu sabırla güç toplayan, engellere rağmen büyüyen, kışın ısıtan, ilkbaharda çiçek açan, yaz esintisi ve son baharda meyve veren bir şey.
Ben Aşkı buldum!
Halil Cibran
Kahkaha ve Gözyaşı
(Bir Damla Göz Yaşı ve Bir Gülümseyiş)