ALBERT CARACO: GERÇEKLİĞİMİZİ KÜÇÜMSEYEREK DAHA NE KADAR KANDIRABİLİRİZ KENDİMİZİ?

2

KARDEŞLİKTEN SÖZ EDİYORUZ, KARŞIMIZDAKİLERİN İNTİKAMCI VE ACIMASIZ OLDUĞUNU UNUTUYORUZ!

Yoksul halklar yoksulluklarını engelleyemeyecektir ve hiçbir merhamet çağrısı onların sefaletine çare olmayacaktır; bahtsız halklar, tuzu kuru halkların yardımlarının buhar olup gittiği uçurumdur, yalnızca nüfusun azalması -hangi yolla olursa olsun- onları yoksulluktan kurtarır, ama ulusal gururları buna engel oluyor, bu hiçlik insanlarını hâlâ yönetmek gerekiyor ve bu insanlar, tüm taşkınlıklarıyla, güçsüzlüklerine rağmen hakları olduğunu düşünüyorlar. Aslında, beş para etmez bir tinsellik adına bu yanılsamalar içinde varlıklarını sürdürmeye onları teşvik edenler, kargaşaya kargaşa katıyorlar ve onlara en dehşetli geleceği hazırlıyorlar, açlıktan öleceklerin açlığın içine kapanıp kalacağını onlara şimdiden öğretmek en iyisidir, ne kadar erken düşünülürse o kadar iyidir, fazlalık yoksa iyi niyet telafi edemez, henüz zenginliğini koruyan ülkelerde bile bu böyledir, tekrar söylüyorum, çünkü onların bolluğu bir savaşın insafına kalmıştır. Savaştan sonra hepimiz mahvolacağız ve savaştan kaçınamayız, çünkü sürdürdüğümüz düzen, ölümcül bir barışın içinde, buyruklarında olduğu kadar varlık nedenlerinde de ayrışacaktır.

Hiçbir tinsellik biyolojiye ve ekolojiye baskın çıkamaz, tüm tinsel şahsiyetler aşıldı, büyücülerle rahipler arasında hiç fark yok, birilerine gidip danışmamız da ötekilerine saygı göstermemiz de bizi aşağılık kılar. Doğanın yasaları cin kovmalarla olduğu kadar vaazlarla da alay eder; büyücüleri tanımayı daha iyi öğrendiğimiz günümüzde, onları engelleyerek suç işliyoruz, hele ki rahiplere olan sevgiden dolayı yapıyorsak bunu suçumuz iki kat artıyor. Tanrılara kurban vermeyi ve rahipleri onurlandırmayı reddetmek aslında kimseyi öldürmez, ama ekoloji konusunda cahil olmak ve biyolojiyi hor görmek, tüm insan türü için en trajik geleceği hazırlamaktadır. Bizim dinlerimiz vebadır ve onları destekleyen iktidarlar, zehirleyici fesat çeteleridir, bizim tinselliğimiz zihinsel yetilerin mastürbasyonundan başka bir şey değildir, artık bütün güç ve kaynaklarımıza ihtiyacımız var, dünyayı yeniden düşünmek istiyorsak, hayatın ve ölümün tek hakiminin insan olduğu bir dünya düşünmek istiyorsak başka çaremiz yok; tek hakimi, diyorum, beni iyi dinleyin, çünkü metafizik aldatmaca son soluğunu verdi artık, kendi güçsüzlüğümüzün ardına sığınamayız.

Daha ne kadar aldatabiliriz kendimizi? Bütün mühletler doldu, insan sayısı fırtınaların patlayacağı bir deniz gibi şişiyor, tükenmiş toprakta çabalarımız tükeniyor, her yer susuz kalacak, hava şimdiden seyrekleşti, besinlere artık daha az güveniyoruz, ökümen’i artıklar dolduruyor, her şeyi zehirliyorlar. Hakikat saati aynı zamanda can çekişme saati mi olacak? Ölümümüzün karşısına ne çıkartacağız? Devlet şeflerimizin buyruklarını mı yoksa tinselcilerimizin vaazlarını mı? Bu parazitler ve bu kargaşa tezgâhçıları bizim ne işimize yarıyorlar? Birileri bizi çürümeye götürüyor, ötekiler bizi yüreklendirerek onları kutsuyorlar ve bizi kutsayarak da onları yüreklendiriyorlar; düzenli adımlarla kaosa doğru gidiyoruz, kalbimiz umut dolu, yan gelip yatılan hayal ülkesinin peşindeyiz, bilim bizim otuz milyar çocuğumuzu ve torunumuzu ödüllendirecek, yüz ulus tek bir halk olacak ve üç ırk tek olacak. İmkânsızın geleceğini umut ederek, gerçekliğimizi küçümseyerek daha ne kadar kandırabiliriz kendimizi? Çünkü insan, ne olursa olsun, aşılmış olmayacaktır.

Şimdiden çok kalabalığız ve düzende mucizeler olmadığından, belki İKİ BİN yılında yedi milyar olacak insanlara şu an için sağladığımızın yansı bile belki verilemeyecektir: Bu fikir gayet açık seçik gözüküyor, ama günümüzde açık seçik fikirler artık moda değil, Avrupa ruhu tutarlılığıyla birlikte keskinliğini de yitirdi, eserlerini insanlığın geri kalanına iletirken kendisinin bu eserler ölçüsünde olmadığını kanıtladı. Afrikalılar ve Asyalılar bizden ödünç aldıkları sözlere aynı anlamı vermiyorlar ve onlar, bizim söz dağarımızı kullanarak, bizi kendimizden kuşkuya düşürmek suretiyle alıyorlar intikamlarını. Avrupa zengin ve zayıf, Tarih bize zenginin görevinin ya yoksuldan daha güçlü olmak ya da en kötüsüne hazırlıklı olmak olduğunu öğretiyor. Bizim tinselcilerimiz ve entelektüellerimiz yine de bir suçluluk duygu hissediyorlar; bu öyle belirgin ki, cömertliğiyle onları sarhoş eden hatada ayak diriyorlar, gözlerinin açılması durumunda Irkçılığa düşmekten çekiniyorlar. Gözümüzün çok geç açılacağına ve Irkçılığın geleceği olduğuna inanıyorum.

NE AÇLIKTAN NE IRKÇILIKTAN KAÇABİLECEĞİZ

Ne Açlıktan ne Irkçılıktan kaçabileceğiz, tersini ileri sürenler gerçekliği inkâr ediyor ya da bizim kafamızı karıştırmaya çalışıyor. Sanayileşmenin sağladığı mutluluk kırıntılarıyla -bu mutluluk geçici bile olsa- kendini tatmin olmuş gören ve giderek daha da ilgisizleşen sokaktaki insana kızmıyorum. Sokaktaki insana kızmıyorum; yönünü şaşırmış bu bahtsız, ancak bir kâbusun tam ortasında uyanacaktır, benim kitabım ona hitap etmiyor: Ben genç insanlara konuşuyorum, onlar, üniversitelerde ahlaka ve düzene başkaldırıyorlar, bu gençler çok fazla insanı korkutuyorlar ve eğer savaş patlak verirse ilk önce onların öleceğini biliyoruz. Ben bu törensel kurbanlara konuşuyorum; ölüm düzeninin sonunda kurban ettiği, ahlak adına —kurban etmeyle şekillenen, kanla yeniden güç kazanan bir ahlak adına- kurban ettiği gençlerin isyan nedeni hakkında onları aydınlatıyorum ve hatta isyanı meşrulaştırıyorum, dolayısıyla onları onaylıyorum, bununla birlikte, son tahlilde onlara itaati öğütlüyorum, çünkü haklı olmak, gelecekteki tüm kuşaklar adına haklı olmak yetmez, şimdiki zamanda da hayatta kalmaya ve geleceğin kendini duyuracağı ana dek varlığı sürdürmeye ihtiyaç vardır.

GENÇLER BAŞKALDIRIYOR ÇÜNKÜ SAVAŞ PATLAK VERİRSE İLK ÖNCE ONLARIN ÖLECEĞİNİ BİLİYORUZ!

Birbirimizin hâlâ çağdaşı olamadığımız bu dünyada çok erkenden haklı çıkmak iyi değildir; çok erkenden haklı çıkmak ve sonuç olarak utanç içinde ölmek iyi değildir. Afrikalılar ve Asyalılar Milliyetçiliği keşfettiler, Irkçılık onlara yabancı değil, bu insanlar bizim izimizde yürüyorlar ve eğer onların gözlerini açmalarını bekliyorsak, onların kölesi ya da kurbanı oluruz, karılarımız onların fahişesi olur ve mallarımızı onlar talan ederler. Onları aşağıladığımız için bizi affetmeyeceklerdir, sonra da köklerini kazımadan, kendiliklerinden feragat etmeye onları zorladığımız için bizi affetmeyeceklerdir; bizi yenme umuduyla bizi yeneceklerdir, eğer çok erkenden haklı çıkarsak, hem bizim tinselcilerimizden -ökümenizmin gölgesinde- yararlanıyorlar, hem de nesnelcilik kisvesi altında entelektüellerimizden yararlanıyorlar: Tuzağa düşersek yandık.

Kardeşlikten söz ediyoruz, karşımızdakilerin dilenci ve intikamcı, çirkin, sağlıksız, ahlaksız, acımasız ve despotik olduğunu unutuyoruz, bizlerin en berbatından daha kötü ve en kararlı safsatacılarımızdan daha yalancı olduklarını unutuyoruz.

Bu nedenle, tiksindiğimiz düzeni ve aşağıladığımız ahlakı, bu hükümsüz düzen ile bu kabul olunamaz ahlakı, ne birinin ne diğerinin yerine bir şey koyabilmişken, heyhat, bunları elde silah savunacağız, çünkü karşıdakiler, savunulamaz ahlak adına ve mahkûm edilmiş düzenin sancakları altında bize saldırmaya hazırlanıyorlar. Herkese soruyorum: Bu Barbarların karşısına ne çıkartacağız? Hoşgörü, hatta aşırı hoşgörü mü? Bizi alaya alıp ezerler bizi. Eğer onların ordularının karşısına çiçeklerle süslü ve ellerimiz çıplak, barış vaaz ederek çıkarsak, Ortaçağdaki Moğollar gibi yaparlar, otuz bin silahsız Budist hacı, yüreklerine seslenebilme umuduyla karşılarına çıktığında, bir anlık şaşkınlıktan sonra hepsini yok ettiler. Ama sonradan Moğolların Budist olduğunu söylerseniz, ben de hacıların öldüğü cevabını veririm. Bizim ölmemiz gerektiğinde, boğazımızı uzatmayalım ve aldatılmış duygularla ölmeyelim, karşıtlarımıza yüreklilikte onlarla eşit olduğumuzu kanıtlayalım, yenildiğimizde onların bize muamele edeceği gibi davranalım onlara.

Hiçbir konuda anlaşamayacağız, çünkü her şeyimiz eksik olacak, ne Açlıktan ne de Irkçılıktan kaçınabileceğiz, kendimizi birine teslim ederek diğerinden kaçamayız, bir gün yemek yiyebilmek için Irkçı olacağız, sözcüğün aldığı en kötü anlamda ihtiyaç insanı olacağız, hem Materyalist hem Irkçı olacağız, bu iki ilke birleşecek, tıpkı günümüzde Milliyetçilik ile Sosyalizmin birleşmesi gibi. Çünkü şu an fikirler sersemleşmiş insanlarla oynuyor, insanlar seçtiklerini sanıyorlar ama seçtikleri şey onlara önceden bildirilmişti, halklar kendi fikirlerinin oyuncağından ve imkânlarının nesnesinden başka bir şey değil, hiç bu kadar köle olmamışlardı, asla daha cinli ya da daha deli olmamışlardı, onları peşlerinden sürükleyen derunî kinikler geviş getiren tebalarından daha az aptal değildir. Kimse açık seçik bir şey görmüyor, çünkü açık seçik fikir yok, felakete gidiyoruz ve bütün yollar bizi oraya götürüyor, artık paradokslardan her zamankinden daha fazla bıkmışız, sadeliği arıyoruz ama bunu ancak ölümde bulacağız ve bu yüzden yarın ölümle karşılaşmak kimseyi geriletmeyecek.

Efendilerimiz şamatacı ya da mülagatacı, cin kovucu ya da uyutucu, kaostan ve ölümden zaman kazanmaya çalışıyorlar, ama telafi edilemez olanı engelleyemiyorlar ve dosdoğru felakete gidiyoruz. En canice fikirler yolun üzerinde bizi bekliyor ve biz onları atlatacak durumda bile değiliz, ihtiyaçlar yakamıza yapışıp bizi vahşi hayvana döndürdükçe o kaçınılmaz kıyıya yaklaşıyoruz ve orada karşı karşıya geldiğimizde, tüm insancıl yanılsamalarımızdan feragat edip rakiplerimizi uçuruma yuvarlayacağız. Kökünü kazıma geleceğin politikalarının ortak paydası olacak, üstelik doğa da işin içine karışarak öfkesini bizimkine katacak. Yüzyılın sonu Ölümün Zaferi’ni görecek, insandan bunalmış dünya aşırı kalabalık canlıların yükünden kurtulacak, kudretlilerin bize hazırladıkları genel cehennemden saklanabilecekleri ada kalmayacak ve onların can çekişmemelerini seyretmek yanlış yola saptırdıkları halkların tesellisi olacak. Gelecekteki düzen yenilgilerimizin evrensel vasisi olacak ve peygamberler, bizim harabelerimizin ortasında, hayatta kalanları bir araya toplayacaklar.

Başımıza gelen her şey uzun süredir öngörülmüştü ve Geleneğin yabancısı olmayanlar bu dünyanın mahkûm olduğunu zaten biliyorlardı, ama kendilerini işitecek kulak bulamıyorlardı. İnsanın kalbi değişmedi, insanın kalbi derin ve karanlık denize benzer, değişimler yalnızca duyarlılığımızın ışığı yansıttığı yüzeyde oluyor, ama biz derine indiğimizde olmuş olanı ve olacak olanı görürüz: Felsefe buraya pek nüfuz etmez ve yalnızca teoloji uçurumun zarlarını elinde tutar. Bizim teolojimiz sapmaların en yetkini oldu, biz onun suçlarının ve günahlarının kefaretini ödüyoruz: O doğayı kustu ve doğa intikamını aldı, bizler fizik-karşıtıyız ve sözde vahyedilmiş dinlerimiz insan türünün mezarını inşa etmekten başka bir şey yapamadılar. Çarmıh deliliği artık insanın deliliğidir, kurban etme şehveti eserlerimizin sonuncusudur, ölüm zevki fikirlerimizin sonu olacaktır. İçine gömüldüğümüz kaosta, düzende -yüzyıllardır kendimizi onayladığımız ve bizim otomatik adımlarımız altında parçalanan ölüm düzeninde- olduğundan daha fazla mantık vardır.

YİNE DE YÜRÜMELİYİZ, DURACAK KADAR HAKİM DEĞİLİZ KENDİMİZE

Her şeyin parçalandığı gecenin içine giriyoruz, artık geriye bakamayız, aydınlıklar sonunda söndü orada; fikirlerimiz ve eserlerimizle tek başımızayız, bunların ortak ölçüsüzlüklerinin insafına kalmışız. Yine de yürümeliyiz, duracak kadar hakim değiliz kendimize, yolu kaybettik, ne zaman acı çeksek yol bizi götürüyor. Aslında, tam da dünyayı yeniden düşünmediğimiz için cezalandırıldık, dünyayı insanileştirdiğimiz anda dünya bizden kaçıyor, bizden kaçıyor çünkü kendimizi tahayyül edemiyoruz ve artık hiç tahayyül edemiyoruz, hâlâ saygı gösterdiğimiz şeye hakarette bulunmaktan çekiniyoruz. Kutsallığa hakaret etmek bizi kurtarırdı, bizim en özlü kısmımız olmuş entelektüel cesaret yazgıya engel olabilirdi: Anarşistler ve Nihilistler her şeyi kökünden süpürmek istiyorlardı ve gelecek onlara hak verecektir, ama düzen var olduğu sürece onları eziyor ve ezecek, yıkıcılıktan bizi koruyan ve koruyacak düzen, ama kaosun ya da ölümün yıkıcılığından değil, kaosa ve ölüme doğru safları sıklaştırarak yürümemizi emrediyor bize, yan yana, görev adımlarıyla ve yakında kana bulayacağımız gecenin içinde.

Gençler dünyayı kurtaramaz, dünya artık kurtarılamaz, kurtuluş fikri yanlış bir fikir, sayısız hatalarımızın bedelini ödememiz gerekiyor, artık hiçbir şeyi telafi edemeyiz, çok geç, telafi vakti bitti, reform vakti sona erdi. En mutlular dövüşerek ölecekler ve en sefiller mahzenlerin dibine yıkılıp kalacaklar ya da korlar arasında çiftleşecekler, orgazmın yardımıyla can çekişmeyi aldatabilmek için. Dünya acının ve vecdin çığlıklarıyla dolacak, insanların en safları kendilerini aşağılamamak için birbirlerini boğazlamaktan başka çare bulamayacaklar. Can çekişme tercihi bize kalan son tercih olacak, sanılandan daha çabuk geleceğiz bu hale, bugünden yarma uçuruma yuvarlanmış olacağız ve orada, uyanacağız, son soluğumuzu verdiğimizi hissedecek kadar kısa bir süre için bile olsa. O zaman Yeni Dünya Fatihleri’nin gördükleri şeyi göreceğiz: Onlar yaklaştıkça, bütün kabileler dağların tepesinden kendilerini fırlatıyorlardı, kaçınılmaz dehşeti önlemekti tek amaç, dehşetle birlikte ölümü de kandırarak…

HOŞGÖRÜ BİR ALDATMACADIR VE SAYGI BİR SAYIKLAMA

Ne mutludur ölüler! Deliliğe kapılarak doğuranlar üç kez daha fazla mutsuz! Ne mutludur hadımlar! Ne mutludur kısırlar! Döllemektense sefahati tercih edenler de mutludur! Çünkü şu an için Otuz Bir Çekenler ve Oğlancılar aile babalarından ve analarından daha az suçlu, çünkü onlar kendi kendilerini yok ederken, diğerleri gereksiz ağızları çoğalta çoğalta dünyayı yok edecekler. Kendilerine saygı göstermeye bizi mecbur eden ve bize akıldışına çıkmayı öğreten tinselciler utansın! Eğer onlar hiç olmasaydı daha az sefil ve daha az gülünç olurduk, bu hayal vaazcıları ve beş para etmez teselliciler artık hiçbir işimize yaramıyorlar; yalnızca kendimize dair, onlara dair ve gerçekliğimize dair bizi aldatmaya yaradılar. Kalpazanlar cezalandırılıyor ama yanlış fikirlere itibar kazandırarak yaşayanlar esirgeniyor, öyle mi? Hoşgörü bir aldatmacadır ve saygı bir sayıklama, bunu işitmek için para alıyor ve para ödüyoruz, cehennem ateşine gömülmeden önce bizi ölüme götürenleri ölüme yollayacağız, bizden esirgemedikleri yolları düzleştireceğiz, sonra son olacak.

Albert Caraco
Kaos’un Kutsal Kitabı
Çeviri: Işık Ergüden, Versus kitap

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz