Değerli Suriyeli okurlarım,
Bizim büyük halk şairimiz Karacaoğlan bir şiirinde şöyle der:
«Karacaoğlan sözün haktır. Düşmanın dostundan çoktur!»
Dost, düşman sayısı bakımından Karacaoğlan’a benziyorum. Benim de düşmanlarım dostlarımdan çoktur. Oysa ben düşmanlarıma bile düşman olmak istemem. Öyleyse neden düşmanlarım çok? Çünkü, bir yazar olarak yazılarımı, okurlarımın hoşuna gitsin, okurlarım ille de beğensinler diye yazmam. Doğruluğuna inandığımı doğruca yazmaya çalışırım. Elbet yanlışım da, yanıldığım da olur, ama bile bile doğruyu değiştirmem, saptırmam.
Arap dilinde ilk kez çıkacak kitabıma önsöz yazarken, Arap okurlarımla içtenlikle söyleşmek istedim. Bu önsözümde de, hoşunuza gitmeye değil, doğru bildiklerimi dile getirmeye çalışacağım.
Bir kültür işçisi olan namuslu yazarın görevi, yapıtlarıyla halkları birbirlerine daha yakından tanıtarak, halklar arasında dostluk bağlarının kurulmasına çalışmak, böylece barışa hizmet etmektir. Barışı önce en yakınlarımız, komşularımız arasında kurmaya çalışmalıyız.
Türkiye ile Suriye komşudurlar. Ama biz Türkler Suriyelileri ne kerte tanıyoruz, Suriyeliler Türkleri ne kerte tanıyor? Buna olumlu yanıt verebilir miyiz? Hayır.
Komşu değil miyiz? Bir zamanlar aynı tarihi paylaşmadık mı? Ortaklaşa, kültürümüz yok muydu? Halklarımızın birbirlerini tanımaları, tanıyıp sevmeleri için ne yaptık?
Bu güne dek Arap ülkelerinden Mısır ve Irak’a gittim. Mısır ve Irak gezilerimdeki izlenimlerimi önce bir gazetede yazdım, sonra da bunları bir kitapta topladım. Bu kitabımı Mısır ve Irak yöneticileri beğenmediler. Onlar beğensin diye yazmamıştım ki. .. O kitabımı, halklarımız birbirlerini tanıyıp sevsin diye yazmıştım; çünkü, ancak birbirlerini yakından ve iyi tanıyanlar arasında gerçek sevgi kurulabilir.
Hükümetler arasındaki resmi ilişkiden söz etmek istemiyorum. O, benim işim değil. Resmi ilişkilerin de dostça olmasını dilerim elbet, ama resmi ilişkiler, ne yazık ki, karşılıklı çıkarlara dayandığı için gelip geçicidir; bugün var, yarın yoktur. Halklar, arasındaki sevgiyse, gönülden ve yürekten olduğu için gel-geç değil, süreklidir. Halklar arasındaki barış, yani gerçek barış da sürekli gönülden dostluklarla kurulabilir.
Anlatmak istediğim doğruyu açıkça söylememe izin veriniz. Türkler ve Araplar arasında, ne yazık ki, sevgisizlik yaratıldığını ve bunu yapay olarak yaratanın da emperyalizm olduğunu artık bilmeliyiz ki, halklarımız arasında yeniden sevgi bağını kurabilelim.
Mısır ve Irak’taki gezilerim sırasında gördüm ki — açıkça söylemeliyim — İngiliz emperyalizmi, Mısır ve Irak halklarını kendisinin sömürdüğünü örtbas edebilmek, örtüp gizlemek, gözlerden kaçırmak için, düşmanlık hedefini, daha önceki yani geçmiş dönemin emperyalizmine, daha doğrusu Türklere çevirmesini becermiştir. İngilizler sömürgen olarak ordularıyla bulundukları ülkede, sanki kendileri emperyalist değillermiş de dostmuşlar gibi, sürekli olarak geçmiş dönemin ‘Osmanlı emperyalizmini işleyerek, halkı Türker’i sevmemeye, tarihsel ve kültürel bağları koparmaya çalışmışlar ve bunu, ne yazık ki, başarmışlardır. Amaçları Arap halkını uyutmak, İngiliz emperyalizmini gözlerden kaçırmaktı.
Suriye’de de Fransız emperyalizminin aynı şeyi yaptığını sanırım. Emperyalizm kendisinin doğurup beslediği bu sevgisizliği Irak’ta, Mısır’da, Suriye’de sürekli olarak kışkırtarak Arap ülkelerinde kendi rahat sömürü ortamını, olanağını ve koşulunu hazırlamıştır. Böylece komşu halklar birbirlerini sevmezliğe itilmiştir.
İşgal ordularıyla sömürülen ülke, Arap ülkeleri.
İşgal ordularıyla sömüren, İngiliz ve Fransız emperyalizmi.
Ama düşman olunan eski emperyalist.
HİÇ KUŞKUSUZ ARAP ÜLKELERİNDE BİR OSMANLI EMPERYALİZMİ VARDI
Ama kendimizi aldatıp avutmak için değil de, bilimsel olarak incelersek, Osmanlı emperyalizmi, endüstri devriminin yarattığı kapitalizmin şişerek sömürme amacıyla başka ülkelere taşması demek olan modern emperyalizm değildi. Ve Osmanlı emperyalizminin, Arap halklarına verdiği zarardan pek daha çoğunu Anadolu insanına, Türk halkına vermiş olduğu da ortada bir gerçektir. Böyle olmamış olsaydı, tarihin en uzun imparatorluğunu sürmüş olan — beş yüz yıl — Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan Türkiye bugün bu kerte yoksul olur muydu, hala azgelişmiş — yada gelişmekte olan — bir ülke sayılır mıydı?
Her tarihin hem güzel ve tatlı, hem de kötü ve acı sayfaları vardır. Bunları bilmek ve unutmamak gerekir. Ama bizler barış istiyorsak, halkların dostluğunu istiyorsak — ki görevimiz budur — tarihin kötü ve acı sayfalarını değil, güzel ve iyi sayfalarını günışığına çıkarmalıyız.
Hem Türk halkı, hem Arap halkı modern emperyalizmin oyununa gelmişler, çok acı çekmişlerdir. Çok geç kalmış olsak bile, artık bu oyunun içyüzünü anlayarak, ortaklaşa tarihimizin, coğrafyamızın ve kültürümüzün gereği olan iyi komşuluk, dostluk ve kardeşlik bağlarını — resmi olanının dışında — kurmalı ve güçlendirmeliyiz.
Çok sevgili Suriyeli okurlarım! Bir Türk yazarı, bir kültür emekçisi olarak benim yapmak istediğim işte budur. Halklarımızın karşılıklı olarak birbirlerini edebiyat aracılığıyla yakından tanıyıp sevmelerine bu kitabım küçük! bir hizmette bulunursa gerçekten mutlu olacağım.
Nesin Vakfı 23 Ekim 1981
Ah Biz Ödlek Aydınlar – Aziz Nesin