Artı Kapital; Değerin ve Rantın Doğası – Suat Kamil Aksoy

217

Burada iktisadın felsefesi konuşuluyor ama öylesine konuşulmuyor. Önemli bazı başlıklar hakkında ulaşılmış olan kimi gerçekler ilk ifadelerini burada buluyorlar. Doğal ki siyasal ve tarihsel uzanımlar var. Fark edemediğimiz ama hayatımızı derinden etkileyen ve etkilemeye devam eden olgular büyük oranda aydınlatılıyor. Gündelik yaşamın rutinleri içerisinde sıradanlık perdesinin ardında gizlenen ve belki de yeni bir çağı başlatacak önemli gerçekler gözler önüne serilirken, başka ve kıymetli olabilecek bir şeyler de kitabın satırları arasında saklanmış bulunuyor. Bir teknik ve temel analiz yöntemi sunulmuyor elbette ama anlatılanları gerçekten anlayıp gereğini yapanlar emeklerinin karşılığını mutlaka alacaktır. Ortaya atılan tezlerin kabullenilmesi hatta tam olarak anlaşılması pek kolay olmasa da zorluğun bir kez aşılması halinde, kavuşulacak zenginlik her anlamda büyük olacaktır. Zenginliğin felsefesine pek ilgi duymayanlar için alternatif olarak felsefenin zenginliğiyle karşılaşma imkânı da ilgi görebilir. İnsanın üretimden elini çekeceği, robotlar eliyle yeni bir sanayi devrimine doğru gidildiği konuşulurken beklentilere uymayan gelişmeler karşısında şaşırmamak için iktisadın felsefesi yol gösterici olacaktır.*

…Değer, göğsünde ne olduğunu anlatan bir yafta ile ortalıkta dolaşmaz. Aslında her ürünü, toplumsal bir hiyeroglif yazısına çeviren, daha çok değerdir. Kendi ürünlerimizin ardında yatan sırrı aydınlatmak için daha sonra, biz bu hiyeroglifi çözmeye çalışırız…
Karl Marx

Önsöz

Zenginlik hakkında, geçmişte olduğu gibi bundan böyle de çok söz söylenecek. Zenginliğin doğası ve nedenleri üzerinde düşünmek, Adam Smith’le başlamıyor elbette. Ama bu konu açıldığında insanlık hep onun adını anmak zorunda kalacak. İktisat buz gibi bir konu olmasına karşın, Smith, kitabına da yansıdığı kadarıyla sevimli, sıcak, çocuksu ve saf. Hele Marx’ın da açığa çıkardığı üzere, içine düştüğü kavram karmaşalarında kayboluşuyla hinoğlu hin birisi de değil. Yani kitabı onun karanlık amaçlara sahip olmadığını da ele veriyor. Şimdi ben aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, aynı konuda bir şeyler yazıyorum. Sanki bugüne kadar yazılanlar yetmemiş gibi. Ama ne yapayım? Konunun kapanmadığını çok yakıcı olarak hissediyorum. Doğal ki içimde bazı eleştiriler barındırıyorum. Eleştirmenin hoş olmayan bir yanı var. Ben aslında Marx’ı eleştirmek istiyor da değilim. İnsan bir şeyler söyleyecekse doğrudan söylese olmaz mı? Galiba böylesi daha güzel olurdu. Ne var ki mecburum. Ben, Marx gibi bir doğa yasası keşfetmiş değilim. Zaten keşfettiğim şey bu yüzden gelip geçici bir şey. Değer belirlenimini ya da değer yasasını da diyebiliriz, herkesin, ama özellikle de Marksistlerin yanlış kavradığını fark etmek ne derece bir keşif sayılabilir? Değer yasasının keşfini Marx’a ait sayıyorum. Marx’ın izleyicilerinin Marx’ı yanlış anlıyor olmaları ve Marksizmin dışında kalanların Marx’la kendi aralarına mesafe koyuyor olmaları, bugün benim böyle bir kitapla ortaya çıkmama imkân sağlamış oluyor. Marx’ın kendi keşfinin kendi taraftarları tarafından anlaşılamama olasılığına pek prim vermediğini sanıyorum. Ama bu kitapta da birkaç defa alıntılanacak olan Kugelman’a mektup, bence, Marx’ın en azından bir kez, bu yüzden öfkelenmiş olduğunu gösteriyor. Ben Marksistlerin iktisadın en önemli kavramını yanlış anladıklarını iddia etmekten geri duramazdım. Bu bir yandan hoş bir keşifti. Fakat en başta ve aynı zamanda bir sosyalist olarak bu keşfin siyasal uzanımları olmayacağından da neredeyse emindim. İşsizlik, yoksulluk, açlık gibi toplumsal kötülüklerin bir hal yolu olarak sosyalizm, benim için hem baba yadigârı hem de hiç kuşku duymadığım, neredeyse kırk yıllık inancımdı. Zaten değer belirlenimini sosyalizmin temel dayanaklarından birisi olarak görüyordum. Somut sosyalizmlerin kusurlarını işin esası saymadığım için hiçbir zaman önemsemedim. Halen insanlığın, kapitalizmin yarattığı kaos, istikrarsızlık ve çelişkilere mahkûm olduğu fikrini kabul etmiyorum. Ancak örneğin Kübadaki gibi bazı bakımlardan sevimli bile olsa sosyalizmin insanlığın geleceğine ilişkin bir şey olmadığı sonucuna varmış bulunuyorum. Böyle büyükçe aileler kurulmuş olsa, hatta bunlar gerçekten çok ideal, ahlaklı ve mutlu olsalar bile bu tür saadetlerin kapitalizm karşısında tutunma şanslarının olmadığı sonucuna varmış bulunmaktayım. Elbette sosyalizm girişimlerinin pek hoş olmayan örneklemeleri de olabilir ve zaten oldular da. Anlayacağınız yaşım epeyce ilerlemişken dinden çıkmış gibi oldum. Yeni bir inanç edinmedim ve edinmeye gerek olmadığını da düşünüyorum. Elbette tüm bunlar gelecek hakkında hiç sözüm olmayacağı anlamına gelmiyor.

blankEvrensel nitelikteki bir konuyu analiz etmiş olan Marx’ın yanlış anlaşıldığı iddiasıyla ortaya çıkıyorum. Böylesi bir keşfin aradan bir asır geçmesine rağmen gizli saklı kalmış olması kolay rastlanabilecek bir şey değildir. Kimi makineler vardır, bir zamanlar icat edilmiş ve ilgi görmediği için unutulmuştur. Hayati bir ihtiyaç haline gelmeyen şeyler insan aklı tarafından dikkate alınmıyorlar. O halde benim de aynı biçimde dikkate alınmama ve anlaşılamama olasılığım var demektir. Burada karşılıklı konuşamayacağımız için ayrıca ek açıklama yapma imkânım olmayacak. Kaçınılmaz tekrarların dışında, anlaşılabilmek adına sözüm uzayabilir. Ben yine de sözün tekrar ve anlatma çabasıyla değil sadece içerikle uzamasından yanayım.

Herkes şu ya da bu siyasal angajman içerisinde bulunabilir. Siyasal angajmanın rahatlatıcı bir yanı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu rahatlığın hiç de iyi bir şeyden kaynaklanmadığını söylemeliyim. Gerçeği bir başınıza arayıp bulmanız zor ya da imkânsızdır. Güçlük mutlaka karşınıza dikilir ve bu güçlüğü yenmek için emek harcamanız gerekir. Ölçüsünü bilemeyeceğiniz bir zamana ihtiyacınız vardır. Zamanınız ise dardır. Angajmanın getirdiği rahatlık, işte önünüze çıkan bu güçlükten sıyrılmanızla ilgilidir. Ama böylece gerçeği bulmayı bir ihtimal düzeyine indirmiş olursunuz. Kriteriniz güvenden ibarettir ve güven boşa çıkabilecek bir şeydir. Siyasal parti ya da bir tarikat, aynı anlama gelmek üzere kolektif bir özne, en nihayetinde her insan gibi bir insandır. İnsan ise eksik olduğu halde hep tamlık yanılsaması içerisinde yaşayan bir varlıktır. Açık olmadıysa bir başka türlü ifade edeyim: Örneğin kimse yanlış olduğunu bildiği bir fikre sahip değildir, çünkü çoktan o fikri terk etmiştir. Onun yanlışları, hep doğru bildikleri arasında yer alır. Yani insan herhangi bir an kendisine baktığında kendisinde bir yanlışlık bulamaz. O tam olarak olması gereken gibidir. Belki bir ihtimal olarak yanılabileceğini düşünebilir. Ama yanıldığını bildiği anda ondan kurtulmuş da olur. Kolektif özneler açısından yanılgının fark edilip kabullenilmesi, bir bireyde olduğundan daha güçtür. Çünkü birçok bireyin aynı farkındalığı geliştirmesi aynı anda olamaz. Kolektif özneler kendilerini yücelik ya da kutsallık tonlarıyla donatmak suretiyle tamlık yanılsaması yaratırlar ve daha çok bilindiği varsayılan doğruların korunması açısından güçlü olanaklar barındırabilirler. Bu olanak aynı zamanda yanılgıları da güçlendirdiği için önemli bir zaaf kaynağıdır. Bu zaaf aynı zamanda insanın bazı gerçekleri kuşaklar boyu fark etmesini engelleyecektir.

*Arka kapak

Vivo Yayınevi
Format Kitap
Barkod 9786058190689
Yayın Tarihi 2020-01-23
Yayın Dili Türkçe
Baskı Sayısı 1.Baskı
Sayfa Sayısı 384
Kapak Karton
Kağıt 2.Hamur
Boyut 160 X 240

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz