Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e mektup:
“Kırılmış balta yemiş ve sesi kuyularda boğulmuş biriyim”
Sevgili Canım,
Galiba, tek çıkar yol sana durup dinlenmeden yazmak. Hoş, bütün işim, seni düşünmek ya! Bu bok soyu alışkanlıklar, töreler, günah sevap ve ayıplar köleliği olmasa… Bütün tedirginliğimiz bundan. Bundan, yüzünü hayal etikçe ağzımın acılaşması. Şiirimdeki korkunç çırpınış, doymazlığım ve ölesiye beni terk etmeyecek hiçlik… Tanrıların beni kandırabilmelerini isterdim yahut ölümün anlamlı bir nen olmasını. Oldum olası idealist değilim. Materyalist felsefe çok şeyler verdi ama doyurmuş, kandırmış değil beni. Ya sen olmasaydın! Büsbütün iğrenç bulacaktım evreni. Saçmalamıyorum ya? Seninle, yüzyılların hayvan ötesi tutukluğuna ve donan insan düşüncesine bir can, bir haysiyet verebiliriz gibime geliyor. Yalansız, riyasız, çıkarsız bir haysiyet. Belki ömrümüz yetmez başarmaya, hiç değilse en zekilere ve teşnelere duyurabiliriz. Şimdi birileri olsa “Boş ver bu iri lafları, yaşayalım” derdi. Yaşamak, burnunu, kulaklarını, gözlerini ve oralarını unutarak yaşaması mümkün mü bizim gibilerin? Ben bütün bu -belki de manasız- iç sıkıntılarından senin var olduğunu hatırlayarak sıyrılıyorum. Bir pınar, bir dağ suyu gibi dinlendiriyor, kandırıyorsun. Bu bakımdan gelmiş geçmiş âdemoğulları içinde şüphesiz en şanslı durumdayım. Nasıl kıvranıyor, gizliden gizli seviniyorum bilsen… Kimseler yaşayamadı bunu diyorum kırılmış balta yemiş ve sesi kuyularda boğulmuş biriyim, doğru. Ama seni tanıyorum. Kimselerin Tanıyamayacağı, belki kabataslak bakıp içinden geçireceği seni… Ne dersin, düşünmenin ilmini alıyor muyum acep? Sen psikolojiyi benden iyi biliyorsun. -Daha doğrusu benim bi bok bildiğim yok.- Bu bahiste de gene en doğru sen düşünürsün. Bildiğim ye cesaretle söyleyebileceğim tek şey, abstrait olarak DÜŞÜNCE’yi bile sensiz ele alamadığımda-. Düşünceyi ve evreni. Hiç de dar bir görüş değil bu. Aksine ufkum, dehşetli genişliyor. Bilmem bu halime ne dersin dostum?
Sağlığına, kocandan memnun olmana çok seviniyorum lâkin tembelliğine ve bana çok geç yazmana gitgide içerliyorum ha! Sana kızılmaz oysa. Kırılınmaz. Belki de kırgınlığım kendime. Seni ve çevreni rahatsız edebileceğimi aklıma getirmeden, paldır küldür mektup yazışım bir intihardır belki de. Ödüm kopuyor Leylâ. Seni kırarım, üzerim yahut bunlara sebep olurum diye. Ben ki dünyada -gelmiş geçmiş- üç beş kişiden gayrısına saygı duymadım.
“Dost, dost diye hayaline geldiğim
– Dost ise çevirmiş yüzünü benden
-Hani dost uğruna can baş verenler?
– Evvel lekitmezdi gözünü benden”, mütiş bir türkü bu . Şairide çok çekmiş anlaşılan. Bak , yaşamış dövüşmüş kelle vermiş gitmişler. Türküleri kalmış. Bizler insan olalım, sevişelim kötülüklerin kökünü kurutalım diye, kalmış türküler.
Sâna mutlaka geleceğim ne bok yerse yesin kötüler, geleceğim. Pusuda fırsat kolluyorum şimdi. Bir an bile yalnız, sıkıntılı kalmana dayanamam. Palavra tabiriyle şerefli, gerçek anlamıyla yegâne zevkli ve vazgeçemeyeceğim bir duyu bu. Buna da “ne dersin?” diyeceğim.
Oturup yazsana bana. Boş vaktin çok. Yazmaktan sıkılıyorsan, telefonunu ver de konuşur sorarım hiç değilse. Hem “Ne yaparsan yap, istersen küfret ama senin için aklıma bile getiremeyeceğim şeyleri düşünme” diyorsun, hem de ayda yılda bir mektubu reva görmüyorsun Ahmet kuluna! Bir zaman “bu merhamet” diye dellendim. Sonra sana bunu yakıştırmanın namussuzluk olacağını düşünerek tiksindim bu duyudan. Sahiden bâzı çok eşekçe ihtimaller geçirmişim aklımdan. Affet canım. Senden daha mert ve daha erkek kim geldi ki bu dünyaya. Uzaklıktan, ayrılıktan ve kötü günlerimin çokluğundan, anlaşılan. Affet e mi? İçimde tutamam, senin hakkında acı bir düşüncem olursa. Söylemesem sana zehirlenirim. İyi ve güzel düşünleri de. Zaten, senden gayrı güzel düşün olur mu ki.
Hiltonoman hanımlarla nasılsın? Kendisi yatmayı göze aldı ama yatılacak gibi mi acep? Hoş benim bu taraklarda bezim yok, otel komisyoncusu değilim, zengin hiç değil. Gene de hayalim işledi işte. Ne dost, ne güzel, ne ölünecek kızsın be! Bu bok hengâmede, bu deliler, aptallar, eşekzadeler ve kısırlıklara rağmen sen varsın. Sen yaşıyorsun. Veyl onlara ki seni tanımadan ölüp gitmişler!
Veyl! Hâlâ da tanımayanlara.
Gözlerinden öperim canım. Hemen yaz.
29 Haziran 1955
Kaynak kitap: Leylim Leylim
(Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar)
İş Bankası Kültür Yayınları 240 s. ISBN : 9786053609308