“Vicdan, insanın kendi içindeki uyumun bilincidir”
Vicdanımızı dinleyebilmek için kendi kendimizi dinlemeye gücümüzün yetmesi gerekir. İnsanın kendi kendini dinlemesi çok güçtür. Çünkü bu sanat, modern insanda pek ender rastlanan bir yeteneği, kendi kendisiyle yalnız kalabilme yeteneğini gerektirir. Biz, gerçekte “Yalnız kalma” korkusuna kapılmış bulunuyoruz. En sudan ve giderek en iğrenç beraberlikleri, en anlamsız etkinlikleri bile, kendi kendimizle yalnız kalmaya yeğ tutuyoruz. Kendi kendimizle yüzyüze gelme olasılığından korkar gibiyiz. Tanımadığımz birisiyle karşılaşmaktan utanır gibiyiz.
Vicdanımızın sesinin savsaklanması belki belli bir suçluluk veya huzursuzluk bazan da yorgunluk ve kayıtsızlık tepkisiyle karşılanmaktadır. İnsan vicdanının sesinden kaçamaz ve uysalaştıramazsa fiziksel ve zihinsel hastalıklar ortaya çıkar.
İnsanın Kendine Dönüşü
Yaptığı kötü bir şeyden sözeden ve onu düşünüp duran kişi, içine gömüldüğü kötülüğü düşünüyor demektir. O, böyle bir durumda düşündüğü şeye tüm ruhuyla yakalanmıştır. Bu nedenle, hâlâ kötülüğün ta içindedir. Hiç kuşku yok ki o, ruhu kabalaşacağı ve yüreği gücünü yitireceği için ve ayrıca kendisini hüzünlü bir duygu yakalayacağından düzelemez.
Oysa ne yararı var? Pisliği öyle de karıştırsan böyle de karıştırsan o yine pisliktir. Günah işlemiş olmak ya da olmamak, bunun bize cennette ne yararı olacaktır? Bu konuyu düşünmeye ayırdığım süre içinde, cennetin coşkulu mutluluğu için inciler diziyor olabilirdim. İşte bu yüzden Kutsal Kitap der ki: ‘Kötülüğü bırak ve iyi şeyler yap!’Kötülükten tümüyle vazgeç. O yolda düşünüp durma; İyiyi eyle. Yanlış bir şey mi yaptın? Öyleyse onu iyi şeyler yaparak dengele.»
İnsanın «Ben, törelbilincime (vicdanıma) göre eylemde bulunacağım» demesinden daha gurur verici bir önerme yoktur. İnsanlar, bildikleri ve inandıkları şeyden vazgeçmeleri için kendilerine uygulanan her türden baskıya karşı, adalet, sevgi ve doğruluk ilkelerini tarih boyunca savunmuşlardır. Peygamberler kendi ülkelerini şiddetle suçlayıp yozlaşma ve adaletsizlik yüzünden çöküntüye uğrayacaklarını önceden haber verdiklerinde kendi törelbilinçlerine göre eylemde bulunmuşlardır. Sokrates, içinde doğrulukla uzlaşmaya vararak törelbilincini aldatacağı bir yol izlemektense ölümü yeğlemiştir. Törelbilinç olmasaydı, insan ırkı tehlikeli gidişi içinde, çok uzun bir süre önce batağa saplanmış olacaktı.
Sözünü ettiğimiz kişilerden başkaları da törelbilinçleri tarafından güdümlendiklerini öne sürmüşlerdir. Törelbilinci olan kişileri yakarak öldüren Engizisyon mahkemeleri üyeleri bunu kendi törelbilinçleri adına yaptıklarını dile getirmişlerdir. Açgözlü savaş yanlıları, güç tutkularını başka herşeyin üstünde tuttukları halde, törelbilinçleri adına eylemde bulunduklarını öne sürmüşlerdir. Gerçekte, ister başkalarına, ister insanın kendisine karşı olsun, her kötülük ya da kayıtsızlık edimi, törelbilincin buyruğu olarak ussallaştırılır ve böylece, yatıştırılma gereksinmesi içindeki törelbilincin gücünü gösterir.
Törelbilinç, çeşitli empirik dışlaşmaları içinde gerçekten şaşırtıcıdır. Törelbilincin bu çeşitli türleri, yalnızca içerikleri değişen özdeş şeyler midir? Yoksa onlar, «törelbilinç» adını ortak olarak kullanan değişik olaylar mı? Ya da bu olayı bir insansal güdülenim sorunu olarak empirik biçimde araştırdığımızda, törelbilincin varlığına ilişkin varsayım, kabul edilemeyecek bir varsayım mı oluyor?
Törelbilince ilişkin felsefi yazın bu sorulara zengin ipuçları getiriyor. Cicero ve Seneca törelbilinçten, eylemlerimizi ahlaksal niteliklerine göre suçlayan ve savunan içsel ses olarak sözetmişlerdir. Stoacı felsefe onu kendini-korumaya bağlamış ve törelbilinç Chry-sippus tarafından ‘insanın kendi içindeki uyumun bilinçliliği’ olarak betimlenmiştir. Törelbilinç, Skolastik felsefede ‘insanın içine Tanrı tarafından ekilmiş olan us yasası (lex rationus) olarak kabul edilmiş ve «synderesis»den ayırdedilmiştir. Bu ikincisi, yargılama ve doğruyu isteme alışkanlığı (ya da yetisi) olduğu halde, ilki genel ilkeyi özel eylemlere uygular. «Synderesis» terimi hernekadar artık modern düşünürler tarafından kullanılmıyorsa da «törelbilinç» terimi çok kez skolastik felsefenin «synderesis»le kastettiği anlamda, yani ahlaksal ilkelerin içsel bilinçliliği anlamında kullanılmaktadır. Bu bilinçliliğin duygusal öğesi, İngiliz düşünürleri tarafından vurgulanmıştır.
Örneğin, Shaftesbury insanda doğru ve yanlışın duyusu olan bir «ahlak duyusu»nun varlığını öne sürmüş; bu ahlak duyusunun insan anlığının evrensel düzenle uyum içinde olmasına dayanan duygusal bir tepki olduğunu söylemiştir. Butler, ahlak ilkelerinin insanın yapısının kişisel birer parçası olduklarını öne sürmüş; bu ahlak duyusunun insan anlığının evrensel düzenle uyum içinde olmasına dayanan duygusal bir tepki olduğunu söylemiştir. Butler, ahlak ilkelerinin insanın yapısının kişisel birer parçası olduklarını öne sürmüş ve törelbilinci özellikle iyiliksever eylem için duyulan doğuştan istekle özdeşleştirmiştir. Adam Smith’e göre törelbilincin özü, başkaları için duyduğumuz duygular ve onların yaptıklarımızı onaylama ya da onaylamamalarına gösterdiğimiz tepkidir. Kant, törel bilinci tüm özgül içeriklerden soyutlamış ve ödev duyusu ile özdeşleştirmiştir. Dinsel olan «kötü törelbilinci» çok acı bir şekilde eleştiren Nietzsche, gerçek törelbilincin kendini olumlamadan, «insanın kendisine evet deme» gücünden kaynaklandığını görmüştür. Max Scheler, törelbilincin ussal yargı gücünün anlatımı olduğuna inanmıştır. Ama Ona göre, bu yargı gücü düşünceler aracılığıyla değil, duygular aracılığıyla yargı verir.
Bütün bunlara karşın, önemli sorunlar, psikanalitik araştırma verilerinin biraz aydınlatabileceği sorunlar henüz ele alınmamış ve yanıtlanmamıştır.
Erich Fromm
Törelbilinç (Vicdan) İnsanın Kendine Dönüşü