ALBERT CARACO: YÜZYILLARDIR YANLIŞ YOLDAYIZ, ARTIK BUNUN BEDELİNİ ÖDEMEMİZ GEREKİYOR

ÖYLE KÖRÜZ Kİ BİZİM YOLUMUZU ŞAŞIRTMAKTA ISRAR EDENLERİ AŞKLA SEVİYORUZ

Bizim gizemlerimizin altında hastalık ve yalan yatıyor, efsanelerimizin dokusunda sanki bir çılgınlık var; kirlenmiş ırmaklarımıza benzeyen bu tinsel gübrelikten, bu pislikten şaşkına dönmeden çıkamayacağız, saflığın ardından kişneye kişneye saflığımızı yitirdik, yeniden insan kurban ediyoruz, yolumuzu öyle şaşırdık ki kendi edimlerimizi tahayyül edemiyoruz. Varlığımızı bu haliyle sürdürmekten daha kötü ne gelebilir başımıza? Suçlarımızın ölçüsü hâlâ hiçlik midir, bu suçları yok etmeye yetmeyen bu ölüm mü bizim yeniden hakkımız? Boşluk iyidir, boşluk azizdir, boşluğun kötülükle eştözlü olmasını isteyenler kötülüğün sürmesini ve yeryüzünde kötülük hakimken kendi varlıklarının sürmesini arzulayanlardır.

Pagan olmuş, pagan kalmış bir dünya doğayı ihlal etmezdi, Pagan görüşler doğayı kutsal kabul ediyordu, genellikle ağaçlara ve su kaynaklarına tapıyorlardı; vahyedilmiş olduğu varsayılan dinlerin dogmalarının merkezine yerleştirdikleri zaman yerine, Pagan görüşlerin konusu uzamdı, ve, istisnalar hariç, ölçüyü aşkınlığa, uyumu da her şeye tercih ediyorlardı. Kendilerinin vahyedilmiş olduğunu söyleyen dinler bizim üzerimizde fanatizmi yerleştirdiler ve bu fanatizmi sonuna dek vardıran Hıristiyanlık deliliği tanrısallaştırdı, tutarsızlığı yüceltti ve daha büyük bir iyilik adına kargaşayı meşrulaştırdı. Bu ürkütücü tezler sonuçsuz imkânlara sahip olduğu sürece insanlar buna uyum sağladılar, ama bizim eserlerimiz bu tezlere denk düştüğünden beri, buyruklarımızın devasalığını, dahası saçmalığını hissediyoruz. Tanrısal tecessüm fikri, en canavarca fikirdir ve bizim çözümsüz paradokslarımızın en önemli nedeni gelecekte burada aranacaktır; bu fikrin vardığı yerlerden biri doğaya tecavüzdür, aşkınlık bizi buna hazırlamaktadır ve bu dünyadan duyulan nefret bu tecavüzü meşrulaştırmaktadır: Şunu asla unutmamalı, Dünya, Ten ve Şeytan Hıristiyanların gözünde bir karşı-üçlem oluşturmaktadır.

Modaya uyan Hıristiyanların benim belirttiğim tezleri benimsemeyi reddetmelerinin ve başta teologları olmak üzere, bu tezlerin sonuçlarından kurtulmaya çalışmalarının bir önemi yok! Tek yaptıkları kargaşaya kargaşa katmak oluyor yalnızca ve telafisi imkânsız olan şeye çare bulmak isterken, paradokslarının labirenti içinde yollarını iyice kaybederler. Çaresizlik bir gerçektir, ölçüsüzlük ruhu, kilisenin ölçüsüzlüğü şu an dünyanın ruhudur, dogmaların dikeyliği her yönde parçalandı ve uzam içinde birbirleriyle iletişime geçerek kendi boyutlarını değiştiriyorlar. Bu sarsıntıdan pek memnun kalacak düşünürler buldu kendine geçenlerde, hem de din adamları arasında, ve onlar yeni bir tinsellik umuduyla ökümen’e tecavüzü kutsadılar. Oysa, hayvanlığa doğru yol alıyoruz ve vardığımız yer gayri insanilik; bıktırıcı ahlak öğütlerine ve iman bildirimlerine rağmen, kendimizi haksız yere günahkâr sanıyoruz, oysa ki spermatik otomatlardan başka bir şey değiliz: İnsan kilisenin bize öğrettiği şey değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Hem insanı yeniden tanımlamak hem de dünyayı yeniden düşünmek gerekiyor, ama bunu hayal etmek için bile artık çok geç.

Felaketten sonra, şimdiki insanlığın küçücük bir bölümü olacak soydaşlarımız, su kaynaklarını ve ağaçları kutsayacaklar, toprağı gökle evlendirecekler, kurban etme fikrini iğrenç bulacaklar ve aşkınlık fikrini kutsallığa hakaret sayacaklar, vahiyli dinlerin ortadan kaldırdığı her şeyi -kutsal fahişelik ile ritüel birlikteliği, üreme kültü ile sembollerine tapınmayı, kutsal evlilikler ile Saturnus şenliklerini- yeniden oluşturacaklardır. İnsanı, olması gereken şey değil, olmaktan vazgeçtiği şey olarak göreceklerdir, peygamberlik yanılsamalarına yeniden düşmeyeceklerdir, kusurlu bir otomatı kusursuz kılmaktan vazgeçeceklerdir, tinselliğin çoğunluğun nasibi olmadığını ve sözde vahyedilmiş dinlerin yaptığı gibi, aynı öğretiyi herkese iletmenin hata olduğunu kavrayacaklardır. Çoğu kimsenin putperest kalması ve tenselliği benimsemesi daha iyidir; kötülük bizim onları kınadığımız ve kendilerine yalan söyleyerek bize de yalan söylemeye onları zorladığımız andan itibaren başlar; sıradan insanların hazza da tövbeye de tanrısallık katması ve Hıristiyanlar için kudas ayini neyse onlar için de orgazmın aynı şey olması en iyisidir.

Yüzyıllardır ve bin yıllardır yanlış yoldayız, artık bunun bedelini ödememiz gerekiyor, gözümüzün açılması bizi günahlarımızdan kurtarmaya yetmez ve kaybettiğimiz cenneti yeniden bulabilmemiz için, Cehennemin kaotikliğini ve karanlığını tüketmemiz gerekir. Şu an hâlâ öyle körüz ki bizim yolumuzu şaşırtmakta ısrar edenleri aşkla seviyoruz, suçlarına ve hatalarına rağmen onları her zaman affediyoruz, onların saçma eğitimlerine her zaman katılıyoruz ve sanki onlar çobanmış da biz de aşağılık hayvanlarmışız gibi değnekleri altında yürüyoruz. Yine de bizim tanrı olarak ünlendirdiğimiz bu şaşmaz adamlar bizi uçuruma sürükleyecekler, onlar kaç kuşaktır yanılıyor ama biz bunu anlamayı reddediyoruz, kendi çıkarlarımızı, onurumuza varana dek onlara feda ediyoruz, bir süre sonra kendi geleceğimizi de onlara feda edeceğiz, Tarih bu kadar aşikâr delilik pek az tanımıştır. Son felaketten hayatta kalacak olanlar bizim körlüğümüz üzerine düşüneceklerdir; bunu, mahkûm olduğumuz sonun duyurusu olarak göreceklerdir, buradaki mantığı fark edeceklerdir -ortadaki kozun ne olduğu malumdur.

Çünkü biz bu mantığın dışına çıkmıyoruz ve görünüşe bakılırsa giderek daha saçmalaşan bu evrende, kaçamayacağımız kaderi hak edip etmediğimizi artık kendimize sormuyoruz; bize bu kaderi hazırlayanlar geleneklerimizdir, bizi buna vakfedenler fikirlerimizdir, isyan ettikten sonra bizi yeniden bu yola sokan şey itaatkarlığımızdır, yarını olmayan bir tedirginliğin ardından bizi bu kadere yeniden mahkûm eden şey alışkanlıklarımızda. Dolayısıyla, kendimizi kavrayabildiğimiz ölçüde, istediğimiz şeyi istiyoruz, ve efendilerimizin, bizim yerimize de olsa, istedikleri şeyi istiyoruz. Çıkarımız bunu gerektirse de, hazırlıksız davranamayız; bizi dağıtan şeyin etrafında, daha kararlı, toparlanıyoruz, bizi sürükleyen şeyden kopmaya cesaret edemiyoruz ve kurban etmenin mucizeler yarattığını hayal ediyoruz. Kendimizi kurban ettiğimizi mi söyleyeceğim? Kurallar şaşmaz, yeri ve zamanı geldiğinde bundan kaçamayız, ölmüş tanrılarımız ve kurt yeniği putlarımız için kendimizi feda edeceğiz, bu edim bizi kendi gözümüzde önemli kılacaktır ve bir dava için kanımızı akıttığımız andan itibaren, içeriğine bakmadan bu davaya itibar edeceğiz.

İdeal, içgüdünün yerini tutuyor; ve balıkları ve böcekleri, kemirgenleri ve geviş getirenleri ele geçirmiş olan kalabalıklar halinde ölme eğilimi bizi kandırmakla görevli ideal sayesinde bizi de ele geçirecek. Kendimizi en saygın ve en çıkarsız hissettiğimiz anda, bizi sürükleyen şey için yandığımız ve ölümsüzlüğü hayal ettiğimiz anda bizi insan kılan şeyden yoksun kalır ve yokuş aşağı iniveririz. İşte, durumun trajikliği ve günün birinde bizi bulacak en yüce iğrençlik; türün yasalarından kaçamayız ve bu yasalar da, sırası geldiğinde, hayvan topluluklarını yöneten yasalara gönderme yaparlar; davranışlarımızın anahtarını, asla başlarımızın üzerinde değil, ayaklarımızın altındaki uçurumlarda buluveririz. İdeal, içgüdünün yansımasıdır, sanki onun taban tabana zıddıdır, idealin gücü yaratılışındaki iğrençliktedir, tıpkı kendimizi soylu bir bahaneyle eğilimlerimize teslim ederken hissettiğimiz zevkte olduğu gibi; idealin orgazmı renklendirmesini ve orgazmın ardından gelen manevi çöküşü örtmesini istiyoruz. İnsan her şeyden zevk alır ve hatta yok edilmek için kendini sunmaktan bile.

Bizler mahkûmuz ve içimizden bunu bilenler seslerini duyuramıyorlar, duyurabildiklerinde ise suskunluğu korumayı tercih ediyorlar. Sağırlara vaaz vermek ve körlerin gözünü açmak neye yarar? Onları sürükleyip götüren hareketin içinde sebat göstermelerini engelleyebilir miyiz? Dosdoğru en korkunç geleceğe doğru gidiyoruz, bu gelecek bugünden yarına başlayabilir, daha biz başımıza geleni işitmeden kendimizi oraya gömülmüş bulacağız, içinde yaşanamayan evrende umutsuzca ölmekten başka bir seçenek kalmayacak bize. İnsanlar toprağa sahip olmak için savaşıyorlardı, yarın suya sahip olmak için birbirlerini gırtlaklayacaklar, havamız kalmadığında, harabelerin ortasında soluk alabilmek için boğazlayacağız birbirimizi. Bilimden mucizeler gerçekleştirmesini bekliyoruz, yakında ondan imkânsızı isteyeceğiz, ama bilim ihtiyaçlarımızın gerisinde kaldı ve asla ihtiyaçlarımıza yetmeyecek, yeryüzünde cenneti isteyemeyecek kadar çoğuz, milyarlarcayız; bilimimizin yardımıyla, salak çobanlarımızın sultası altında cehennemi kaçınılmaz kılıyoruz. Gelecekte, tek uz görüşlülerin Anarşistler ve Nihilistler olduğu söylenecektir.

İnsanın mutluluğa eriştiği, hastalıksız ve açlıksız, angaryasız ve korkusuz bir geleceği hayal meyal gördüğü bu yüzyılın eşiğinde, işte tam o anda telafi edilemez olan şey meydana geldi ve geçmişin güçleri geri döndü, hem de hiç olmadığı kadar muzafferdiler, aşırı kalabalık insan dalgaları tarafından taşmıyorlardı. Dünya nüfusunun iki misli artması için iki kuşak yeterli olacaktı, üç misli artması için üç kuşak yetti, dördüncü kuşakta yedi kat artacaktır ve hazırlıksız yakalanan bizim dinsel ve ahlaki yetkililerimiz, problem metnimizi karmakarışık ederek saçmalamaktan ve zaman kazanmaya çalışmaktan başka bir şey bilmiyorlar: Onların bu suçlan asla bağışlanmayacak, çünkü onlar gelecek karşısında suçlu olacaklar, onlar insan türünün mutluluğundansa kendi yerleşik kurumlarını tercih ettiler; ulusları kandırabildiklerinde ve onlara bizim araçlarımızın ruhunu iletebildiklerinde, ulusların yolunu şaşırtmak ve onları içler acısı bir şekilde silahsızlandırmak için bunları öyle kullandılar ki, bundan böyle hiçbir şey bizim güçsüzlüğümüzün dengi olamaz. Bu nedenle Anarşistler ve Nihilistler haklıdır, sözde ahlaki düzenin, ahlak adına kaos için düzenin onları kusturması haklıdır.

Bize, itaat ettiklerimizin hükümsüzlüğünü ilan edecek yeni bir Vahiy gerekiyor; ama bizim itaat ettiklerimiz burada, onlardaki ölüm ağırlığı bizi ezen Kaderle işbirliği yapıyor, düzen ve kaos parçalamayı başaramadığımız bir bütün oluşturuyor. Yürüyen sağırlar ile militanlık yapan körler arasındaki aklı başında ve duyarlı son insanlar Anarşistler ve Nihilistlerdir; ama bu yüzyılda akıllı olmak yetmez ya da değiştirmek için olacakları hissetmek yetmez, düzenin yerine düzensizlik değil düzen koymak gerekir, ahlakın yerine de ahlaksızlığı değil ahlakı koymak gerekir, tıpkı inancın yerine de yalnızca bir boşluğu değil inancı koymak gerektiği gibi, ölen tanrıların yerine de doğan tanrılar koymak gerekir. Bizim ajitatörlere ihtiyacımız yok, peygamberlere ihtiyacımız var, bu zamana denk peygamberlere, eserlerimize denk dinsel dehalara ihtiyacımız var, çünkü anısına saygı ve hürmet gösterdiğimiz her şey -hem de hiç istisnasız- aşıldı, bunların hepsi aşıldı, kim ki hâlâ onlara başvuruyor, onlara ihanet ediyor demektir. Hiçbir gelenek bizi geleceğe karşı korumuyor, çünkü geleceğin öncesi yok ve evrenin sığınacağı bir yer yok.

Albert Caraco
Kaos’un Kutsal Kitabı
Çeviri: Işık Ergüden, Versus kitap

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz