… Medeniyet, daha barbar insanlara ve daha bezirgânlığa elverişli coğrafya üretici güçlerine doğru, güneyden kuzeye göçüp ilerledi. Fransa’da “Emniyetsiz” bölge olmuştu. Ren, Elbe, Weser ırmaklarının estüerleri üzerinde Kuzey Almanya’nın Hansa Bezirgân kentleri teşkilâtlandı; Flaman sanayii gelişti. Genişleyen ticaret daha büyük emniyet istediği için şirketler kurularak büyük sermaye temerküzü başladı. Doğu’da iki kişinin bir araya gelemediği, gelse ilk işleri birbirlerini kazıklamak olduğu bir sırada, Batıda insanların sermayelerini birleştirme cesaretleri, ilkin aile ölçüsünde bile olsa, gene Tarih öncesi sosyal gelenek ve göreneklerinin orada henüz diri kalabildiğini gösterdi.
Her medeniyet, toplumu sınıflara böldüğü gün insanı unuttu. Üst sınıf insan, alt sınıfların da kendisi gibi insan olduklarını aklına getirmedi. Bu durum, insanı hiç bir hayvanda görülmedik derecede hem yüksek hem alçak yaptı. Bereket medeniyetin “Nurlu İstikbal”i ile gözleri kamaşmayan barbar yığınları, Sümer medeniyetinden beri kopardıkları kıyametlerle (Tarihsel Devrimlerle), ikide bir o rezil çemberi kırıp insanı insana hâtırlattı. Buna rağmen, yıkılan antika medeniyet leşleri Yakın ve Uzak Doğu toprakları altına girdikleri vakit bile, ruhlarını yeryüzünde bıraktılar. Ruhların karakteristiği Tapınaklardı. Ölülerin Doğu toprakları üstündeki medeniyet gübresi, ister istemez kokuşuk bir miyasma idi. Bu miyasma içinde kök salan her toplumda insan çarçabuk yumrulaşıp unutuldu. Gerçi Doğu’da da insan iki ayak üstünde dolaştığı için şekilce gene öteki hayvanlardan farklı görünüyordu. Ama tam Kur’ân’ı Kerim’in dediği gibi, her şeye, hattâ kendi kaderine bile: “Kör ve sağır kalıp aklını kullanmayan Şereddevvâb: Yürüyenlerin en şer budalâsı” bir ele alınmaz kusmuk yığın ortaya çıktı.
Doğu’da İNSANI UNUTMA : Hâl “Şeref” bile sayılan bir mârifet ve kural olmaktan bir türlü çıkamadı. İnsanı unutanlara “Eşraf” denildi. Batıda, tersine, kolay kolay İNSAN UNUTULAMADI. Normal Kapitalizm buna çok çalıştı: Sosyal Devrim çığırı ile bir yol başına topladığı demokrasi “cin”lerini, en kanlı kasitlerine rağmen dağıtamadı. Emperyalizm çağında sürü sürü faşizmleri denedi. Tutturamadı. Doğu’yla Batı’nın bu kesin farkı neden ileri geldi? Doğu neden kendi başına kalsa, belki bin yıllar yılı daha insanı unutacaktı da, Batı medeniyeti, Kapitalizm çağındaki bütün çabalarına rağmen, Sosyal Devrim geleneğini, İlkel Sosyalizm geleneğinden kaldırıp, Modern Sosyalizm gerçekliği üzerine oturttu? Çünkü, ekonomik sebeplerden başka Doğu’da İIkel Sosyalizm, köklerinden kazındığı halde, Batı’da bir türlü kazınamadı ve Kapitalizm doğabilmek için o İlkel Sosyalizm geleneklerine tutunmak zorunda kaldı.
Gerek Yakın gerek Uzak Doğu’da, Hint, Çin, Akdeniz antika medeniyetlerinde barbar akınları ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, eski medeniyetlerin kalabalık toplulukları ve üstün etkileri ağır bastı; Yunan medeniyeti kadar orijinal yaratışlar bile, meş’um ve mukadder bir cehenneme düşmüşçe eriyip Nemrutluğun ve Firavunluğun paslı kalıbı içine döküldü. Gelen barbar, medeniyet sürüleri ortasında azınlıkta kalıyordu. Batı’da, bunun tam tersi gerçekleşti: Roma medeniyeti kadar kan kurutucu bir teşkilâtlı zorbalık düzeni bile, en yobazca ve en hoyratça işlediği Fransa’da dahi, ancak ince bir kabuk kadar azınlıkta kalan insanı tamamıyla kul köle edebildi. Batı’da, Kapitalizm ve Sosyal Devrim atı alıp Üsküdar’ı geçinceye kadar, hiç bir Kral, yahut İmparator, en kıtıpiyoz Tavaifülmüluk tipi Doğu komutanı, hattâ bir çavuş, bir temditli er kadar olsun, bütün çevre insanlarını, yüzde yüz kul köle, yüzde yüz uşak, kişiliksiz uyruk yapamadı. Yapmak istemedi değil. Hattâ, Sosyal Devrim ilk başarısını insanlığa sunduktan sonra bile epeyce yaptı. Ama, iş işten geçmiş, Sosyal Devrim bir yol keşfedilmişti.14’üncü Louis’ler, Abdülhamit’ler Rıza Şah Pehlevi’ler: İnsanlık Tarihi içinde kaç yıllık yer tutabildiler? Ve hepsi de, kendilerini en kuvvetli sandıkları gün, hiçe indiler. İnsanlık, altı yedi bin yıl önce, Irak’ın güney bucağında ilk Sümer Kentinde unutulmaya başlandı ve bir daha hatırlanmamak için elden gelen yapıldı. İnsan, gene öyle, kendisi de farkına varmaksızın, kuzeyin puslu bir çorak adasında, İngilterede bulunuverdi.
Batı’ya sık sık ılgar eden ve her vakit, her yerde çoğunluğu teşkil eden barbarların, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak etkiledikleri Roma’nın köleleri önce Kolonlaştılar; sonra kolonlar serfleştiler. Serfler, barbar toplumun İIkel Sosyalist gelenek ve görenekleri ortasındaki sosyal ve ekonomik şartlardan yararlanarak izâfi bir toprak mülkiyetine ve hürriyetine, toprağa ömür boyu olsun tasarruf etme hakkına kavuştular. Bu topraklar üstünde, kendi hesaplarına çalıştıkça, ülkenin dirlik ve düzenliğini, toprağın çalışanını adaletli kanadı altına alan tâze barbarlara kavuştular. Serf ülkücü yiğit ve azla yetinen beğe verdiği rödövanstan (aidattan) arttırabildiği parayla kendi toprakbentliğini satın alabildi: Affranchissement (Kurtuluş) mümkün oldu. Elbet, bu imkânın içinde, rönesansa uğramış ziraatin nispeten gelişkin ekonomisi maddî temeldi. Yalnız, o ekonomik rönesans için dahi, önce bir barbar akınının medeniyet kankıranını toplum içinde ameliyat yapması gerekti. Doğu’da böyle bir gelişme çarçabuk derebeğileşmeyle hiçe indiriliyordu. Batıda, barbar şefler, henüz şövalyeliklerini tümüyle yitirmeden önce, Tefeci-Bezirgân etkilerin ve Kilisenin kışkırtmasıyla, Haçlılar Seferi çıkmazına düşürüldüler. Patlak veren kargaşalık, serflerin “Hote” sıfatiyle kişi mülkü edinmelerine kapı açtı; mülk edinemezlerse, toprak köleliğinden kaçıp, kuzey Almanya estüerlerinde, (ilk Roma Plebleri, Mekke Müslimleri gibi) bezirgânlaştırdıkları Hansee adlı kentlere sığındılar. Bütün bir köy halkı, kurtuluşunu sağladığı vakit “Hür Komunalar” doğdu. Azadlılar, bezirgân kentlere kaçışıp, yerleştikçe “imtiyazlı şehirler” ortaya çıktı. Bu köy ve şehirlerde güçleşmiş insanlar, (burçlu) “Burjuva” denilen kapitalistin prototipi (ön örneği) oldular. Ekonomik silâhlarla sosyal bağımsızlıklarını bir yol elde eden yeni sınıflar unutulmuş insan durumuna bir daha sokulmak istendikleri vakit, direndiler. Kur’anın buyurduğu uyanıklığı gösterip, gözlerini, kulaklarını ve akıllarını kullanmayı bildiler: “Hayr’ı üd Devvâb” oldular. Doğu Firavunluğunda böyle bir sınıf insan, doğmadan boğulur ve boğulduğunu bile ağıza alanın kellesi uçurulurdu.
Batı’da, burjuvaların ve Sosyal Devrimin gelişmesine engeller çıkarılmadı mı? Kilise, bütün Tanrısal heybetiyle, Nemrudluğun ölmez hortlağıydı. En ince görünüşlü kaba yobazlık yollarından toplumun ruhuna olanca afyonu ve esrarı şırınga ediyordu. Kilisenin en çok etkilediği Frank barbarlarının başına Sezar’ın külâhı geçirilmişti. Ama Antika Tefeci-Bezirgân amaç ve araçlarına göre medenileştirilen, soysuzlaştırılan barbar yığınları, Akdeniz’e kıyı düşen Güney Avrupa’dan kuzeye doğru çıkıldıkça seyreliyorlardı. Önce Roma’nın maddî, sonra Kilisenin mânevî baskısını en çok duyan ülke, bugünkü coğrafya deyimiyle, İtalya ve İspanya’dan sonra Fransa oldu. Roma medeniyeti “Galya” dediği ülkenin barbar insanlarını Tefeci-Bezirgân medeniyetinin top ateşiyle hayli hırpaladı. O hazırlanmış zemin üstüne, ölen Roma’nın “Ruh’u Habis”i Kilise geldi, daha sinsice sokuldu. Tarih öncesinin gerçek seçimle gelmiş sosyalist şefleri olan “Barbar Krallar”a insanı unutturmak için elinden geleni yaptı; kalleşlikle zorbalığın, şerefsizlikle gaddarlığın KARMA kırması olan irsî “Medeniyet Kralları”nı sahneye çıkarttı. Zavallı “Krallar”: İnsanı unutacağım, derken, kendi insanlıklarını unutup bunadıkça daha az yıpranmış saray Bakanlarına yerlerini bıraktılar. Bağdat’ta, Bermekî adlı barbar şefleri kendi milletine karşı kullanmak için yükseltip, işi biter bitmez kahpece öldürtmenin ününü Binbir Gece Masalları’nda edebiyâtlaştıran Harunerreşid (776-809) vardı. Paris’te oyun tersine oynandı: Frankların Bermekîleri Bodur Pepinler, Merove Krallarını Manastıra kapattılar; tahta çıkan Büyük Charlemagne, Bizansa karşı, Harunerreşitle temasa geçecek kadar barbarlığını inkâr etti. Onun patenti altında tepeden inme getirilen yapma sınıflaşma, Kilisenin elaltından barbar krallar arasında kışkırttığı rekabetler, iç ve dış kısır savaşlar, “Nortman” (Kuzey adamı) barbarların akınını zarurîleştirdi. Norman barbar aşısı Fransa’yı bile geride bıraktı. Medeniyet, daha barbar insanlara ve daha bezirgânlığa elverişli coğrafya üretici güçlerine doğru, güneyden kuzeye göçüp ilerledi. Fransa’da “Emniyetsiz” bölge olmuştu. Ren, Elbe, Weser ırmaklarının estüerleri üzerinde Kuzey Almanya’nın Hansa Bezirgân kentleri teşkilâtlandı; Flaman sanayii gelişti. Genişleyen ticaret daha büyük emniyet istediği için şirketler kurularak büyük sermaye temerküzü başladı. Doğu’da iki kişinin bir araya gelemediği, gelse ilk işleri birbirlerini kazıklamak olduğu bir sırada, Batıda insanların sermayelerini birleştirme cesaretleri, ilkin aile ölçüsünde bile olsa, gene Tarih öncesi sosyal gelenek ve göreneklerinin orada henüz diri kalabildiğini gösterdi: Bu gidiş, daha o zaman yeni sentezine: Kapitalizme varamaz mıydı? Beklemek gerekti. Kara Avrupa’sının egemen münasebetleri bir hayli derebeğileşmişti. Bunu bize iki olay belgeledi; 1 – Herezi (Sapıtma)lerin kılıçtan geçirilmesi, 2 – Etats-Généraux’ların (Ortaçağ Millet Meclislerinin) boğulması. Bu iki cinayet de Kara Avrupasın’da, Doğu’nun ağzını sulandıracak bir itsellikle (sinizmle) başarıldı.