Yuval Noah Harari: Öğretmenin öğrencilerine vermesi gereken son şey bilgi!..

1609

Eğitim: Değişmeyen tek şey değişimdir

İnsanlık eşi benzeri görülmemiş devrimlerin şafağında. Tüm eski anlatılarımız ufalanıp gidiyor ve onların yerine geçecek yeni bir anlatı henüz ortaya çıkmadı. Kendimizi ve çocuklarımızı böyle emsalsiz dönüşümlerin ve esaslı belirsizliklerin hüküm sürdüğü bir dünyaya nasıl hazırlayabiliriz? Bugün doğmuş bir çocuk, 2050’de otuz küsur yaşında olacak. Her şey yolunda giderse, bu bebek 2100 yılında hâlâ hayatta olacak. Hatta belki 22. yüzyılın etkin yurttaşlarından biri bile olabilir. 2050 yılında ya da 22. yüzyılda hayatta kalabilmesi ve başarılı olabilmesi için bu bebeğe ne öğretmeliyiz? İşe girebilmek, etrafında olan biteni anlamlandırabilmek ve yaşam labirentinde yol alabilmek için ne gibi becerilere ihtiyaç duyacak?
Maalesef kimse bırakın 2100’ü, 2050’de dünya neye benzeyecek bilmediğinden bu soruların cevabını da bilmiyoruz. Tabii ki insanlar asla geleceği net bir şekilde tahmin edememiştir. Ama günümüzde bu çok daha zor çünkü teknoloji beden, beyin ve zihin mühendisliği yapabilmemizi olanaklı kılınca, daha önce sabit ve ebedi görünenler de dahil hiçbir şeyden emin olamıyoruz.

Bin yıl önce, 1018’de insanların gelecek hakkında bilmediği bir sürü şey vardı ama en azından toplumun temel özelliklerinin aynı kalacağına kaniydiler. 1018’de Çin’de yaşıyor olsaydınız 1050’ye gelindiğinde Song İmparatorluğu’nun çökmüş olabileceğini, kuzeyden gelen Hitaylar’ın toprakları işgal edebileceğini ve milyonlarca insanın salgın hastalıklardan ölebileceğini tahmin edebilirdiniz. Ancak 1050’de bile çoğu insanın çiftçilik ya da dokumacılıkla uğraşacağı, hükümdarların ordu ve memuriyetlerde çalıştıracak insanlara ihtiyaç duyacağı, erkeklerin hâlâ kadınlardan üstün görüleceği kesindi. Dolayısıyla 1018’de fakir Çinli aileler çocuklarına pirinç ekmeyi ya da ipek dokumayı öğretirken varsıl Çinli aileler oğullarına Konfüçyüs’ün eserlerini okumayı, güzel yazı yazmayı ya da ata binmeyi; kızlarına da mütevazı ve yumuşak başlı bir ev kadını olmayı öğretiyorlardı. Bu becerilere 1050′ de de ihtiyaç duyulacağı barizdi.
Oysa günümüzde Çin’in ya da dünyanın geri kalanının 2050’de neye benzeyeceğine dair bir fikrimiz yok. İnsanlar geçimlerini sağlamak için ne yapacak bilmiyoruz, ordular ya da bürokrasiler nasıl işleyecek bilmiyoruz, cinsiyet ilişkileri neye benzeyecek bilmiyoruz. Büyük olasılıkla kimi insanlar şimdikinden çok daha uzun yaşayacak. Biyomühendislik ve beyinle bilgisayar ara yüzleri arasında kurulacak doğrudan bağlantılarla insan bedeni de eşsiz bir devrim geçirebilir. Bu yüzden çocukların bugün öğrendikleri 2050’de hiçbir işlerine yaramayabilir.

Günümüzde çoğu okul bilgi yüklemeye odaklanıyor. Eskiden bunun bir anlamı vardı çünkü bilgi azdı ve yavaş yavaş sızan mevcut bilgilerin önü sık sık sansürle kesiliyordu. Mesela ı8oo’lerde Meksika’da bir taşra kasabasında yaşasaydınız dünyanın geneli hakkında çok fazla bilgi edinmeniz zordu. Radyo, televizyon, günlük gazete ya da halk kütüphaneleri yoktu.1 Okuma yazma bilip özel bir kütüphaneye erişebilseniz dahi roman ve dini risaleler dışında okuyacak pek bir şey bulamazdınız. İspanyol İmparatorluğu yerel yayınlara ağır sansürler uyguluyordu ve dışarıdan sadece kontrol edilmiş az sayıda neşriyat girmesine izin veriyordu.2 Aynı şey Rusya, Hindistan, Türkiye ya da Çin’in taşrasındaki kasabalar için de geçerliydi. Çağdaş okullar devreye girdiğinde, her çocuğa okuma yazma öğretmek ve coğrafya, tarih ve biyolojiye dair temel bilgilerin aktarılması muazzam bir gelişim yaşandığının göstergesiydi.

Oysa 21. yüzyılda inanılmaz miktarda bilgiye maruz bırakılıyoruz ve sansürcüler bile bunları durdurmaya çalışmıyor. Onun yerine yanlış bilgi yayıp lüzumsuz şeylerle dikkatimizi dağıtmaya çalışıyorlar. Meksika’nın bir taşra kasabasında şimdi yaşıyorsanız ve elinizin altında bir akıllı telefon varsa okuyup dinleyebileceğiniz Vikipedi maddelerine, TED konferanslarına, ücretsiz çevrimiçi derslere bakmaya ömrünüz yetmez. Hiçbir hükümet hoşuna gitmeyen tüm bilgilerin üstünü örtme beklentisine giremez. Öte yandan kamuyu birbiriyle çelişen haberlere ve dikkat dağıtıcı ıvır zıvıra boğmak da korkutucu ölçüde kolay. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar Halep’in bombalanmasından ya da Kuzey Kutbu’nda eriyen buz tabakasından bir tık uzak ama o kadar çok çelişkili bilgi var ki neye inanacağını bilmek zor.

Ayrıca bir tık uzakta sayısız başka şey de olduğu düşünülünce tek bir şeye odaklanmak zorlaşıyor ve siyaset ya da bilim aşırı karmaşık geldiğinde bir kedi videosu, sosyete dedikodusu ya da porno izlemek daha cazip gelebiliyor.
Böyle bir dünyada bir öğretmenin öğrencilerine vermesi gereken son şey daha fazla bilgi. Zaten gereğinden fazlasına maruz kalıyorlar. Bunun yerine insanların bilgiyi anlamlandırabilme, neyin önemli neyin önemsiz olduğunu ayırt edebilme ve her şeyden önce de pek çok bilgi parçasını dünyaya ilişkin geniş bir resme dönüştürebilme yeteneğine gereksinimleri var.
Aslında bu yüzyıllardır Batılı liberal eğitimin ideali ama şimdiye dek çoğu Batılı okul bu ideali uygulamaya geçirmek konusunda etkili davranamadı. Öğretmenler verileri göstermeye odaklanıp çocukları “kendi kendine düşünmeye” teşvik etmekle yetindi. Liberal okullar otoriter rejimlerden korktukları için büyük anlatılara dehşetle yaklaştılar. Öğrencilere bolca veri ve bir miktar özgürlük sağlarsak, kendi kendilerine dünyaya dair bir resim çizerler ve eğer bu nesil tüm verileri sentezleyip tutarlı ve anlamlı bir dünya görüşü yaratmayı başaramazsa, gelecekte iyi bir sentez oluşturmak için daha çok zamanımız var diye düşündüler. Artık zamanımız kalmadı. Önümüzdeki dönemlerde alacağımız kararlar, bizzat hayatın geleceğini şekillendirecek ve bu kararları ancak mevcut dünya görüşümüz doğrultusunda verebiliriz. Bu nesil evrene dair kapsamlı bir görüşten yoksun kalırsa, yaşamın geleceğine rasgele karar verilir.

İşler kızıştı
Çoğu okul bilginin yanı sıra öğrencilere diferansiyel denklem çözmek, C++ diliyle bilgisayar kodu yazmak, bir test tüpündeki kimyasalları tespit etmek ya da Çince konuşmak gibi bir dizi önceden belirlenmiş yetenek kazandırmaya fazlasıyla yoğunlaşıyor. Fakat 2050’de dünyanın ve iş piyasasının neye benzeyeceğini bilmediğimizden, insanların hangi hususi becerilere ihtiyaç duyacağını da bilmiyoruz aslında. Çocuklara C++ ya da Çince öğretmek için bir sürü çaba harcayıp, 2050’ye gelindiğinde yapay zekânın insanlardan çok daha iyi kod yazabildiğini ve yeni Google Çeviri uygulaması sayesinde sadece “Ni hao” demeyi bilseniz de neredeyse kusursuz bir şekilde Mandarin, Kantonca ya da Hakka dillerinde sohbet edebileceğimizi keşfedebiliriz.
O vakit, ne öğreteceğiz? Çoğu pedagoji uzmanı okulların şu dört şeyi öğretmeye başlaması gerektiğini savunuyor: eleştirel düşünce, iletişim, işbirliği ve yaratıcılık.’ Kabaca ifade edecek olursak, okullar teknik becerileri ikinci plana alıp genel amaçlı yaşam becerilerine ağırlıkvermeli. Hepsinden önemlisi de değişimle başa çıkma, yeni şeyler öğrenebilme ve alışılmışın dışında durumlarda akli dengeyi koruyabilme becerileri olacak. 205o’nin dünyasına ayak uydurabilmek için sadece yeni fikirler ve ürünler icat etmek yeterli gelmeyecek; önce kendinizi tekrar tekrar yeniden inşa etmeniz gerekecek.
Çünkü değişim hızı arttıkça, sadece ekonomi değil “insan olmak” kavramının anlamı da mutasyona uğrayabilir. Daha 1848’de Komünist Manifesto, “Katı olan her şey buharlaşır,” diye bildirmişti. Ne var ki Marx ve Engels’in aklında ağırlıklı olarak toplumsal ve ekonomik yapılar vardı. 2048’e gelindiğinde fiziksel ve bilişsel yapılar da buharlaşacak ya da veri parçacıkları bulutlarına karışacak.
1848’de milyonlarca insan çiftliklerdeki işlerinden olup fabrikalarda çalışmak için şehirlere taşınıyordu. Ama büyükşehre vardıklarında cinsiyetlerini değiştirmeleri ya da altıncı his geliştirmeleri uzak bir ihtimaldi. Ve olur da bir tekstil fabrikasında iş bulurlarsa, çalışma hayatlarının tamamını bu işte geçirmeyi düşünebilirlerdi.
2048’de insanların siberâlemegöç etmekle, akışkan cinsel kimliklerle ve bilgisayar implantlarıyla sağlanan yeni duyusal deneyimlerle başa çıkması gerekebilir. Diyelim üç boyutlu bir sanal gerçeklik oyunu için son moda kıyafetler tasarlamak gibi keyifaldıkları bir iş buldular; on sene içinde hem bu iş kolunun hem de bu seviyede sanatsal yaratıcılık gerektiren tüm mesleklerin yapay zekâ tarafından ele geçirilmeyeceği ne malum? Yani yirmi beş yaşında bir çöpçatan sitesine kendinizle ilgili, “Yirmi beş yaşında, Londra’da yaşayan ve moda sektöründe çalışan heteroseksüel bir kadın,” yazıyorsunuz. Otuz beş yaşında tanımınız, “Cinsiyeti belirsiz, yaş değişimi geçiren, neokortikal faaliyeti çoğunlukla Yeni-Kozmos sanal âleminde süren ve hayatının amacı hiçbir modacının ulaşamadığı doruklara ulaşmak olan biri,” olarak değişiyor. Kırk beşinize geldiğinizde flört de kendini tanımlamak da modası geçmiş şeyler. Bir algoritmanın size en uygun eşi bulmasını (ya da yaratmasını) bekliyorsunuz. Hayatın anlamını moda tasarımında bulmaya gelince, algoritmalar sizi öyle geride bırakmış ki, önceki dönemlerde yakaladığınız büyük başarılara bakınca kıvanç değil utanç duyuyorsunuz. Ve kırk beş yaşında, önünüzde daha nice radikal değişimler var.

Lütfen bu senaryoyu olduğu gibi algılamayın. Yaşanacak belirli değişiklikleri hiç kimse tahmin edemez. Herhangi bir senaryo muhtemelen gerçeğin yanına bile yaklaşamayacaktır. Biri size 21. yüzyılın ortasında dünyanın nasıl olacağını tasvir eder ve bu size bilimkurgu gibi gelirse, bu büyük olasılıkla yanlış bir tasvirdir. Ama biri size 21. yüzyılın ortasında dünyanın nasıl olacağını tasvir eder ve bu size bilimkurgu gibi gelmezse, bu kesinlikle yanlış bir tasvirdir. Ayrıntılardan emin olamayız ama değişimin kendisi kesin olan tek şey.
Böyle yoğun bir değişim pekâlâ hayatın temel yapısını dönüştürüp en çarpıcı unsurun sürekliliğine gölge düşürebilir. Çok eski dönemlerden beri hayat birbirini tamamlayan iki parçaya ayrılıyordu; öğrenme evresini takiben çalışma evresi geliyordu. Hayatınızın ilk döneminde bilgi biriktiriyor, beceriler geliştiriyor, dünya görüşü ediniyor ve sabit bir kimlik inşa ediyordunuz. On beş yaşında gününüzün çoğunu (okul yerine) ailenizin pirinç tarlasında geçirseniz bile yaptığınız en önemli şey öğrenmekti; pirinç ekip biçmeyi, büyük şehirden gelen açgözlü pirinç tüccarıyla pazarlık etmeyi ve toprak ve su yüzünden diğer köylülerle aranızda çıkan anlaşmazlıkları çözmeyi öğreniyordunuz. Hayatınızın ikinci evresinde dünyada yolunuzu bulmak, geçiminizi sağlamak ve topluma katkı sağlamak için edindiğiniz becerilere güveniyordunuz. Tabii ki elli yaşında bile pirinç, tüccarlar ve anlaşmazlıklar hakkında yeni şeyler öğreniyordunuz ama bunlar yalnızca iyice şekillenmiş becerilerinize atılan ufak çentiklerdi.

21. yüzyılın ortasına gelindiğinde, ivme kazanan değişim ve buna ek olarak ortalama yaşam süresinin uzaması sonucu bu geleneksel model hükmünü yitirecek. Yaşamın elle tutulacak bir tarafı kalmayacak ve farklı evreler arasında gitgide daha az bir süreklilik gözlemlenecek. “Ben kimim?” sorusu her zamankinden daha ivedi ve karmaşık bir soruya dönüşecek.4
Bu durumun yoğun gerginlikler içermesi muhtemel. Zira değişim neredeyse her daim gerginlik yaratır ve çoğu insan belli bir yaştan sonra değişimden hazzetmez. On beş yaşındayken tüm hayatınız değişimden ibarettir. Bedeniniz büyür, zihniniz gelişir, ilişkileriniz derinleşir. Her şey akış halinde, her şey yenidir. Kendinizi keşfetmekle meşgulsünüzdür. Çoğu genç durumu tedirginlikle karşılar ama aynı zamanda heyecan duyar. Önünüzde yeni ufuklar açılır ve fethedeceğiniz koca bir dünya vardır.

Elli yaşına geldiğinizde değişmek istemezsiniz ve çoğu insan dünyayı fethetmekten umudu kesmiştir. Yaşadık gitti kafasına girersiniz. Sabit koşulları tercih edersiniz. Becerilerinize, kariyerinize, kimliğinize ve dünya görüşünüze bir sürü yatırım yapmış olduğunuz için yeni baştan başlamak istemezsiniz. Bir şeyi kurmak için ne kadar çaba sarfettiyseniz, ondan vazgeçmek ve yeni bir şeye yer açmak da o kadar güçtür. Halen yeni deneyimlerden ve minik ayarlardan keyif alsanız da ellilerindeki çoğu insan kimliklerinin ve kişiliklerinin derin yapısını elden geçirmeye hazır ve nazır değildir.

Bunun nörolojik nedenleri var. Yetişkin beyni bir zamanlar sanıldığından daha esnek ve değişken olsa da şekillendirmeye gençlerin beyinlerinden daha az müsaittir. Nöronları yeniden birbirine bağlamak ve sinapsları baştan yapılandırmak çok zor iştir.5 Ama 21. yüzyılda istikrar sağlama şansınız az. Sabit bir kimliğe, işe ya da dünya görüşüne sarılmaya çalışırsanız dünya yanınızdan vın diye geçerken bakakalma riskiniz var. Ortalama yaşam süresinin uzama olasılığını göz önüne alırsak, uzun yıllar boyunca budala bir fosil gibi kalabilirsiniz. Sırf ekonomik açıdan değil, en önemlisi toplumsal açıdan işlevinizi koruyabilmek için durmadan öğrenme ve kendinizi baştan inşa etme yeteneğine ihtiyacınız var; hele ki elli gibi genç bir yaşta.

Yabancılık çekmek normalleşeceğinden tüm insanlığın eski deneyimleriyle beraber kendi eski deneyimleriniz de daha az güvenilir kılavuzlar haline gelecek. İnsanlar birey olarak da bir bütün olarak da süper zekâlı makineler, biyomühendislik ürünü bedenler, duygularınızı son derece isabetli bir şekilde yönlendirebilen algoritmalar, insanların sebep olduğu ani iklim felaketleri ve on yılda bir meslek değiştirmek zorunda kalmak gibi daha önce kimsenin karşılaşmadığı şeylerle başa çıkmak zorunda kalacak. Daha önce hiç karşılaşılmamış bir durumla yüzleşince yapılacak en doğru şey nedir? İnanılmaz miktarlarda bilgi yağmuruna tutuluyorsanız ve bunları sindirip analiz etmenizin hiçbir yolu yoksa nasıl davranmalısınız? Yoğun belirsizlik halinin bir arıza değil de bir özellik olduğu bir dünyada nasıl yaşanır?
Böyle bir dünyada hayatta kalıp başarı sağlamak için zihninizi son derece esnek, duygusal dengenizi son derece ihtiyatlı kullanmaya ihtiyacınız var. Durmadan hâkim olduğunuz şeyleri geride bırakmak ve bilinmezliği benimsemek durumunda kalacaksınız. Ne yazık ki çocuklara bilinmezi kucaklamayı ve akli dengelerini korumayı öğretmek, bir fizik denklemi ya da I. Dünya Savaşı’nın nedenlerini öğretmekten çok daha zor. İnsan dirençli olmayı bir kitap okuyup ya da bir ders dinleyip öğrenemez. Genellikle öğretmenlerin kendileri de 21. yüzyılın gerektirdiği zihinsel esneklikten yoksun çünkü onlar da eski eğitim sisteminin ürünü.

Sanayi Devrimi bize seri üretim bandı kavramı üzerine kurulu bir eğitim kuramı miras bıraktı. Şehrin orta yerinde beton bir bina var, içinde birbirinin aynı bir sürü oda, hepsinin içinde sıra sıra masa ve sandalyeler. Zil çalınca hepsi aynı yıl doğmuş otuz çocukla beraber bu sınıflardan birine giriyorsunuz. Her saat bir yetişkin gelip konuşmaya başlıyor. Hepsi bunun için devletten maaş alıyor. Biri dünyanın şekli hakkında konuşuyor, öbürü insanlığın geçmişini anlatıyor, bir üçüncüsü insan bedenini açıklıyor. Bu modeli alaya almak kolay ve eski başarılarına rağmen artık iflas ettiğine neredeyse herkes katılıyor. Ama henüz bir alternatif geliştirmedik. Hele ki sadece Kaliforniya’nın üst sınıfmahallelerinde değil, Meksika taşrasında da uygulanabilecek hiçbir seçenekyok.

İnsanları hacklemek
O yüzden Meksika, Hindistan ya da Alabama’nın bir yerlerinde miadını doldurmuş bir okula kısılıp kalmış on beş yaşındaki bir gence verebileceğim en iyi tavsiye: yetişkinlere fazla bel bağlama. Çoğu iyi niyetli ama dünyayı anlamıyorlar işte. Eskiden yetişkinleri örnek almak nispeten sağlam bir yoldu çünkü dünyayı oldukça iyi biliyorlardı ve dünya yavaş değişiyordu. Ama 21. yüzyıl farklı olacak. Değişimin artan hızı yüzünden, yetişkinlerin söylediği şeylerin eskimeyecek bir bilgi mi yoksa modası geçmiş bir önyargı mı olduğu belli olmayacak.

Peki onun yerine neye bel bağlanabilir? Teknolojiye mi? Bu daha da riskli bir kumar. Teknolojinin pek çok faydası görülebilir ama hayatınızda çok yer kaplarsa, onun gündemine esir düşebilirsiniz. İnsanlar binlerce yıl önce tarımı keşfetmiş ama bu teknoloji sadece bir avuç seçkini zenginleştirirken insanların çoğunu tutsak etmiş. Çoğu insan kendini sabahtan akşama ot yolarken, kavurucu güneşin altında su kovaları taşıyıp mısır toplarken bulmuş. Aynı şey sizin de başınıza gelebilir.

Teknoloji kötü bir şey değil. Hayattan beklentiniz belliyse, teknolojinin o şeyi elde etmenize yardımı dokunur. Ama hayattan ne beklediğinizi bilmiyorsanız, teknolojinin amaçlarınızı şekillendirmesi ve hayatınızın kontrolünü ele geçirmesi çok kolaydır. Özellikle de teknoloji insanları daha iyi anladıkça, o size hizmet edeceğine siz ona hizmet eder hale gelirsiniz hızla. Suratları akıllı telefonlarına yapışmış şekilde sokaklarda dolaşan zombileri gördünüz mü? Sizce onlar mı teknolojiyi kontrol ediyor, yoksa teknoloji mi onları?
O zaman kendinize mi güveneceksiniz? Susam Sokağı ya da eski moda bir Disney filminde kulağa harika bir fikir gibi gelir bu. Ama gerçek hayatta o kadar işe yaramıyor. Disney bile idrak etmeye başladı durumu. Tıpkı Riley Andersen gibi çoğu insan da kendisini çok az tanır ve “kendilerini dinlemeye” çalıştıklarında dışsal yönlendirmelere kolayca yenik düşerler. Kafamızın içinde duyduğumuz ses oldum olası güvenilir değildi çünkü her zaman biyokimyasal arızaların yanı sıra devlet propagandası, ideolojik beyin yıkama ve ticari reklamları yansıtıyordu.

Biyoteknoloji ve makine öğrenmesi geliştikçe insanların en derin duygu ve arzularını yönlendirmek kolaylaşacak ve sadece yüreğinin sesini dinlemek her zamankinden daha tehlikeli bir hal alacak. Coca-Cola, Amazon, Baidu ya dahükümetyüreğinizin iplerinielindetutmayı ve beyninizdeki bu tonlara basmayı bilirse, kendi benliğinizle onların pazarlama uzmanlarını birbirinden ayırabilir misiniz?
Böyle göz korkutucu bir işin altından kalkabilmek için, işletim sisteminizi daha iyi tanımak adına büyük çaba sarfetmeniz gerekir. Ne olduğunuzu ve hayattan beklentinizi bilmek için. Elbette bilindik en eski nasihatlerden biridir bu: kendini bil. Filozoflarve peygamberler binlerce yıl boyunca insanları kendilerini tanımaya teşvik etmişler. Ama bu tavsiye 21. yüzyılda daha önce hiç olmadığı kadar ivedi çünkü Lao Tzu ya da Sokrates zamanlarının aksine şimdi karşınızda ciddi bir rakip var. Coca-Cola, Amazon, Baidu ve hükümet sizi ele geçirmek için yarışıyor. Akıllı telefonunuzu, bilgisayarınızı, banka hesabınızı değil, sizi ve organik işletim sisteminizi ele geçirme yarışındalar. Bilgisayarların “hacklendiği” bir çağda yaşadığımızı duymuşsunuzdur ama bu gerçeğin olsa olsa küçük bir kısmı. Aslında insanların “hacklendiği” bir çağda yaşıyoruz.

Algoritmalar şu anda sizi izliyor. Nereye gittiğinizi, ne aldığınızı, kiminle buluştuğunuzu izliyorlar. Yakında attığınız her adımı, aldığınız her nefesi, kalbinizin her atışını takip edecekler. Büyük veri ve makine öğrenmesi sayesinde sizi gitgide daha iyi tanımayı umuyorlar. Ve bu algoritmalar sizi sizden daha iyi bilir hale gelince sizi kontrol edipyönlendirebileceklerve bu konuda yapabileceğiniz pek bir şey bulunmayacak. Matriste ya da Truman Show’da yaşayacaksınız. Sonuçta basit bir ampirik mesele bu: algoritmalar içinizde nelerdöndüğünü sizden daha iyi bilirse otorite onlara geçer.
Tabii tüm otoriteyi algoritmalara devredip sizin ve tüm dünyanın yerine kararları onların almasında hiçbir sakınca görmeyebilirsiniz. Öyleyse rahatlayın ve olayları akışına bırakın. Hiçbir şey yapmanız gerekmiyor. Algoritmalar her şeyi halleder. Ama kendi varoluşunuzun ve hayatın geleceğinin kontrolünü bir nebze de olsa elinizde tutmak istiyorsanız algoritmalardan daha hızlı, Amazon’dan daha hızlı, hükümetten daha hızlı koşmalı ve kendinizi onlardan önce tanımalısınız. Hızlı koşabilmek için yanınıza fazla yük almayın. Tüm yanılsamalarınızı geride bırakın. Fazla ağırlık yapıyorlar.

Yuval Noah Harari
21. Yüzyıl İçin 21 Ders

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz