Veysi Sarısözen: Türk medyası “düşmansız” var olamaz hallere düşmüştür

Devletler arasında savaş bitince barış imzalanır, bir süre sonra da, her gün birbiriyle iç içe yaşamayan, örneğin Türkler, Çinliler ve Koreliler gibi, sivil insanlar savaşın acılarını unutur ve birbirleriyle ilişkiye girerler. Ama aynı topraklarda yaşayan ve yaşayacak olanlar arasında bugünkü savaş medyasının yaptığı savaş, nefret, kin ve intikam yayınları, kimbilir ne kadar sürecek olan bir “yabancılaşmaya, düşmanlaşmaya” yol açar. Halkların arasındaki düşmanlıklar, devletlerin arasındaki düşmanlığa benzemez. Devletler arasındaki düşmanlığı devletler yaratır ve devletler sona erdirir. Ama halkların arasındaki dostluk ve kardeşlik ağaca benzer, bir kere bu kardeşlik ağacı kurutulursa, bir daha yeşermez.

Ha ‘beyaz zehir’, ha ‘beyaz köşe yazısı’

Medya büyük çoğunluğuyla savaş medyasına dönüştü.

Savaşa karşı barıştan yana konuşmak yerine neredeyse hemen bütün köşe yazarları, bütün manşetler ve ekranlar, savaşın acılı, ağır ve kanlı ve bir o kadar da kaçınılmaz sonuçlarını istismar eden bir kirli yönteme başvurmaya başladı.

İşin aslına bakılırsa, bir savaş durumunda medyanın böyle bir yönteme başvurması, kendi “cephe gerisindeki” sivil halkın savaş kayıpları karşısında maneviyatını ayakta tutmak ve savaştığı düşmana karşı halkın nefretini kamçılayarak, savaşın halk üzerindeki korkunç sonuçlarını gözlerden gizlemek amacıyla bağlı olan, doğal bir durumdur.

Ama bu savaş, başka bir devletle yapılan savaş değildir. Kore savaşı esnasında Kuzey Kore’ye ve Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı yürütülen bu tür savaş propagandası ile, Kürt halkına ve onun örgütlerine karşı yürütülen savaş propagandası aynı şey değildir.

Kore savaşı bittikten sonra, halkın üzerinde bu propagandanın bir zırnık etkisi bile kalmamıştır. Şu anda, Kuzey Kore’ye olmasa da, Çin Halk Cumhuriyeti’ne giden Türklerin kafasında 1950 yıllarında medyanın yarattığı Çin düşmanlığının yerini, Çin pazarından pay kapma heyecanı almıştır.

Ama bugün yaşanan savaş, aynı devlet çatısı altında yaşayan ve eğer bu savaş bir an önce sona ererse yine aynı devlet çatısı altında yaşayacak olan, iki halkın desteklediği silahlı güçler arasında sürüyor ve giderek bu savaş adım adım ve tehlikeli bir şekilde Türk ve Kürt sivillerini de içine doğru çekiyor.

Devletler arasında savaş bitince barış imzalanır, bir süre sonra da, her gün birbiriyle iç içe yaşamayan, örneğin Türkler, Çinliler ve Koreliler gibi, sivil insanlar savaşın acılarını unutur ve birbirleriyle ilişkiye girerler. Ama aynı topraklarda yaşayan ve yaşayacak olanlar arasında bugünkü savaş medyasının yaptığı savaş, nefret, kin ve intikam yayınları, kimbilir ne kadar sürecek olan bir “yabancılaşmaya, düşmanlaşmaya” yol açar. Halkların arasındaki düşmanlıklar, devletlerin arasındaki düşmanlığa benzemez. Devletler arasındaki düşmanlığı devletler yaratır ve devletler sona erdirir. Ama halkların arasındaki dostluk ve kardeşlik ağaca benzer, bir kere bu kardeşlik ağacı kurutulursa, bir daha yeşermez.

İşte bugünün medyasının yaptığı, var güçle iki halk arasındaki dostluk ve kardeşlik ağacını kurutmaya hizmet ediyor. Bu, bilelim ki, orduyla Kürt halkı arasındaki kırılmadan bin defa daha tehlikelidir ve onarılması mümkün değildir. Muğlalı paşanın cinayeti Kürtlerin yüreğinde derin bir öfke doğurmuştur, ama onun yargılanması ve adının kışla kapılarından silinmesi bu öfkeyi aynı hızla ortadan kaldırmıştır. Buna karşılık medyanın şimdi yaptığı savaş propagandası iki halkı birbirine düşman ediyor. Bu düşmanlık tehlikelidir. Medya suç işliyor.

İyi de aklı başında köşe yazarları neden bu suça ortak oluyor?

Medya artık “bacasız fabrikalar topluluğudur.” Nasıl savaş sırasında bir işçi, aç kalmamak, çocuklarını okutmak, barındırmak için bir silah fabrikasında çalışmak zorunda kalıyorsa, ürettiği silahlar, onun iradesinin, tercihinin dışında insanları öldürüyorsa, bu “çağdaş beyaz yakalı emekçiler” de, silah fabrikası işçisinden biraz farklı olarak, örneğin karın doyurmak ve çocuklarını okutup, barındırmaktan çok daha fazlası için, büyük maaşlar, tatiller, tarifsiz çıkarlar için bu “bacasız fabrikalar”da çalışıyorlar. Onlar “düşünce” değil, medya pazarı için “düşünce markalı meta” üretiyorlar. Ürettikleri metanın pazarda sürümü için, bu köşe yazarları, “bacasız fabrika”nın patronları, devlet ve psikolojik savaş propaganda merkezleriyle, eğitim kurumları, Diyanet, tarikat ve benzerleri tarafından yönlendirilen bu pazara uygun “mal” üretmek zorunda kalıyorlar.

Kötü para iyi parayı nasıl piyasadan kovarsa, yalan haber gerçeği kovar. İri manşetli, sansasyonel haberlerle piyasada “iş” yapan bir gazete ya da TV, bu tür haberlere “medya piyasasını” bağımlı hale getirir. Tıpkı uyuşturucu bağımlısı gibi, bu tür bir piyasaya, daha fazla sansasyon, daha fazla magazin, daha büyük “şok üstüne şok” haberler sürmek gerekir. Dozu arttırmak gerekir.

Bakın şu Taraf’ın durumuna. Ona, elden “şok” yaratacak “haberler” verildi. O da bu haberleri, “şok”layarak piyasaya sürdü, piyasada bu “şoklara” bağımlılık yarattı. Piyasanın benzer haberlere talebi büyüdü. Ergenekon haberleri tükenince, Wikileaks haberlerinden medet umuldu. Bu miktar “doz”, bağımlı pazara yetmedi. En sonunda o da diğer gazetelere ayak uydurdu ve piyasaya en tehlikeli “bağımlılık” yapan “PKK düşmanlığı” dozunu sürmeye başladı.

Şimdi bunu hepsi birden yapıyorlar. Evet piyasada alıcı buluyorlar. Ama bu öyle bir alıcı ki, onun bu haberlerle “kafayı bulması”, Türk devletinin savaşı kazanmasına yetmez, tam tersine kendi halkını zehirlediği için, barışma günü geldiğinde medyanın zehirlediği bu kamuoyunun altında ezilip gider.

İşin medya açısından daha hazin tarafı şudur ki, bu medya yalnızca “Türk pazarını” zehirler.

Yani, kendi kendini sokan, “akrep gibisin kardeşim”e benzer bir haldir bu.

Türk medyası “düşmansız” var olamaz hallere düşmüştür.

Veysi Sarısözen
07.09.2011 Ö. Gündem

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz