ASLI ERDOĞAN: KENDİNİ SEVMEYİ ÖĞREN BAŞKA KİMSE SENİ SEVMEYECEK!

İnsan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyor

Kuzey akıntılarının tropik sulara fırlattığı, Rio’nun ağlarına yakalanmış yabancıları düşündü – ki bu kent, kucağına düşen her avı yutmuş, kolayca öğütmüştü. Belleğine kazınmış, göç menliğin bütün hüznünü yankılayan Avrupalı adlar: Ronaldo, Mara, Lothar, Katja… Özgür’ün romanında kaptıkları irili ufaklı rollerden habersiz, serin iklimlerde yaralarını sarıyorlardı.

Rio’da geçirmek zorunda olduğu günleri, bir hükümlü gibi takvimine işaretleyen dramaturg Ronaldo… Sıkı bir Budist ve ger çek bir aseksüel olduğu, asla partilere gitmediği, içkiden, dans tan, gürültüden tiksindiği için, Rio’nun tiyatro çevrelerinde zır deli sayılırdı. Daha ikinci ayını çıkaramadan, tütsülerle dolu eşyasız evine kapanmış, sağaltımı meditasyonda aramıştı. “Yeryüzünde yüzeysellik salgın halde ama bu kentte bir din olmuş,” derdi. Hemen hemen aynı sonuca, tıpatıp aynı umutsuzlukla Mara da varmıştı: “Şu koca dünyada nereye ayak bastıysam, karşıma hep yüzeysellik çıktı, ama burada bir sanata dönüşmüş.”
Antropologdu Mara; Orta Amerika’da beş yıl dolaşmış, Nikara gua’da savaşmış, balta girmemiş ormanlarda yabanıl kabilelerle yaşamıştı. Bu çelik iradeli, ödünsüz, sert kadını, burnundan kıl aldırmayan akademisyeni bile yere sermişti Rio. İntiharıneşiği ne geldiği bir aşk serüveninden sonra, “Brezilya’daki Varoşlu Melez Kadının Kendi Bedeniyle ilişkisi” gibisinden bir başlığı olan çalışmasını yarıda kesmiş, kendi değerlerinden bütünüyle kuşkuya düşmüş bir durumda, apar tapar, sisli puslu Londra’sına dönmüştü. Zavallı Mara! Tezlerden, çözümlemelerden, kurumlardan çok daha gerçek, acımasızca gerçek bedenin arenasında boylu boyunca yere serilmişti. Bir başka Nikaragua savaşçısı, eski tüfek Lothar, Rio öncesi dönemini “Masumiyet Çağı” olarak adlandırırdı. Cinsellik rüzgârlarıyla patlayacak denli şişmişti egosu. Her aşk gecesinin ardından, “Bu kent, insanda irade diye bir şey bırakmıyor!” diye memnun mesut söylenirdi.

İyi niyetli kasaba güzeli Katja, evli bir adam tarafından baştan çıkarıldıktan sonra hayatının ilk ciddi depresyonunu geçirmiş, sırra kadem basmıştı. “Yalnızca kendini düşün,” demişti, o zamanlar pek acemi, pek saf Özgür’e. “Bu kent, yabancı bir kadın için ölümcüldür. Kendini sevmeyi öğren çünkü başka kimse seni sevmeyecek.” Hiçbir şeyin para etmediği, asla paylaşılamayan yalnızlıklarına kısa bir mala vermek için birbirlerine sarılmış, duygudaşlığın avuntusuna sığınmışlardı. ( Bu da aşktan, özellikle de Rio’da bulunabilen tek tür aşktan çok daha güçlü bir ağrı kesiciydi, çünkü asla gurur kırıcı değildi.) Cana yakın, cilveli, mezhebi geniş kente uyum sağlayabilmek için çırpınmışlar; konserlere, danslara, politik gösterilere, favela’lara, hepsinden çok da aşk vaatlerine koşturup durmuşlardı. İnsan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyordu.

Telefon çaldı. Silah seslerine benzer bir tepki gösterip sıçradı Özgür ama herhangi bir eyleme de girişmedi. Yalnızlığı arttıkça dış dünyadan soyutlanışı da artmıştı; ilgi arsızı aygıtın her çığlığında yerinden fırlamaktan çoktan vazgeçmişti. Üstelik, Prof. Botelho’nun eşi bulunmaz cimriliği sonucu, tek bir hattı beş ayrı kiracıyla ve onların sevgilileri, kardeşleri, kuzenleri, hizmetçileri vb. ile paylaşmak zorundaydı. Titreyip duran, kurbağa vıraklamasına benzer sesler çıkaran, en az yirmi yıllık, belki de Brezilya’daki ilk modellerden biri olan atmaca bakıyor, soğukkanlılıkla olasılık hesapları yapıyordu. Annesi onu yalnızca pazarları, havai fişekler gününde arardı. İki yıl önce, hiç aksamadan her hafta gelen telefonlar giderek seyrekleşmiş, gözü yaşlı özlem konuşmaları kendi karikatürlerine dönüşmüştü. Haftanın en sıkıcı gecesinde listesini tüketmiş, şansını bir de soğuk revani Türk kadınıyla deneyen, on beş ile elli beş yaşları arasındaki sayısız erkekten biri de olabilirdi. Akşam yemeği, domingueira -pazar dansı-, festa, bar, “um choppinho” -bir biracık- ya da motel çağrılarından kusma noktasına gelmişti. En kötü olasılık ise “geciken kira konusunu tartışmaya açmak” isteyen ev sahibi ya da Lizboa’ydı. Bu Copacabana’lı, tuzu kuru avukatla, yaklaşık bir buçuk yıl önce, Portekizce’yi kafasını gözünü yararak konuştuğu günlerde, yanlış düşen bir numara sonucu tanışmıştı.

Nedense adam aklını takınıştı Özgür’e. Her pazar arıyor, bir saati bulan monologlarında, işyerindeki makul başarılarını, yatak odası serüvenlerini, körpe sevgililerini anlatıp duruyordu. Doğum günü partisine kırk dokuz kişinin katıldığı ya da son üç haftada beş ayrı kadınla yattığı gibi ayrıntıları tam bir sonradan görme zevksizliğiyle vurgulayarak. Bunların yalan olmadığını bilecek kadar tanıyordu artık Carioca’ları. Yalnızca yüzünü hiç görmediği bir kadına açılabilen yaşını başını almış çapkının, sayıların ardına gizlenmiş, kuru kalabalıkta ve saat başına tutulan matellerde unutulmaya çalışılan yalnızlığını çok iyi anlıyordu.

Aslı Erdoğan
Kırmızı Pelerinli Kent

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz