Tanzimat’tan bu yana, şiirimizin özgün bir yapı koyamayışının, kendi uygarlığının, kendi koşullarının bir sonucu olan Batı şiirinin yapısına özenmemiz sonucu olduğu artık anlaşıldı. Bu da bizi önce şiirin yapısı, sonra da kendi şiirimizin yapısı demekle ne anladığımızı, daha sonra da, bizim eski şiirimizin yapısının ne olduğu üzerinde durmaya, onun Batı şiirinin yapısı yanında nasıl bir yapı koyduğu, bunun özellikleri, karşılaştırılması sorunlarına götürmektedir. Bu yazının amacı bunu incelemek olacaktır.
Bir yazımızda, bir şiirin yapısında, o ulusun uygarlık, düşünce çizgisini, tarihini görebiliriz, demiştik (1). Nete-kim, bunu uzağa gitmeden, kendi şiirimizde, İslâmlığı kabul etmezden önceki şiirimizde (ilkel de olsa), bulabiliyoruz. Bu çağa değgin destanlarda, şiirlerde, masallarda, o çağın düşünce yöntemini, dünya görüşünü, doğacılığını, gerçek anlayışını toplum yapısını görüyoruz. Yine büyük bir şiir olan Divan şiirinde, İslâmlık çağını, o çağın düşünce yapısını, gizemciliğini, gerçeğe bakışını, İslâmlık öncesi çağla nasıl başka bir yapı koyduğunu, en önemlisi de İslâm gizemciliği (Tasavvuf) içinde kendine özgü gizemciliği, o şiirde, o şiirin koyduğu yapıda buluyoruz. Demek ki bir şiirin yapısı, bir ulusun düşüncesinin bir çeşit tarihini ortaya koymaktadır. Öte yandan, Şiirin yapısının bu kısa tanımı, bizi yapının bir yaratma olduğuna götürmektedir. Özgürlüğün şiirin yapısında önemli bir ilke olması da, ancak böyle yaratma gibi öz nedene bağlanmasıyla açıklanabilir. Nedeni de, özgünlüğün ancak yaratmanın alanına girebileceğidir. Bir bakıma, yaratma ile özgünlük eş anlamda sözcükler olarak bile düşünülebilir. Yapının bu yoldan tanımının ayrıntılarına girmek, yani yaratmanın alanını kurcalamak, böylece yapının özelliklerini saptamak ise, ancak kendine özgü yapılar koyar. Biz bunu kendi şiirimizde, kendi şiirimizin yapısında denemekle yetineceğiz.
XIII. Yüzyıldan Tanzimat’a değin Türk şiirinin yapısına baktığımız zaman, bunun hemen hemen ortak bir yapı sürdürdüğünü görürüz. Beşbuçuk yüzyıl gibi bir çağı kaplayan bu şiirin en iyi örneklerini Divanlarda buluyoruz. Bu Divanlar, çeşitli yapı olanakları koymaktadır. Bunları kaside, gazel, terkib-i bend, terci-i bend, kıt’a, müstezad, musammat, murabba, şarkı, mesnevi gibi biçimler altında toplayabiliriz. Öte yandan, yine bunlara halk şiirinin biçimleri olan, mâni, ağıt, türkü, koşma gibi kalıpları katabiliriz. Türk şiirinin yapısının bu kalıplar içinde kurulup geliştiğini görüyoruz. Bu kalıpların, yapıların en küçük birimi de mısra. Mısrayı, beyit, dörtlük izliyor. En büyük birim ölçüsü de mesnevi. Halk şiirinde en küçük birimse dörtlük. En büyük birimi de destan olarak alabiliriz. Bu yapı geleneği her iki alanda da Tanzimat’a değin, ondan sonra da sürer. Ama özellikle birincisinin kopması Tanzimatla başlıyor. Biz incelememize asıl büyük şiirimiz olan Divan şiirinin en küçük yapı örneği olan mısrayı ele alarak, oradan başlayalım.
Mısra, Türk şiirinin en küçük birimidir demek, mısranın başlıbaşına bir yapı kurduğunu söylemek demektir. Divan ozanı bunun için Divanında gazelin, kasidenin yanma mısrayı da bütün bir şür gibi koyar. Bu da bize şiirimizin geleneksel yapısında mısranın ne denli bir önem taşıdığını anlatmaya yeter. Bu, başka ulusların şiirinde bulunmayan bir özelliktir. Mısranın bu yapı özelliğinden başka bir ikinci özelliği de, Türk şiirinin yapı anlayışı içinde bir ölçüt olmasıdır. Çünkü bizim şiirimiz mısra sayısına göre hesaplanır. Bu da bizim şiirimizin parça anlayışında en küçük ayrıntıların nasıl bir önem taşıdığını atlatır. Biti şiirinin hiçbir parçası bizimkileyin ayrıntılara inmez. İkilik, üçlük parçalarla kurulur Batı şiiri. Romantik çağsa bunu da yıkarak parçayı 50-100 mısraya değin uzatır. Yani mısrayı ortadan kaldırır. Bizim şiir tarihimizse birimini bozmaz, çünkü bu kuruluşuna aykırıdır. Sözgelişi, XIII. yüzyılın (Yunus Emre’yi bir yana bırakırsak), en büyük ozanı olan Şeyhoğlu’nun şu mısrağı:
Dedi ey aşk ile cân oynayanlar XVIII. yüzyılda, Nedim’de genel olarak yapısını, kavramını değiştirmez:
Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre muta’dım.
Mısranın, bir bütün gibi düşünülmesi Türk düşüncesinin, uyarlığının, daha geniş anlamda da, yaratma yönteminin bir sonucudur. Batı’nın, Fransız şiirinin XIX. yüzyılda Mallarmé ile, İngiliz şiirinin çeşitli çağlarda, çeşitli ozanlarla şiirin bütününde uyguladığı mısra birimi, Batı şiirinin giderek en üstün ükesi olmuştur. Shakespeare’in sonnet’leri, Mallarmé’nin bütün şiir yapısı mısraya verdikleri önemle ölçülüyor. Bu elebette bizim mısradan anladığımız anlamla hiçbir zaman birleşmez, ama mısranm böyle bir nitelik edinmesi bizim şiirimizi, Batı şiiriyle karşılaştırma olanağını sağlar. Ayrıca, Batı şiirine bakmamızda, kendi şiirimizin olanaklarını kurcalarken bir ip ucu verir. Mısra’nın bu yapı özelliğini yitirmesi, Tanzimat’ta, çok az da olsa Cumhuriyet şiirinde, daha sonra da bugün şiirimizde olmuştur. Abdülhak Hamit, Batı şiirine yönelirken ne de olsa, geleneksel şiirimizden gelen mısra yapısını yine de sürdürmüştür diyebiliriz:
Sen öldün, ölüm güzel demektir.
Eyvah! ne yer ne yâr kaldı
Geçmiş zamanı ben yâde geldim Birlikte büyür sizinle hasret
Bu yapı, günümüz şiirindeki gibi yabancı bir yapı, ses olur:
Pırıl pırıl uçuyor, muttasıl uçup gidiyor. (Tevfik Fikret)
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları.(Orhan Veli)
Yükselir hastanızın dün geceki ateşi. (Behçet Necatiğil)
Onları gördüm, bir çocuk bağırıyordu onları (Edip Cansever)
Tedirgindim namussuzdum deli deliydim (Turgut Uyar)
Kurbalara bakmaktan geliyorum dedi, Yakub. (Edip Cansever)
Siz dedikten sonra resimler, başaklar sandır. (İlhan Berk)
Mısranın gelenekleri yapısının bu bozuluşu bizi, öte yandan ne kendi şiirimize, ne de Batı şürine yaklaştırmıştır, denebilir. Mısranın bu kısa yapı tanımından sonra beyite geçebiliriz.
Beyitin, şiirimizdeki yeri büsbütün başkadır ve çok önemlidir. Beyiti mısradan da önemli görüşümüzün biricik nedeni, Türk şiirinin yapısında beyit’in görevinden gelmektedir. Bunu yalnız şiirde değil, mimaride, resminde de (minyatür) görebiliriz. Beyit, Türk sanatımn bir çeşit ölçütüdür. Bütün anlayışımızın en belirgin yöntemini canlandırır. Öte yandan, bizim şiir yapımızdan kopmamızı, bu beyit anlayışımızı bir yana atmamızın sonucu olarak bile görebiliriz. Nedeni de Türk şiirinin en iyi yapı örneklerini veren gerek kaside, gerek gazel, gerekse mesnevinin beyit beyit kurulması, bu yoldan yapıya gidilmesidir. Öte yandan, beyit de, mısra gibi bir birim ölçüsüdür ve bu anlamda mısradan daha da önemli bir yeri vardır. Mısranın yanında ona daha tam bir birim olarak bakabiliriz. Ama dediğimiz gibi, asıl önemi, yapının kuruluş biçimini daha çok onun yapmasıdır. Bu yönüne ise, daha ileride, yapının bütünlük sorunuyla karşılaştırılmasında değineceğiz.
Türk şiirinin beyit beyit kurulma ilkesinden ayrılma, Servet-i-Funûn ve ondan sonraki çağlarda oluyor. En son örneğini de Yahya Kemal’le verdikten sonra artık tam olarak kopuyor. Daha önemlisi de, bu yöntemi kalıptan atmakla kalmıyoruz, şiiri kurarken de ondan ayrılıyoruz. Dörtlük düzenine yönelirken bundan hiç yararlanmıyoruz. Oysa Yunus Emre bunu daha ozaman, bu dörtlük ve beyit düzenini uzlaştırıyor. Böylece hem halk şiirinin dörtlük düzenini, hem de Divan şiirinin ikilik düzenini bağdaştırıyor. Yunus Emre’nin aşağıdaki şiiri, hem beyit düzeninin, hem de dörtlük düzeninin iyi bir örneğidir. Şiiri hem gazel, hem de koşma olarak kurabiliriz:
Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
Tenim ortaya açıla
Yakasız gömlek biçile
Bizi bir asan vech ile
Yuyanlara selam olsun
Azrail alır canımız
Kurur damarda kanımız
Yuyacağın kefenimiz
Saranlara selam olsun
Sala verin kastımıza
Gider olduk dostumuza
Namaz için üstümüze
Duranlara selam olsun
Dünyaya gelenler gider
Herkes gelmez yola gider
Bizim halimizden haber
Soranlara selam olsun
Miskin Yunus söyler sözün
Yaş doldurmuş iki gözün
Bizi bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun
Tam bir gazel yapısını taşıyan bu şiiri, içinden bir beyitl alarak dörtlük düzenine de sokabiliriz:
Ecel büke belimizi, Söyletmeye dilimizi Hasta iken halimizi Soranlara selâm olsun.
Yunus Emre’nin bu şiirinin bize öğrettiği çok önemlidir, çünkü Batı şiirinin bir yapısı diye bildiğimiz dörtlük düzenine, kendi şiirimizin çizdiği yapı örneğine dayanarak gidebileceğimizi göstermektedir. Buradan da beyit düzeninin bizim şiirin yapısında nasıl geniş olanakları olduğunu söylemek istiyoruz.
11 Nisan 1975
Yeni Ufuklar
Türk Şiirine Bakmak