“Anlamak yoldaşlar, bir büyük bahtiyarlık, anlamak geleni ve gelmekte olanı…” – Kutsiye Bozoklar

Kutsiye BozoklarDışarıda bahar bir yağmur sonrası güzelliğinde, uzakta denize düşmüş ay… Gözlerimi kapadım baharın seslerini dinliyorum. Aklımda ölüm, yaşamak üstüne düşünüyorum. Derken bir şiir takılıyor dilime: “Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız/ silkeler durur düşman, silkeler durur bizi/ ve yemişlerimizi daha rahat daha kolay toplamak için/ vurur prangayı ayağımıza değil/ vurur prangayı kafamızın içine.”
Kafamızın içine vurulan prangalardan kurtulmak değil mi en zoru? Ve yalanlarla sarılmışken yanımız yöremiz; yürekte, kitapta, sokakta yalanı yenebilmek değil mi en mühim işimiz?

Işıklı bir gece dolaşıyor ortalıkta. Akşam geceye dönüyor usulca, baharsa yaza. Yağmur yağdı apansız bütün akşam, bardaktan boşanırcasına, bir zafer şarkısı gibi yağdı yağmur. Hâlâ da yağıyor usul usul tıpkı bir eylem sonrası sıcaklığında ve kardeşçesine gülümseyerek. Havada vaatler var sanki. Ve verilmiş sözlerle yüklü toprak. Anlamak yoldaşlar, bir büyük bahtiyarlık, anlamak geleni ve gelmekte olanı… Bu yüzden ölümün soluğu olsa da ensemde derecesiz bahtiyarım ben Nisan günlerinden Mayıs’a akan aydınlığın ışığında.
Yağmur çiseliyor usulca ve denize ay düşmüş. Bulutlar bembeyaz, gökyüzü yunmuş yıkanmış, ama yıldızlar kaybolmuş bir yerlere, oysa elini uzatsan tutacak kadar yakın görünürler çoğu zaman. Gelmekte olanı bilen için nedir ki ölüm? Bu topraklarda en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildikleri halde, hem de hiç kimse onları buna zorlamamışken, yaşamı ciddiye aldıkları için kitlesel biçimde, ben ölümden güçlüyüm, diyerek yürüdü insanlar, susmakta direnenlere inat. Ne kahır, ne keder, ne baskı, ne zulüm… Biz ölümü bile teslim alırız, yiğitliğinde… Ve hayatı vaat edilmiş hayallere taşıyarak… Nice insanın yorgun yürüyüşüne umut ve ışık katarak… Bir hayatı bir sevdaya adayarak taşıyabilme gücüdür onlardan öğrendiğimiz.
Baharın yaza vurduğu yerde durmuşum. Akşam ve bahar… Ben ömrüme bakıyorum: Anılar, anılar, anılar… Anıların durdukları yer, kımıldadıkları mevsim bahar. Bu akşam yağmurla geliyor anılar, yalnız anılar bağlıyor beni yağmurla. Bir bahar günü Haydarpaşa’ya götürülüşüm geliyor gözlerimin önüne. İlk kaldırıldığım hastaneden alınmıştım. Nereye gittiğim konusunda bir fikrim yoktu. Dışarı çıkınca gözlerimi kaldırmaya çalışmıştım yavaşça, gökyüzü pembemsi bir kızıllıktaydı. Yağmur çiseliyordu. Kullanabildiğim sol elimi sedyeden uzatıp yağmura dokundum. Yaşama sevinci doluyordu düşen damlalarla sanki avucuma. Yağmura gülümsedim. Gözlerimi kapadım sonra. Yolum nereye çıkarsa çıksın hazırdım olacakları karşılamaya. “İlhan yoldaş sana güveniyorum, göreyim seni” diyen sesi duydum yanı başımda. O sesin sahibi ölüme giderken bile kolektifin selametini düşünen biriydi.
Karşımda deniz, hayatı hep böylece bir kıyıdan seyrediyor sanki ömrüm o günden bu yana. Dünya geniş, dünya derin, dünya tıpkı bu ışıklı mavilik gibi uçsuz bucaksız. Kulağımda denizin ve rüzgarın uğultusu, bakıyorum geceye inancıma sığmayan dört duvardan evimden. Sesler ışığa, ışık geceye karışmış gibi. Kafamda kavganın türküsü, havada bahar. Ben o güveni hiç boşa çıkarmadım, biliyorum. O delikanlı günleri, o dehşetli güzel günleri hiç unutmuyorum. O ilk arşınladığım yoldan gittim daima ve gidiyorum. Olmadığım yerlerde olabilmenin hasreti midir beni bu yağmur sonrası gecede geçmişe alıp götüren? Bu genç ölümler ülkesinde yaşamakta hâlâ ayak diremenin hüznü mü yoksa? Yağmura karışan ben miyim? Yoksa direngen düşler mi yağmurla çıkıp gelen? Yoksa tıpkı şair gibi elliye dayadık da merdiveni, ondan mı bu yağmurlu gözler?
Bahar yaza dokunuyor. Geceye doğru yürüyor ömrüm. Ben hayatı düşünüyorum. Bir insanı bir kavgaya bağlayan bağı anlıyor da yüreğim, bir insanı ötekine bağlayan, o ipeksi çelik dokuya hâlâ şaşıyorum. Kimliklerini bilmediğimiz seslere benziyor sözcükler. Bir şiir geziniyor gecenin içinde. Sözcüklere değiyorum bir bir.
“Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli
ayıpsız,
aşikare,
yağmur misali?
Neylersin alışkanlık
için kan ağlarken yüzün güler
dikilitaş gibi dinelirsin yine.
Yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?”
diyor, elimizin sırrını, gözümüzün dilini bilen sözcükler.
Sanırım neresiyle ettiğini bilmiyordu Hipokrat yeminini “Adını söyle de filmini çekelim. Seni iyileştirelim” diyen doktor. Tecritteki koğuşa götürüldüğümde sıkılmış yumruğuma yanıt vermeyen sesler, bir “merhaba”yı da esirgemişti benden. Yalnızlık bir tokat gibi çarpmıştı yüzüme kalabalıklar içinde. Kavgayı, yoldaşlığı ve yalnızlığı düşündüm. “Bir ben ve bir inancım” dedim sonra. “İşte şimdi sınavdayız.” Kafam ikinci bir insan gibi yanımdaydı. “Bu durumda yalnız sayılmayız öyle ya” diye düşündüm sonra hemencecik. Bir türkü tutturdum oradaki suskunluğa inat. “Ölüm bizim için tozlu yol olur” diyen cinsinden. Birden anladım ki, kalabalıklar içinde en bir başıma olduğumuz zaman bile, yaşayan ve yaşamayanlarıyla yoldaş sıcaklığı sarıp sarmalar bizi, dokunur omzumuza “ben buradayım” der dünyanın bütün halkları. Biz bir inatçı sevdayız çünkü. Ve direndikçe çoğalırız onlarla birlikte. Düşünme, anlama ve sevme hakkımızı elimizden alamaz zulmedenler ne yaparlarsa yapsınlar.
Şimdi gönül ağzına kadar dolu, bakıyorum geceye yıldızların önünden. Türkümde kavgası, kederi, sevinci yoldaşlarımın. Ve kalbim her nerede olursa olsunlar, onların acısıyla umuduyla birlikte çarpıyor derinden. Denizin sonunda bir ışıklı yol… Kuşatılmış bir yeşil daldır şimdi yüreğim, toprakta bir şeyler kımıldanır, bir şeyler konuşurken karanlıkta ağaçlar… Paylaşmak değilse nedir ki yaşamak denen şey? Gelecek güzel günlere inanarak, yepyeni bir alem için dövüşmekten gayrı.
Bir bahar gecesi geçiyor önümden, bir yolculuğa çıkıyorum sözcüklerle. “Ben bir yolculuk yaptım/ay ışığında, gün ışığındajyağ-murun ışığında/dört mevsimle ve bütün zamanlarla birlikte/böceklerle, otlarla, yıldızlarla, birlikte/ve en namuslu insanlarıyla yeryüzünün/yani bir keman gibi şefkatli/henüz konuşamayan bir çocuk gibi merhametsiz,/henüz konuşamayan bir çocuk gibi cesur/yani bir kuş kolaylığıyla ölmeye de/bin yıl yaşamaya da hazır.” Sevdiklerimiz için kımı kez yaşayarak gösteririz sevgimizi, kimi kez ölerek… Ölümün en anlamlısın, arkada b.rakanlar şimdi yaşayarak gösterecekler kavgayı ve bizi sevdiklerini aynı inatla. Biliyoruz çünkü eylemin biçiminde değil, direnmekte, teslim olmamakta bütün mesele…

Bir bahar gecesinden bakıyorum dünyaya. Ölümün gölgesi düşse de yaşamaya, ellerim iştahlı, dünya güzel. Doyamıyor gözlerim ışıklı maviliğe. Dört duvarın önündeki balkondayım. Duymuyorum karanlığın sesini. Bir yerlerde iğdelerin kokusu, aşağıda menekşeler açmış olmalı. Uzaklarda ışıldayan denize şavkı vuruyor büyük hasretin. Duyuyorum geleni ve gelmekte olanı. Ve şöyle diyorum ömrüme, baharın yaza aktığı bu ışıklı gecede;
“Ben beni bir daha ele geçirsem,
Ab-ı hayat içersem demiyorum.
Kapılar açılsa bir daha,
ben bu haneye bir daha girsem…
Yaşardım yine böyle kan revan içinde,
yine böyle aşk ile sersem,
ben beni bir daha ele geçirsem.”
Gecenin önünde durmuşum. Işık vurmuş yüzüme, yüreğime yıldız doldurmuşum. Olmadığım yerlerde olabilme hasreti midir, bende bu anıları, bu hüzünleri çoğaltan? Mesela bir direniş evinde. Mesela ortasında meydanların. Mesela sokaklarda omuz omuza. Mesela arasında tersane işçilerinin… Mesela dağlarında müfrezelerin. Bir görüş gününün sıcaklığında. Yoksa oyunu mu bu bitmemiş bir düşün? Yoksa elliye merdiven dayamaktan mı ne? Neden böyle anılarla gelen bu asi hüzün? Aldırma ömrüm, ayaklarının ucuna basıp geldiği gibi gider bu bahara vurmuş gün. Yeter ki isyanımız kavgaya karışıp da yürüsün. Ben böyle bitireyim bu yazıyı. Kavga her daim Nisan haberlerinin en güzelleriyle sürsün. Kolektif sevinçler büyüsün; ekmeğe, güle, umuda, sevdaya ve özgürlüğe dair.. Yağmur sustu. Ay ışığı balkonumun dizi dibinde. Birlikte çoğalmaktır en güzeli kavga günlerinde. Sevgim hepinize, tüm yüreğimle.

Hayatı Ellerinden Tutmak


*Şiirler: Nazım Hikmet Ran

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz