ALBERT CARACO: DİN ARTIK BİR DÜZEN ÖĞESİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR!

Kaos’un Kutsal Kitabı

Onlar ısrarla bizim umut etmemizi ve inanmamızı istiyorlar, ne olursa olsun umut etmeliyiz, yeter ki umut edecek bir şey olsun, inanmamız gerekiyor, hem de neye olursa olsun, yeter ki bir şeye inanalım, beğenimize uygun saçmalıklar arasında tercih yapmakta özgürüz!

İNSANLARIN EN KÖTÜLERİ BUNDAN BÖYLE EN KAYGISIZ OLANLARDIR

İnsanların erişkin olmasını beklemek yerine (zaten erişkin olmaya karar verirler mi bilmiyoruz); bilginlerin ve akıl yürütücülerin çözemeyeceği çözümsüz problemler ve tanımlayamayacağı tanımsız paradokslar üzerinde onları aydınlatmaya çalışmak yerine; onlarda olmayan bu bilince çağrı yapmak yerine; bir fanatizmden başka bir şey olmayan bu iyi niyete çağırmak yerine; fanatizmden başka bir şey olmayan bu güzel inanca çağrı yapmak yerine; kabul görmüş bir sanrıdan başka bir şey olmayan bu güzel inanca çağrı yapmak yerine; mucize beklemek yerine -ki önceki her şey bu anlama gelmektedir-, her şeyin ölmesi gerekirmiş gibi hareket etmek gerekir, felaketten sonra hayatta kalmaya hazırlanmak gerekir, yaşanamaz bu dünyada varlığım sürdürecek olan geride kalan insanları düşünmek gerekir, yitik kitleyi umarsızca kaybedilmiş kabul etmek ve onun geçici varlığını dikkate alarak akıl yürütmeye çalışmamak gerekir. Benim ileri sürdüğüm şey gayri insani gelebilir, ama asıl bu yüzyılın gayri insaniliği giderek artacaktır ve vaazlar da bu niteliği değiştiremeyecektir, insanlar boş yere tapınaklara koşturuyorlar, ortak ölümün gölgesinde, tapınaklar sonunda müminlerin başına çökecektir.

Yüzyıl her şeyi seçmek istiyor ve bu yüzden bizim bir üslubumuz yok, yüzyıl her şeyi anlamak istiyor ve bu nedenle labirentten çıkamıyor, yüzyıl yitik kitleyi bile kitle olarak insanlaştırmak istiyor ve bu yüzden gezegen çapında insan kıyımına gidiyoruz. İmkânsızı istiyoruz ve ancak bir imkân kırıntısına sahip olacağız, Ay’a ayak basacağız ve orada kendi dışkılarımızı içeceğiz, çocuklarımız yarın iğrençlikleriyle bilinen şeyleri yiyor olacaklar, bizi bekleyen yaşam öyle saçma ve öyle dehşetli ki, en iyiler düzendense ölümü, deliliği ve kaosu tercih edecekler; ikincil ölüm için bir düzen, sürekli delilik ve örgütlü kaos. Gelecekteki düzen hiç görülmediği kadar gayri insani olacak; bize en büyük yalanları söyleyecek kadar bilgili, bizi en şaşmazcasına aldatacak kadar kurnaz, ılık ve sistematik olarak biçimsiz bir canavar, esrarengiz ve düz, kaçak ve despot, daima doymak bilmez, yakalanamaz olmayı elden bırakmayan bir düzen. En kötüsü, bizi tatlı umutlarla kandırdıktan sonra, mahvolmamızı engelleyemeyecek olmasıdır, çünkü bizim saflığımızdan yararlanabiliyor olsa da o hâlâ zaafın ta kendisidir.

Bu düzenin suiistimallerinden kaçamayacağız ve düzen bizden ne kaosu ne ölümü esirgeyecek, durumun mantığı bu, elli yüzyılın bizi buna yazgılı kıldığını hissediyoruz. İnsanların en kötüleri bundan böyle en kaygısızlarıdır, bizim durumumuz onların adilleri, azizleri, bilginleri ve filozofları alaya almasına imkân tanıyor, insanların en kötüleri hiç tartışmasız zafer kazanıyor ve görünüşe bakılırsa, haksız bile değiller, parçalanan biçimlerle ve çözülen değerlerle rahat rahat alay edebiliyorlar, bir kargaşa halinde istila ederek düzene yaslanabiliyorlar, her şeyin yok olma tehdidi altında olduğu bir vakitte her şeyin üzerine yükselebiliyorlar, karanlık yüzü seçmiş oldukları ve şenliğin galiplerini öldürdükleri için kendilerini değerli sanabilirler, ödüllerini alacaklardır. Kendimizi savunacak imkânımız yok, onlar uçuruma götüren akıntıyı izliyorlar, bizse geri çıkmak istiyoruz, suyun akışına karşı tek başımıza kürek çekiyoruz, düzene tek başımıza karşı koyuyoruz ve bu dünyada onların dalaverelerinin kurbanı olan bir sürünün arasında kolaylık sağlayıcı bir aygıt olmayı reddederek tek başımıza ayak diriyoruz.

Kimse bize hakikati söylemedi, hakikatin yeryüzünde savunucusu yok artık, tahminde bulunmak çok güç, giderek daha az sayıda insan hakikate erecek. Yüzyıl, gayet belirgin fikirlerin ölümünü gördü, hiçbir şey üzerinde anlaşamıyoruz, imalar, görgü kuralları ve çıkarlar hariç, başka her yerde muğlaklıklara serbestlik tanınmış. Hiçbir şey üzerinde anlaşamıyoruz, hatta hiçbir şeye inanamıyoruz, günümüzde bir şeylere inanmak için sanrılı biri olmak gerekiyor, bizim en yetkin zekâlarımızın hali içler acısı, bu durum onların hiç inancı olmadığını kanıtlıyor. Din artık bir düzen öğesinden başka bir şey değildir, daha da kötüsü kaos ve ölüm düzeninin öğesidir, bu dini yaşamaya çabalayanlar yarının sapkınları olacaktır ve yarın sapkınlık imanın yeniden samimileşmesine kanıt olacaktır, yüzlerce yerde sistemler parçalanıyor, ardından da mezhepler karınca gibi çoğalıyor, ama bizi ne birilerinin ateşli coşkusu ne de ötekilerin kendiliğindenliği kurtaracak. Şimdiden çok geç, burgaca girdik bile, bizi sürükleyen şeyden kaçamayacağız ve mahkûm olduğumuzu biliyoruz.

Bizim sözde tinselcilerimizin yavan laflarının suratımızda şakladığını işittiğimde ve insandan çok geviş getiren bir yığının bu budalalıklara kulak verdiğini gördüğümde, serseme çevrildiğimizi ve bize ayrılmış yazgıyı hak ettiğimizi hissediyorum. Bütün bu geviş getirenlerin kendi hayvanlık görevlerini yaptıklarını, sabanı çektiklerini, aştıklarını, boynuzladıklarını ve buzağıladıklarını biliyorum; sütlerini ve kimi zaman da etlerini devlete verdiklerini biliyorum; ama sonunda insanlaşmak gerektiğinin farkına varmalarını ve kendilerine öğretilen ya da vaaz edilen şeyin beş para etmediğini anlamalarını isterdim. Ayakta uyutan bu masal yığınlarına, alışkanlık gereği bile olsa nasıl inanabiliyorlar? Burada olmaktan utanmıyorlar mı, onurlarını yitirdiklerini ve bu konulara nezaket göstermenin başarısızlıklarının itirafından başka bir şey olmadığını hissetmiyorlar mı? Onların aradıkları entelektüel konforu artık kimse bulamaz, hiçbir gelenek bunu onlara sağlayamaz, yalnızca budalalık bize bu konforu verebilir. Bu kadar aşağıya mı düştük ki, meşruluk sıkıntısı çeken devlet başkanları sürüye karışıyor, otlamaya götürdükleri geviş getirenlerle birlikte komedi oynuyorlar?

İnsanların hiçbir şeyden umudu olmasaydı ve hiçbir şeye inanmasalardı, tohumlarım çoğaltmayı derhal reddederlerdi ve evrensel nüfus azalması yoluyla sorunlarımız bir ya da iki kuşak içinde çözülmüş olurdu. İleri sürdüğüm bu tezi yalnızca ben iddia ediyor değilim ama benim gibi düşünenler varsa da yazmaya ne kadar cesaret edecekler, bilemiyorum; dahası, bir kürsünün en tepesindeki profesör bu tezi bağıra bağıra duyurabilecek midir? Bu türden bir bilgiye hangi hükümet hoşgörü gösterir? Hangi zırvalarla dolu din buna hoşgörü gösterir? Onlar ısrarla bizim umut etmemizi ve inanmamızı istiyorlar, ne olursa olsun umut etmeliyiz, yeter ki umut edecek bir şey olsun, inanmamız gerekiyor, hem de neye olursa olsun, yeter ki bir şeye inanalım, beğenimize uygun saçmalıklar arasında tercih yapmakta özgürüz, yeter ki aptalca olsunlar. Oysa, umudun üstlendiği tüm amaçların ve imanın konu edindiği tüm nesnelerin ortak bir varlığı vardır: Sonsuza dek salak olmak ve üstelik, şimdi bir de bağışlanamaz olmak, çünkü bizden daha fazla özgürleşmiş imkânların ortasında bir kuşak daha aptal aptal duramayız.

İnsanlar kendi çocuklarının onları doğuranlardan daha bahtsız olduğuna, torunlarının daha da mutsuz olacağına ikna olduklarında, evrene çare olmadığına ikna olduklarında, bilimin mucize yapamayacağına ve göğün para keseleri kadar boş olduğuna ikna olduklarında, tüm tinselcilerin üçkâğıtçı olduğuna ve tüm yöneticilerin salak olduğuna, tüm dinlerin aşılmış olduğuna, tüm politikaların güçsüz olduğuna ikna olduklarında, kendilerini umutsuzluğa terk edecekler ve zındıklık içinde sürüneceklerdir, ama kısır öleceklerdir. Kısırlaşma kurtuluşun aldığı bir biçime benziyor, ama umutsuzluk olmadan, zındıklık olmadan erkekler kısırlaşmaya asla razı olmayacaklardır, kadınlar hiç olmayacaktır; bizi öldüren iyimserliktir ve iyimserlik en büyük günahtır. Umut etmeyi reddetmek ve inanmayı reddetmek, kaçınılmaz biçimde doğurmanın reddine yol açar, inkâr etmeye çabalanan bir bağdır bu, hatta dünyanın nüfusunu azaltmaya çalışanlar bile, bu ilişkiyi uygun biçimde ileri sürmeye cesaret edene kadar çok geç olacaktır. İşte bu yüzden nedenlere hiçbir şeyin etkisi yok; yol açtıkları etkilere ve kaçınılmaz sonuçlara üzülünüyor yalnızca.

Albert Caraco
Kaos’un Kutsal Kitabı
Çeviri: Işık Ergüden, Versus kitap

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz