Futbol halkın içinden çıktı ve yine halka rağmen, paranın ihtişamına rağmen, savaşlara rağmen ayakta kalmayı başarıyor. Futbol oynayabilmek için iki direk, bir top ve o topu o direklerin arasından geçirmeye çalışacak yetenekler yeterli, ancak biz böyle basit bir oyunu allayıp pullayarak; kuyumcu dükkanın en değerli taşı edasıyla bol paralar karşılığında halka geri satıyoruz.
1952 yılında Arjantinli bir doktor ve onun biyokimyager arkadaşı motosikletleriyle Güney Amerika’yı baştan sona arşınlayacakları yedi aylık bir seyahate çıkarlar. Bulundukları coğrafyayı yaşayarak tanımak isteyen bu ikilinin siyasi kimliği bu yolculukla şekillenir. Yoksulluğu, köhnemişliği, sömürüyü ve futbolu yakından gören bu ikiliden doktor olanının anı defterinin bir yerinde şu yazar: “Yolculardan oluşan bir takımın rakipleriyle maç yaptığını gördük. Arkadaşım sırt çantasından futbol ayakkabılarını çıkardı ve onlara dersini verdi. Sonuç mükemmeldi. Bir sonraki maç için kiralandık. Ücretimiz: Yatacak yer, yemek ve Iqiuqe’ye kadar taşıma. (Şili – Chuquicamata / Mart 1952 ) Yıllar yılları kovalar… 1987 yılının bir haziran gününde yukarıda bahsi geçen Arjantinli doktorun evinin bulunduğu mahallede bir bebek dünyaya gelir. Bebekte büyüme hormonu eksikliği olduğu tespit edilir. Savaşır ve bu sorunu büyük bir zorlukla aşar. O bebek büyür ve dünyanın en büyük futbol kulüplerinden biriyle milyon dolarlık anlaşmalar imzalar… Doktorumuz Bolivya dağlarında ömrünü ideolojisine teslim eder ve Che Guevara olur, bebeğimiz ise Messi’den başkası değildir… Ortaya futbol için güzel bir pay çıkar: Bir zamanlar “Yatacak yer” için oynanan futbolun artık yatacak yeri çoktur.
Futbol değişimdir. Asi ruhları başka bedenlere büründürür ve farklı şekilde hayat ile savaştırır. Kimine Şili’de yatacak yer için köhne bir kapı açar, kimine de bir hastalık sonrasında lüks evlerin tapularını serdirir masaya, çarşaf çarşaf…
İkinci Dünya Savaşı milyonlarca insanın hayatını kaybettiği bir trajediydi. 1942 ve 1946 yılları futbolun savaş molası verdiği yıllardı Dünya Kupası için. İnsanlar birbirini boğazlamaktan topa vurmaya vakit bulamıyordu. Sene 2014, hala birbirimizi boğazlıyoruz. Bugün Suriye, Irak, Filistin… kısacası Ortadoğu’da akan kan İkinci Dünya Savaşı’nda akan kandan daha değersiz olmalı ki Copacabana sahilleri futbol heyecanını olanca hızıyla sürdürüyor. Allah’ın adıyla sıkılan kurşunlar yine Allah’ın adını haykıran ömürlere son veriyor. Ancak FIFA’nın para sayma makineleri bacasız sanayiyi stat dediğimiz futbol fabrikalarında olanca hızıyla sergilemeye devam ediyor.
Anadolu’nun fakir bir kasabasında yerin dibinde 301 madenci kara kömürü kendisine mezar yapıyor. Babasının mezarına kapaklanan madenci çocuğunun üzerinde sarı lacivert çubuklu bir forma var. Gözyaşları o formaya dökülüyor. Ertesi gün o formanın taşıyıcaları olan futbolcular; formalı çocuğa telefon üstüne telefon açıyorlar lüks arabalarının kokpitlerinden. Hangi forma dindirir ölüm acısını, hangi futbol kulübü kara kömürün içindeki bir bedeni çekip çıkarabilir, hangi lüks arabanın yıllık vergisi tıkar gözyaşlarının yolunu.
Futbol savaştır. Futbol acıdır. Futbol savaşı ve acıyı harmanlayıp bize tekrar sunandır. Ve o acıyı dindirmek için tekrar kendisini teskin aracı olarak kullanandır.
İstanbul’da bir sokak, igalinin karası bahtı gibi olan bir Suriyeli, kucağında dört beş yaşlarında bir çocuk. Çocuk zengin bir İtalyan futbol kulübünün pazar malı formasıyla iç savaşın acısını ve yoksulluğunu gizlemeye çalışıyor. Çocuklar ölüyor… Kurşunlar saydırıyor küçük bedenlere idam mangaları. Yere düşen bedenlerin üzerinde Irak sıcağının terine ve bir türlü durmak bilmeyen kana yapışmış onlarca futbol kulübünün formaları…Yıllar önceye gidiyor dimağlar, Anadolu’da bir çınar dibinde ölü bedenini dinlendirmeyi hak eden sürgün bir şairin, çok sevdiği sevgilisine söyledikleri çınlıyor kulaklarda.
“Söylesene Sevgili, ( Vera)
Çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpe değildir?”
Çirkinlikleri örttüğü için seviyoruz belki de futbolu. Brezilya’daki yoksulları sakladığı için, Güney Afrika’daki varoşları gizlediği için, ölüm acılarını sakladığı için… Dünyanın bütün çirkinliklerine rağmen güzel futbol. Hele hele dört yıl arayla yapılan Dünya Kupası şöleni her şeyden güzel. Elde bira ile desteklenen Almanya güzel. Portakalın yanına “uçan” sıfatını ekleyen Hollanda’yı desteklemek güzel. İspanya ‘yı ülkelerinin direngen maden işçileri gibi savaşarak yenen Şili’yi desteklemek güzel. Kara perçemini kara peçesine saklamış İran’ı desteklemek güzel. Yazarca bilinen, okuyucu için tahminden öteye gitmeyecek bir ülkede; şahidi çok görgü tanığı az bir sevginin iki sahibi tarafından desteklenen Doktor Che’nin Arjantin’ini desteklemek güzel…
Sürgün şairimize ayıp olacak ama çok sevdiği sevgilisinin hatırına saysın şiirdeki oynayışımı. Ne de olsa Postacı Mario’nun Şilili şaire söylediği gibi: “Şiir şairin değil ihtiyacı olanındır.”
“Söylesene Sevgili,
Çocukların özgürce futbol oynayamadığı hangi sokak kahpe değildir?”
Önder Göksal