Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı – Viladimir İliç Lenin

67

Sosyal Demokrat partilerin taktik kararlarının ya da programlarının çoğu gibi, Zimmerwald bildirgesi de “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nı ilan ediyor. Berner Tagwacht’ın[92] n° 252 ve 253’te Parabellum[93] “var olmayan bir kendi kaderini tayin hakkı için savaşım verme”yi “aldatıcı” diye niteledi, böyle bir savaşımın karşısına “proletaryanın kapitalizme karşı devrimci yığınsal savaşımı”nı, koydu. Bu arada, “biz toprak ilhakına karşıyız” diye güvence verdi (bu güvence Parabellum’un yazısında beş kez yineleniyor ) ve uluslara karşı zora başvurulmasına karşı olduklarını belirtti.
Parabellum’un, durumunu, desteklemek üzere öne sürdüğü savlar, bugün Alsace-Lorraine, Ermenistan, vb. gibi [sayfa 197] ulusal sorunların emperyalizmin sorunları olduğu, ulusal devletler çerçevesinin sermayeye dar geldiği, tarih saatini, modası geçmiş ulusal devletler idealine geri alma olanağı olmadığı savıyla ifade edilebilir.
Parabellum’uiı mantığı doğru mu, yanlış mı, onu görelim.

Herşeyden önce, “ulusal devlet ideali”nin işçi sınıfınca kabulüne karşı dururken İngiltere’yi, Fransa’yı, İtalya’yı, Almanya’yı, yani ulusal kurtuluş hareketini gerilerde bırakmış ülkeleri gözonünde tuttuğu ama ulusal hareketin, bugünün ve geleceğin sorunu olduğu Asya’yı, Afrika’yı ve sömürgeleri dikkate almadığı için ileriye değil, geriye bakan Parabellum’dur. Hindistan, Çin, İran ve Mısır’dan sözetmek yeter.
Bundan başka, emperyalizm demek, sermayenin, ulusal devletlerin genel çerçevesini aşması demektir; ulusal baskının yeni bir tarihsel temelde yükseltilip genişletilmesi demektir. Böylece bundan çıkacak sonuç, Parabellum’a karşın, sosyalizm için devrimci savaşımı, ulusal sorunda devrimci bir programla birleştirip ilişkilendirmemiz gerektiğidir.
Söylediklerine bakılırsa Parabellum, demokrasi cephesinde tutarlı devrimci bir programı, sosyalist devrim adına küçümseyerek reddetmektedir. Böyle yaparken yanılgı içindedir. Proletarya, demokrasi aracılığıyla, yani demokrasiyi tam uygulayarak ve savaşımının her adımını, en kararlı biçimde formüle edilmiş demokratik isteklerle ilişkilendirerek zafer kazanabilir, böyle yapmaksızın kazanamaz. Sosyalist devrimi ve kapitalizme karşı devrimci savaşımı, demokrasinin sorunlarından yalnızca biriyle, burada ulusal sorunla karşı karşıya koymak saçmadır. Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik isteklerle, yani cumhuriyet, halk ordusu (militia), resmi görevlilerin halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit hak verilmesi, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, vb. gibi isteklerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz. Kapitalizm varoldukça bu istekler -hepsi- yalnızca bir istisna olarak elde edilebilir. Üstelik tam olarak değil, çarpıtılmış olarak… Şimdiye dek başarılmış demokrasiye dayanarak ve bu demokrasinin kapitalizmde tam olamayacağını gözler önüne sererek, yığınların içinde bulunduğu yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün demokratik reformların tam ve her yönüyle [sayfa 198] gerçekleştirilmesinin gerekli temeli olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne elkonmasını istiyoruz. Bu reformların bir bölümü burjuvazinin devrilmesinden önce, bir bölümü burjuvazinin devrilmesi sırasında, bir bölümü de devrildikten sonra yapılacaktır. Toplumsal devrim tek bir çarpışmadan ibaret değildir, ama ekonomik ve demokratik reformun bütün sorunları üzerinde, ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle tamamlanan bir dizi çarpışmayı kapsayan bir dönemdir. Demokratik isteklerimizin herbirini, bu sona1 amaç için A’dan Z’ye kadar tutarlı devrimci bir yolda formüle etmeliyiz. Bazı ülkelerde, tek bir temel demokratik reform bile yapılmadan önce, işçilerin burjuvaziyi devirmelerinde akla-aykırı hiçbir yan yoktur. Ne var ki, tarihsel bir sınıf olarak proletaryanın, en tutarlı ve kararlı devrimci bir demokrasi ruhuyla eğitilerek hazırlanmadıkça burjuvaziyi yenebilmesi aklın alabileceği bir şey değildir.
Emperyalizm, bir avuç Büyük Devletin dünya uluslarına, giderek artan baskısı demektir; ulusların ezilişini yaygınlaştırmak ve sağlamlaştırmak üzere Büyük Devletler arasında patlak veren savaşlar dönemi demektir; ikiyüzlü sosyal-yurtsever bağnazların, yani “ulusların özgürlüğü” “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” ve “ata topraklarının savunulması” bahanesiyle dünya ulusları çoğunluğunun Büyük Devletler tarafından ezilmesini savunan bireylerin halk yığınlarını aldattığı dönem demektir.
Bu nedenledir ki, sosyal-demokrat programın odak noktasında, ulusların ezen ve ezilenler diye ayrılışı yer almalıdır. Emperyalizmin özü buradadır. Sosyal-şovenistler ve Kautsky bu noktayı sahtekarca atlamışlardır. Burjuva barışçılığı ya da kapitalizm çerçevesinde bağımsız uluslar arasında barışçıl yarış yollu bilisizin bilisizi ütopya açısından, ulusların bu tür bölünüşü önem taşımaz, ancak emperyalizme karşı devrimci savaşım açısından bu bölünme çok önemli, çok anlamlıdır. A’dan Z’ye demokratik ve devrimci olan ve sosyalizm için ilk ağızdaki savaşımın genel amacına uygun düşen “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” tanımının da, bu bölünmenin sonucu olması gerekir. İşte bu hak nedeniyle ve bu hakkın içtenlikle tanınması savaşımında, ezen ülkelerin sosyal-demokratları, ezilen ulusların ayrılma hakkına sahip olması gerektiğini bir istek olarak öne sürmelidirler. Böyle [sayfa 199] yapmazlarsa, ulusların eşit haklara sahip olduklarının ve enternasyonal işçi sınıfı dayanışmasının kabulü, gerçekte boş bir laf cambazlığından ve ikiyüzlülükten başka bir şey olmayacaktır. Öte yandan, ezilen ulusların sosyal- demokratları, ezen ve ezilen uluslar işçilerinin birliğine ve kaynaşmasına büyük önem vermelidirler. Böyle yapmazlarsa, her zaman halkın çıkarlarına ve demokrasinin isterlerine ihanet eden ve kendi sırası geldiğinde, toprak ilhakına ve başka ulusları ezmeye, her zaman hazır olan kendi ulusal burjuvazilerinin istemeye istemeye dostu haline geleceklerdir.
Geçen yüzyılın altmışlarında ulusal sorunun ortaya konuş biçimi, ders niteliğinde bir örnek olabilir. Herhangi bir biçimde sınıf savaşımı ve sosyalist devrim düşüncesine kafaları yabancı olan küçük-burjuva demokratlar, kendilerine bir ütopya çizmişlerdi. Buna göre kapitalizm çerçevesinde özgür ve eşit olan uluslar barış içinde yarışacaklardı. Toplumsal devrimin ilk ağızdaki amaçlarını gözden geçiren prudoncular, ulusal sorunu ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tümden “reddettiler”. Marx, Fransız prudonculuğunu alaya aldı ve Fransız şovenizmiyle arasındaki ilintiyi ortaya koydu. (“Fransa’daki beyefendiler ‘yoksul1uğu’ ortadan kaldırıncaya dek tüm Avrupa sesini çıkarmadan, yanpala gelip yatmalıdır ve yatacaktır… Ulusal toplulukları yadsıyarak [bu beyefendiler -ç.] farkına varmadan, model Fransız ulusu tarafından yutulduklarını anlamış görünüyorlar.”) Marx, “her ne kadar, ayrılıktan sonra federasyon olabilirse de”, İrlanda’nın Britanya’dan ayrılmasını savunuyordu. Bunu küçük-burjuvazinin barışçıl kapitalizm ütopyası açısından ya da “İrlanda için adalet”[94] düşüncesiyle istiyor değildi; ezen ulusun, yani Britanya proletaryasının kapitalizme karşı devrimci savaşımının gerekleri açısından istiyordu. Bu ulusun özgürlüğü, başka bir ulusu ezmesiyle kısıtlanmış, kötürüm olmuştu. Eğer İrlanda’nın ayrılma hakkını savunmazsa, Britanya proletaryasının enternasyonalizmi, ikiyüzlü bir sözden başka bir şey olmazdı. Hiçbir zaman küçük devletler kurulmasından, ya da genel olarak devletlerin bölünmesinden veya federasyon ilkesinden yana çıkmayan Marx, ezilen bir ulusun ayrılmasını, federasyon yönünde bir adım, dolayısıyla da ayrılma doğrultusunda değil, siyasal ve [sayfa 200] ekonomik toplaşma yolunda, ama demokrasi temelinde bir toplaşma olarak görmüştü. Parabellum’un gözünde, Marx, İrlanda için ayrılma hakkını savunurken belki de “aldatıcı bir savaş” veriyordu. Ne var ki, gerçekte yalnızca bu istek tutarlı devrimci bir program ortaya koymaktaydı; yalnızca bu istek enternasyonalizmle uyuşum halindeydi; yalnızca bu istek emperyalist olmayan bir doğrultuda toplanılmasını savunuyordu.
Günümüz emperyalizmi öyle bir durum yarattı ki, ulusların Büyük Devlet tarafından ezilmesi genelleşti. Ulusların ezilişini yoğunlaştırmak amacıyla emperyalist bir savaşa girişen dünya uluslarının çoğunu ve yeryüzü nüfusunun büyük kesimini ezen egemen ulusların sosyal-şovenizmine karşı savaşım verilmesi görüşü, bu nedenle, sosyal-demokrasinin u1usal soruna ilişkin programında kesin, bellibaşlı ve temel nokta olmalıdır.
Sosyal-demokratik düşüncenin bu konuda bugünkü eğilimlerine şöyle bir gözatalım. Kapitalizm çerçevesinde uluslar arasında eşitlik ve barış düşü gören küçük-burjuva ütopyacıların yerini sosyal-emperyalistler aldı. Küçük-burjuva ütopyacılarla savaşan Parabellum, yel değirmenlerine saldırıyor, böylece farkında olmaksızın sosyal-emperyalistlerin ekmeğine yağ sürüyor. Sosyal-şovenistlerin ulusal sorun konusundaki programı nedir?
Sosyal-şovenistler, ya Parabellum (Cunow, Parvus, Rus oportünistler Semkovski, Liebman ve ötekiler) tarafından öne sürülenlere benzer savları kullanarak kendi kaderini tayin hakkını tümden yadsıyorlar, ya da bu hakkı ikiyüzlülüğü apaçık ortada olan bir biçimde kabul ediyorlar; örneğin bu hakkı, kendi uluslarının ya da askeri bakımdan dost oldukları ulusların sömürdüğü uluslara uygulamıyorlar (Plehanov, Hyndman, bütün Fransız yanlısı yurtsever bağnazlar, sonra Scheidemann, vb., vb.). Sosyal-şovenist yalanın en akla yatkın görüneni, bu nedenle de proletarya için en tehlikeli olanı, Kautsky’nin bu formülü. Söze gelince Kautsky, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından yana; söze gelince, “die Selbständigkeit der Nationen allseitig [!] und rückhaltlos [?] achtet und fordert”[*] (Die Neue Zeit, ° 33, II, s. 241, [sayfa 201] 21 Mayıs 1915) bir sosyal-demokrat partiden yana. Ne var ki iş uygulamaya gelince Kautsky, ulusal programı günün sosyal-şovenizmine uyarlamış, çarpıtmış ve kızağa çekmiştir; ezen uluslar sosyalistlerine düşen görevlerin ne olduğuna ilişkin kesin bir tanımlama yapmamaktadır; her ulus için “devlet bağımsızlığı” istemenin (Staatliche selbstandigkeit) “çok fazla” (“zu viel”, Die Neue Zeit, n° 33, II, s. 77, 16 Nisan 1915) şey istemek olacağını söylerken de demokratik ilkenin kendisini açıkça bozmaktadır. Eğer hoşunuza giderse, “ulusal özerklik” yeter de artar bile! Kautsky, temel sorundan, emperyalist burjuvazinin tartışılmasına izin vermeyeceği temel sorundan yani, ulusların ezilmesi üzerine temellendirilmiş devlet sınırları sorunundan kaçınıyor; burjuvaziyi hoşnut edebilmek için en temel olan şeyi programdan atıyor. Proletarya yasallığın çerçevesi içinde kaldığı ve devlet sınırları sorununda burjuvaziye “sessizce” baş eğdiği sürece, burjuvazi her türlü “ulusal eşitlik” ve dilerseniz “ulusal özerklik” sözü vermeye hazırdır. Kautsky sosyal-demokrasinin ulusal programım devrimci bir biçimde değil, reformcu bir anlayışla düzenlemiştir.
Parabellum’un ulusal programını, ya da daha doğrusu, onun “biz toprak ilhaklarına karşıyız” yollu güvencelerini, Parteivorstand,[**] Kautsky, Plehanov ve hempası yürekten destekliyor. Çünkü, o program, egemen durumda olan sosyal-yurtsever bağnazları gözler önüne sermemektedir. Bu programı burjuva barış yanlıları da onaylayabilir. Parabellum’un görkemli genel programı (“kapitalizme karşı devrimci bir yığın savaşımı”), o programla uyuşumlu olarak ve o ruh çerçevesinde, eğilip-bükülmeyen ve aynı ölçüde devrimci bir ulusal sorun programı hazırlamasına yaramıyor, ama -altmışlarda prudoncuların yaptığı gibi- meydanı sosyal- yurtsever bağnazlara bırakmasına yolaçıyor. Bugünkü emperyalist çağda dünyadaki sosyalistlerin çoğu, başka ulusları ezen ve bu durumu geliştirmek için çaba gösteren ulusların üyesidir. Bu nedenledir ki, gerek barış, gerek savaş zamanında, ezilen ulusların ayrılma özgürlüğünden yana propaganda yapmayan bir sosyalistin, gerçekte sosyalist ya da enternasyonalist olmadığını, yalnızca şovenist olduğunu ilan [sayfa 202] etmediğimiz sürece, “toprak ilhaklarına karşı savaşımımız” anlamsız kalacak ve sosyal-yurtsever bağnazları hiç ürkütmeyecektir. Hükümet yasaklarına karşı meydan okuyarak, yani özgür, yani yasadışı basında böyle bir propaganda yapmaya yanaşmayan ezen ülke sosyalisti, uluslar için eşit hakların ikiyüzlü savunucusundan başka bir şey değildir.
Parabellum, henüz burjuva-demokratik devrimini tamlamamış olan Rusya hakkında yalnızca bir tümce söylüyor:
“Selbst das wirtschaftlich sehr zurückgebliebene Russland hat in der Haltung der Polnischen, Lettischen, Arme- nicshen Bourgeoisie gezeigt, dass nicht nur die militärische Bewachung es ist, die die Völker in diesem ‘Zuchthaus der Völker’ zusammenhält, sondern Bedü1fnisse der kapitalistischen Expansion, für die das ungeheure Territorium ein glänzender Boden der Entwicklung ist.”[***]
Bu, “sosyal-demokratik bir görüş” değil liberal-burjuva görüşüdür; enternasyonalist değil, Büyük-Rus şovenist görüşüdür. Alman sosyal-yurtsever bağnazlarıyla böylesine savaşan Parabellum’un, Rus şovenizmi hakkında pek az bilgisi olduğu anlaşılıyor. Parabellum’un sözlerinin sosyal-demokrat bir yargıya çevrilebilmesi ve ondan sosyal- demokrat sonuçlar çıkarılabilmesi için, değiştirilip şu biçime sokulması gerekir:
Rusya, halkların hapishanesidir. Bu, yalnızca çarlığın askeri-feodal niteliğinden ötürü, yalnızca Büyük-Rus burjuvazisi çarlığı desteklediği için değil, ama Polonya burjuvazisi ve benzeri burjuvaziler, kapitalist gelişme uğruna, ulusların özgürlüğünü ve genel olarak demokrasinin gereklerini kurban ettikleri için de böyledir. Rus proletaryası, çarlığın ezdiği bütün uluslar için Rusya’dan tam ve “rückhaltlos”[****] ayrılma özgürlüğünü derhal ileri sürmeksizin halkın önünde utkun bir demokratik devrime (ki bu onun ilk ağızdaki görevidir) doğru yürüyemez, ya da sosyalist bir devrim için [sayfa 203) kardeşlerinin, Avrupa proleterlerinin yanında çarpışamaz. Bunu, sosyalizm için devrimci savaşımımızdan ayrı bir şey olarak istiyor değiliz; eğer bu savaşım, ulusal sorun dahil, demokrasinin bütün sorunlarına devrimci bir yaklaşımla ilişkilendirilmezse boş bir sözden öteye gitmeyeceği için istiyoruz. Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü istiyoruz. Bunu, ülkeyi ekonomik bakımdan bölmeyi, ya da küçük devletler idealini düşlediğimiz için değil, tam tersine, yalnızca gerçekten demokratik, gerçekten enternasyonalist bir temel üzerinde, geniş büyük devletten ve ulusların yakın birliği, hatta kaynaşmasından yana olduğumuz için istiyoruz. Ancak ayrılma özgürlüğü olmaksızın böyle bir temel düşünülemez. Nasıl ki, Marx 1869’da, İrlanda’nın ayrılmasını, İrlanda’yla Britanya, arasında bir bölünme olsun diye değil, ama onun ardından gelecek özgür bir birlik için istediyse, “İrlanda için adalet”i sağlamak üzere değil, ama Britanya proletaryasının devrimci savaşı için istediyse, biz de aynı biçimde, Rus sosyalistlerinin, ulusların kendi kaderlerini tayin özgürlüğünü istemeyi reddetmelerini, yukarıda belirttiğimiz anlamda, demokrasiye, enternasyonalizme ve sosyalizme doğrudan doğruya ihanet sayıyoruz. [sayfa 204]

İmza: N. Lenin.
16 (29) Ekim 1915 tarihinden önce olmamak üzere Almanca yazıldı. İlk kez 1927’de Lenin Miscellany VI’da yayınlandı.

Collected Works, vol. 21, s. 407-414.

Dipnotlar

[*] “Ulusların eşitliğini, kapsamlı olarak ve duraksamaksızın isteyen ve buna saygı duyan”.-ç.
[**] Alman Sosyal-Demokrat Partisi Yönetim Kurulu. -ç.
[***] “İktisadi bakımdan çok geri olan Rusya bile, Polonya, Letonya ve Ermenistan burjuvazisinin takındığı tutumla göstermiştir ki, halkları, bu ‘halk hapishanesi’nde tutan şey yalnızca askeri koruma değil, ama kapitalist genişleme gereğidir. Böyle bir gelişme için geniş toprak, şahane bir ortamdır.” -ç.
[****] Çekinmeden, açıkça. -ç.
Açıklayıcı Notlar

[92] Berner Tagwacht. – İsviçre Sosyal-Demokrat Partinin gazetesi. -197.
[93] Parabellum. – K. Radek. -197.
[94] Marks’ın Engels’e yazdığı 7 ve 20 Haziran 1866 tarihli mektuplarla 2 Kasım 1867 tarihli mektubuna bakınız. -200.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz