Küçüğüm, korkunç dâhim, sevgilim, senin istediğin gibi de olsam, kayıtsız şartsız kölen de olsam, daima asıl sen beni affedeceksin. Affetmeye çalış. Cihan insanları içinde, en güzel, en iyi ve en namuslu sensin. Buna inan. Ahmet Arif, böyle söyler… Doğrudur… Haktır… Lâyıktır… Sana yakın, sana lâyık ve hele hele “senin” olmayı düşünebilmek bile bir cesarettir. Yürek ister.
“Sakın ha! Sakın, e mi? Sonra beni öldürürsün, unutma… “Yazma, vazgeç her şeyden, seversen diye düşünüyorum” diyorsun. Yavrum, nazlım, bunu nasıl yazdın bana? Düşünüyorsun ha. Acaba seni benden başka seven oldu mu? Sevmek kelimesini soy, çırıl çıplak karşına al da öyle düşün. “Yazma! Sevme!” ne demek? Beni, zorla âdi, boş, mânâsız, kendi kendine ihanet eden bir serseri haline getirmeği nasıl düşüne bildin?
Az çok bildiğin şerefli, sert ve acı bir mazim var (Hal, yani şimdiki zaman seninle başlar). İnan canım, sana rastladığım an, seni tanıdığım an, hepsi bana boş göründü. Boş ve çocuksu. Yine bildiğin gibi bir artistik istidadım var. Otorite geçinenler varsın dehâ desinler bana, dehânın da geçmişini sk…im dedirtme. Sen ki o kadar yiğit, o kadar kuvvetlisin. Ve bana “Sus kim seler duymasm”ı verdin, nasıl oluyor da böyle yanlış davranıyorsun?
“Kaçtın” diyorsun. Seni bırakıp kaçmadım. O kadar eşşek, egoist ve korkak mıyım? Kara haber, bileti aldıktan sonra ulaştı. Kendi korkunç şartlarımdan, çaresizliğimden, kahrolası parasızlığımdan, yine sana güvenerek muvakkaten kaçtım. Hayır, itildim, koparıldım. Bunda senin de ısrarın oldu… Sen sordun, sana yalan söyledim, param var canım dedim. Ah, sana söyleyemedim. Güner’e de söylenmez bu. Baban, annen yahut da sen, bana bir bahçıvanlık, kapıcılık veya asansörcülük olsun bulabilirdiniz. Ah, razıydım. Her şeylere razıydım. Ama sana söyleyemedim. Affet beni ömrüm benim. Senin yanında olmanın, sana merhaba, nasılsın demenin, her an bir arzunu beklemenin sonsuz saadetini, sonsuz hazzını, böylece eşşekliğimden, yaraladım. Yine affet, başka türlü kalamazdım. Kendi başıma bulacağım iş, tavizler, alçalmalar karşılığı olacaktı ki buna sen çok kızardın. Belki de beni öldürürdün.
Küçüğüm, korkunç dâhim, sevgilim, senin istediğin gibi de olsam, kayıtsız şartsız kölen de olsam, daima asıl sen beni affedeceksin. Affetmeye çalış. Cihan insanları içinde, en güzel, en iyi ve en namuslu sensin. Buna inan. Ahmet Arif, böyle söyler… Doğrudur… Haktır… Lâyıktır… Sana yakın, sana lâyık ve hele hele “senin” olmayı düşünebilmek bile bir cesarettir. Yürek ister. Bu dediklerim insan olana, erkek olanadır tabii. İnsan’dan mahrum bir cehennem karanlığında, nasıl da bulduk birbirimizi… Küçüğüm, sevgilim, imzası martıdan sıcak, uçan uzak martılardan daha sevimli, imzası uçan kuş, kendisi İNSAN sevgilim. Kıyma bana, sensiz edemiyorum. Sence zerre kadar bir değerim varsa, iler tutar bir tarafım kalmışsa, gel kıyma bana ve “korkuyorum” deme. Otur yaz, her gün, her gece bana yaz. Kavuşuncaya kadar. Sonra yazdıklarımızı okur, güler yahut ürperir, birbirimize geçmiş olsun deriz. Yahut da, ah asıl bu, gel beni kendin al, götür. Bugünler yalnız başıma gelecek kudrette değilim. Hem madden hem de manen bu böyle. Allah kahretsin bu aczimi. Güvendiğin biri de yok ki onu gönderesin. Söyle ne bok yiyeyim? Bu, senin halin, böyle devam ederse, benim de günlerim sayılı demektir. Mektubu nu sabah aldım. Şimdi akşam. Daha bir şey yemedim.
Sözde cigarayı bırakmağa niyetliydim. Bugünkü, inan bana unuttum kaçıncı paket. Evde bir ölüm sükûtu var. Sual sormağa korkuyorlar. Ah bir sorsalar da seni anlatsam… Ah bu rezil dünya seni tamsa, seni öğrense, seni anlasa… Kurbanın olurum Leylim, kendini üzme, boşu boşuna haksız yere kendini üzme, kurtar kendini. Bak, yanında ben varım. Seninle olduktan sonra yapamayacağım ne vardır? Önce kendine inan, kendini sev, sonra bana bel ver, bana yaslan, bak yaşaman nasıl aslî cevherini gösterecek. Üzme biç kendini, ölürüm sonra. Ölmek, hiçbir şey değil.”
(…)
Leylim Leylim
Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar
İş Bankası Kültür Yayınları